Nedim

Nedim

Birgül Büyükçapar


2.16. Halhal: Eskiden kadınların ziynet makamında ayaklarının topuklarıyla baldırları arasına yani bileğine taktıkları gümüşten veya altından halkanın adıdır. Türkçe karşılığı ayak bileziğidir (Pakalın, 1993; 708).

Aslında Arap kadınlarının günlük süslerinden olan halhal, bizde ancak köçek oğlanlar ve çengi kızlar tarafından kullanılmıştır. Ayak bileklerinde gümüş yahut altın ikişer, üçer halhalın rakkas yada rakkasenin oyununa çok tatlı bir ses katacağı aydındır. Aslında sâdece oyuncular ayağını süslemiş ve şairlere teşbih motifi olmuş halhal memleketimizde artık görülmemektedir (Koçu, 1970; 126).

Pür etti kûçeyi sıyt- ı feşafeş- i dâmân
Erişti zîrve- i nâhide çın çın- ı halhal (K 38- 8/29).

2.17. Hırka: Dervişlerin giydikleri üst libası, halk tarafından cübbenin altına veya gecelik entarisi üstüne giyilen dize kadar yahut daha kısa pamuklu libas.

Hırka kesiminin hususiyeti, kollarının az genişçe, boyun kısmının yakasız, ve önden; yukardan aşağı bir sıra ilk düğme ile kapanır oluşudur; iki yanına ekseriya birer cepte yapılır. Yukardaki lugat kayıtlarından “pamuklu libas” tabirinden, hırkanın pamuklu kumaştan yapıldığı anlaşılmamalıdır; hırkanın bir yüz kumaşı bir de astar kumaşı vardır, yüz ile astar arasına, istenilen incelikte bir tabaka pamuk konulur ve bu pamuk tabakası ya düz dikişlerle hem yüze hem astara, dağılmasını önleyecek şekilde dikilir. Bunun içindir ki hırka bir kışlık libastır. Yüz yıllar boyunca kadınlar ve erkekler tarafından giyile gelmiş, Anadolu da zamanımızda da çok yaygın olarak hâlâ giyilmektedir. İstanbul‘da da Anadolu’ya bilhassa köylere sevk edilmek üzere hazır hırka dikip satan dükkanlar vardır.

Hırkanın yüz kumaşı, giyecek olan kimsenin içtimaî durumuna göre en ağır, en pahalı kumaşlardan; en âdî, en ucuz kumaşlara kadar ola gelmiştir, astarı da yüz kumaşına denk olmuştur.

Yüz kumaşı yünlüden olan hırkalara “hırka- ı peşmîne” denilirdi (Koçu, 1970; 129- 130).

Kimse anmaz zâhidin âlûde- dâmân olduğun
Çokluk olmaz nem- hüveydâ hırka- i peşmînede (G 334- 118/4).

Zahida âlâyiş dâmânın eyle şüst ü şü
Yalnız halet bulunmaz hırka- i peşmînede (G 347- 140/4).

2.18. Hilat: Hükümdarlar ve vezirler tarafından birine hürmet ve mükafat yerine giydirilen kaftan; hilat- ı fahire. Osmanlı Devletinde padişahlar ve vezirler tarafından hilat giydirme geleneğinin ne zaman başladığını kesin olarak söyleyemeyiz; herhalde XV. yüzyıl ortalarında olacaktır. 1826’dan sonra ikinci Mahmud tarafından kaldırıldı; hilat giydirmenin yerini murassâ saatler, murassâ armalı saatler, altun ve murassâ kutular daha sonra da nişanlar, madalyalar aldı (Koçu, 1970; 130).

Hilat tevcih olunacak zatın sıfat ve mevkiine göre değişirdi. Vezirlere seraser kaplı samur kürk, diğer erkan- ı Devlete ise sade hilat giydirilirdi.

Hilat padişahlar tarafından sarayda sadrazamlar tarafından da Bab- ı Âli’de giydirilirdi. Sadrazamlar tarafından memuriyet tevcihi sırasında hilat ilbas olunurdu. Bu resme aynı zamanda “icra resmi” denilirdi (Pakalın, 1993; 383- 384).

Amma ki şimden sonra hep feyz u neşat u şevk ile
Tebrik içün gelmekdedir hilat giyup surh u sefid (K 137- 8/9).

2.19. İhram: Hacıların Mekke’ye girmek ve Hac ve umre etmek için yün, pamuk ve ketenden dikişsiz olarak giydikleri elbisenin adıdır.

İhram, niyet ve telbiyeden ibarettir ki hacı veyahut umreyi veya her ikisini niyet ederek harame dahil olmaktır. İhram; haccın sıhhat şartıdır.

İhramdan evvel kendisine helâl olan kadın ve av gibi şeyler haram olmak üzere dikişli elbiselerden çıkıp kefenlenmiş ölü gibi ve fakat baş ve ayaklarının üzeri açık olarak örtü içinde bulunur.

İhram’da olana “muhrem”denildiği gibi “haram”dahi denir. Cem’i hürüm’dür.

İhram için muayyen mevkiler vardır ki onların her birine mikat denir. Bu mevkiler beştir; Zülhuleyfe, Zat- ı ırk, Cuhfe, Karn, Yelemlem.

Medineliler Zülhuleyfe’den, Iraklılar zat- ı ırktan, Şamlılar Cuhfe’den, Necitliler Karn’dan, Yemenliler de Yelemlem’den İhram ederler.

Suveyş’ten gelen acılar Babıg hizasında ihrama girerler. Bu mevkiler Beyt- i Muazzam’ın harimi demek olduğu için Mekke’ye gidenler bu yerleri ihramsız geçemezler (Pakalın, 1993; 38 II. cilt).

Sonra havzın öte yanına çıkup zevrakdan
Bir dırah altına ferş eyliyeyim bir ihram (K 44- 10/21).

2.20. Kabâ: Üste giyilen kaftan nevinden elbisenin adıdır (Pakalın, 1993; 113 II. cilt). Kabâ en basit tarifi ile önü daima açık duran, kapanmayan kaftanın adıdır (Koçu, 1970; 136).

Seyret beyaz fesde o zülf- i mu- anberi
Şeb- bûyu gör ki berk- i semenden kabâsı var (G 286- 25/3).

Şöyle mest olmuş ki açılmış girîban- ı kabâ,
Nâfdan ta bendgâh- ı hançer- i fûlâda dek (G 305- 60/2).

Göründükçe o sîm- abî kabâdan sine- i sâfın
Döner âyîne üzre mühre- i sîm- âba can tende (G 343- 134/5).

Divanın; (G 299- 50/3), (G 308- 65/5), (G 336- 121/4), (Kıta 135- 7/10), (Kıta 166- 36/21), (Kıta 173- 42/11), (M 215- 3/6), (Mus 239- V/1)bu beyitlerinde geçmektedir.

Birgül Büyükçapar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder