Merhaba

Merhaba

Güz Mevsimindeyiz
Kış kapıda, Maraş’ta havalar soğumaya başladı.
Ahırdağ’ı puslu sarı tona boyanmış zirvelerine düşecek karı bekliyor.
Bertiz kabarcığı enfes, Mahrabaşı hetifleri gayet leziz, alıçlar göz alıcı, Hacı Hamza armudu harika, Şor derseniz kallavi. Maraş’ta söz tırahali söylenir Allahın saftirik kılları o laflara inanır alır başını ötelere gider.
Ne var he konuşsak!
Ülkemiz var,milletimiz,dinimiz,ülkümüz,Kızılelma’mız, alınterimiz her geçen daha iyi yaşadığımız Maraşımız var.
Demokratiklik mi o bir külfet!
Türk milletinin demokrasi hayali.
Atlantisin varlığına benziyor kim söyleyecekte biz inanacağız.
Peki gerçekten demokrasi şart mı?
Rovsseav adlı Gavur: “Tam bir demokrasi hiçbir zaman olmamıştır ve olmayacaktır” derken ne demek istemiştir? Başka bir gavur olan P.Jaks Mesuliyet ve Kültür adlı kitabında şöyle söylüyor: “demokrasi vatandaşlara haklarını vererek başlar ,onları bırakır .Vatandaşlar bu inkişafa Muaffak olamazlarsa o zaman demokrasinin sonu felakettir.
Sözü verende ziyade alan derler Maraş’ta.
Cumhuriyet,yönetimi onun niteliği felsefesi gibi mevzular bizlerin elinde doksan dokuzluk tesbih çekelim görelim ne olur ne biter.
Kış geldi gelecek!
Gök gözlü Bozkurtlar karlı Tanrı dağlarında özgürlük sayhaları yüreklerimizi dağlıyor bize görevimizi hatırlatıyor.
Türk Milletinin ülküsü Roma’nın göbeğini üç hilali dikmek onun gölgesinde gülbank çekip Hu nidalarıyla Maverayı titretmek olmalıdır.
Çelik irade, pısırık yürekleri toplayıp ateşten cehennemlere atacak bize de Zülfikarı taşımak onuru yetecektir.

DÜNYA YUVARLAKTIR

DÜNYA YUVARLAKTIR

Yapacak işi olmayan, evli de olmayan, artık çocukları ve bir işi de olmayan bir adam bütün vaktini bildiği herşeyi bir kez daha düşünmekle geçiriyordu.
Bir isminin olması onu mutlu etmeye yeterli değildi. Bu isme niçin ve nereden sahip Olduğunu bilmek istiyordu. İşte bu nedenle eski kitapları ismini buluncaya kadar karıştırdı. Sonra bildiği herşeyi bir araya topladı, bizim bildiğimizin aynısını biliyordu. Dişlerin temizlenmesi gerektiğini biliyordu. Boğa- ların kırmızı renge saldırdıklarını ve İspanya’da torero denilen boğa güreşçilerinin Olduğunu biliyordu.
Ayın dünya etrafında döndüğünü ve ayın yüzü olmadığını, o (görülen) şeylerin göz ve burun değil, krater ve dağlar Olduğunu biliyordu.
Nefesli sazlar, yaylı sazlar ve vurgulu sazlar olduğunu biliyordu.
Mektuplara pul yapıştırılması, arabaların sağdan sürülmesi, yaya kaldırımlarının kullanılması, hayvanlara eziyet edilmemesi gerektiğini biliyordu. Selamlamak için elin uzatıldığını, selamlama sırasında şapkanın çıkarılacağını biliyordu. Şapkasının keçeden yapıldığını, tüylerinin devetüyü olduğunu, bir hörgüçlü develer olduğunu, bir hörgüçlülere dromedare denildiğini develerin sahrada yaşadığını ve sahrada kum olduğunu biliyordu.
Bu şeyleri okumuştu, bunlar ona anlatılmıştı ve bunları sinemada görmüştü.
Biliyordu ki sahrada kum vardı. Gerçi kendisi orada hiç bulunmamıştı, fakat bunu kitaplardan okumuştu ve Kolombo, dünyanın yuvarlak olduğuna inandığı için Amerika’yı keşfetti, bunu da biliyordu.
Dünya yuvarlaktır, bunu o biliyordu.
Bu bilindiğinden beri dünya bir küre şeklindedir ve daima aynı yönde gidilecek olursa başlanılan yere geri dönülür.
Ne var ki dünyanın yuvarlak olduğu görülmez, bu yüzden insanlar uzun süre buna inanmak istemediler, çünkü ona bakıldığında düz olarak görülür veya inişli yokuşludur. Üzerine ağaçlar dikilmiş ve evler inşa edilmiştir ve hiçbir yerde yuvarlaklaşmaz ve yuvarlaklaşabileceği yer yani denizde ise deniz bir çizgiyle son bulur, denizin ve yerin nasıl büküldüğü görülmez. Güneş sabahları sanki denizin içinden çıkıp yükseliyor ve akşamları denizin içine batıyormuş gibi görünür. Fakat biz bunun böyle olmadığını biliyoruz, çünkü güneş yerinde kalıyor ve yalnız dünya, evet yuvarlak dünya, her gün bir kere olmak üzere, dönüşünü tamamlıyor. Bunu hepimiz biliyoruz ve adam bunu da biliyordu. Adam, daima aynı doğrultuda gidilirse, günler, haftalar, aylar ve yıllardan sonra aynı yere geri gelineceğini biliyordu; şimdi masasından kalksa ve gitse, daha sonra karşı taraftan tekrar masasına geri dönerdi. Bu böyledir ve bilinen bir şeydir.
Adam «biliyorum, daima aynı yönde gitsem, bu masaya geri dönerim» dedi. «Bunu biliyorum, fakat buna inanmıyorum ve bunun için denemem gerek» diye ilave etti.
Yapacak hiçbir işi olmayan adam «dosdoğru gideceğim» diye bağırdı, zira yapacak işi olmayan kişi pekMa dosdoğru gidebilir
Fakat en basit görünen şeyler en güç şeylerdir. Belki adam bunu biliyordu, fakat hiçbir şey belli etmedi ve bir küre satın
Aldı. Bunun üzerinde bir yerden başlayıp yine aynı yere dönerek yuvarlak bir çizgi çizdi. Sonra masadan kalktı, evinin önüne çıktı, gitmek istediği yöne dikkatle baktı ve orada başka bir ev gördü. Yolu tam bu evin üzerinden geçiyordu ve evin etrafından dolaşmaması gerekiyordu, aksi halde bu sırada yönünü kaybedebilirdi. Bu nedenle yolculuk hemen başlayamadı. Masasına döndü, bir sayfa kâğıt aldı ve «büyük bir merdivene ihtiyacım var» diye yazdı. Sonra, evin arkasında ormanın başladığını düşündü, tam yolunun ortasında birkaç ağaç vardı. Bunlara tırmanmak mecburiyetindeydi, bunun için pusulasının üzerine şunları yazdı. «Bir halata ve ayaklarım için tırmanma demirine ihtiyacım var».
İnsan tırmanırken yaralanabilir.
«Bir ecza çantasına ihtiyacım var» diye adam yazdı. «Bir yağmurluğa, dağ ayakkabılarına ve yürüyüş ayakkabılarına, çizmelere ve kışlık ve yazlık elbiselere ihtiyacım var. Merdiven, ip, tırmanma çengelleri, ecza çantası, dağ ayakkabıları, yürüyüş ayakkabıları, kışlık elbiseler, yazlık elbiseler için bir arabaya ihtiyacım var».
Doğrusu şimdi herşeye sahipti; fakat ormanın arkasında nehir vardı, gerçi üzerinden bir köprü geçiyordu, fakat bu köprü kendi yolunun üzerinde değildi. «Bir gemiye ihtiyacım var ve gemi için bir arabaya ve her iki araba için ikinci bir gemiye ve ikinci gemi için üçüncü bir arabaya ihtiyacım var» diye yazdı. Fakat adam yalnız bir araba çekebildiğinden diğer arabaları çekebilecek daha iki adama ihtiyacı vardı ve bu iki adamın da ayakkabı ve elbiselere ve bunlar için bir arabaya ve bu arabayı çekecek birisine ihtiyacı vardı.
Bir kere herşeyden önce arabaların evin üzerinden öbür tarafa geçirilmesi gerekiyordu; bunun için bir vince ve vinci süren bir adama ve vinç için bir gemiye gemi için bir arabaya ve vinci taşıyan geminin yüklendiği arabayı çeken bir adama
İhtiyacı vardı ve bu adamın elbiseleri için bir arabaya ve bu arabayı çeken birisine ihtiyacı vardı.
«Şimdi nihayet herşeye sahibim, şimdi yolculuk başlayabilir» diye söyledi ve bir vinci olduğu için artık merdivene, ipe ve demir tırmanma çengellerine ihtiyacı olmayışına sevindi.
Daha az şeye ihtiyacı vardı: Sadece bir ecza çantasına, bir yağmurluğa, dağ ayakkabılarına, yürüyüş ayakkabılarına, çizme ve elbiselere, bir arabaya, bir gemiye, gemi için bir arabaya ve arabalar için bir gemiye ve arabaları olan gemi için bir arabaya, iki adama ve adamların elbiseleri için bir arabaya ve arabayı çeken bir adama, bir vince ve vinç için bir adama ve vinç için bir gemiye ve gemi için bir arabaya ve gemili arabayı vinçle çeken bir adama ve bu adamın elbiseleri için bir arabaya ve bu arabayı çeken bir adama ihtiyacı vardı. Adam kendi elbiselerini de ve hatta vinç sürücüsünün elbiselerini de bu arabaya koyabilirdi; çünkü adam yanına mümkün olduğu kadar az araba almak istiyordu.
Şimdi, sadece vinci evlerin üzerinden çekecek ikinci, yani daha büyük bir vince, bunun için vinç sürücüsüne ve bir vinç gemisine ve bir vinç gemi arabasına ve bir vinç gemisi arabasını çeken adama, bir vinç gemisini, arabasını çeken adamın elbiseleri için ve bir vinç gemisi arabasını çeken adamın elbiselerini taşıyan arabayı çeken adama ihtiyacı vardı, bu adam kendi elbiselerini de ve vinç sürücüsünün elbiselerini de, çok fazla arabaya gerek olmasın diye aynı arabaya yükleyebilirdi. 0 halde iki vince, sekiz araba, dört gemi ve dokuz adama ihtiyacı vardı.
İlk gemiye küçük vinç yüklenecekti. İkinci gemiye büyük vinç, üçüncü gemiye birinci ve ikinci araba, dördüncü gemiye üçüncü ve dördüncü araba gelecekti. Buna göre beşinci ve altıncı araba için bir gemiye daha ve yedinci ve sekizinci arabalar için bir gemiye daha ihtiyaç vardı.

Ve iki araba, bu gemiler için.
Ve bir gemi bu arabalar için.
Ve bir araba bu gemi için.
Ve üç araba çeken adam.
Ve bir araba, çekenlerin elbiseleri için.
Ve bir araba çekenin elbiselerinin arabası için.
Ve sonra elbise arabası üzerinde ancak bir arabanın durabileceği bir arabaya yüklenebilir.
Adam ikinci büyük vinç için daha büyük bir üçüncüye, üçüncü için bir dördüncüye, bir beşinciye, bir altıncıya ihtiyacı olduğunu hiç düşünmedi. Gemileri dağların üzerinden geçirmek gerekiyordu. Çünkü dağdan sonra bir göl geliyor ve gemileri taşıyan adamlara, adamları gölden geçiren gemilere ve bu gemileri taşıyan adamlara ve adamların elbiselerini taşımak için arabalara ve yine bu adamların elbiselerini taşıyan arabalar için gemilere ihtiyacı vardı.
Ve şimdi ikinci bir yaprak kâğıda ihtiyacı vardı.
Bunun üzerine sayıları yazdı. Bir cep eczanesinin fiyatı 7 Frank 20 Rappen, bir yağmurluk 52 Frank, dağ ayakkabıları 74 Frank, yürüyüş ayakkabıları 43 Frank yapar, çizme ve elbiselere de para lazım.
Bir araba bu saydıklarından daha pahalı, bir gemi çok para ediyor ve bir vincin fiyatı bir evinkinden fazla ve vinci çekecek geminin çok büyük olması gerek ve büyük gemiler küçüklerden daha pahalı ve büyük bir gemiyi alacak bir arabanın çok, ama çok büyük bir araba olması gerek ve çok büyük arabalar çok pahalı idi. Ve adamlar kendi mesleklerinden para kazanmak istiyorlardı onları aramak gerekti ve bulmak da çok güçtü.
Bütün bunlar adamı kederlendirdi, çünkü bu arada 80 yaşına geldi ve ölümünden önce geri dönmek isterse acele

Etmesi gerekiyordu. 0 zaman yine de büyük bir merdivenden başka bir şey satın almadı, merdiveni omzuna yükledi ve yavaş yavaş yola çıktı. Diğer eve gitti, merdiveni dayadı, sağ- 1am durup durmadığını kontrol etti ve sonra yavaş yavaş merdivenden çıkmaya başladı. Ancak o zaman bu seyahat işini ciddi. diye aldığını anladım ve arkasından bağırdım. «Durun geri geliniz, bu saçma bir şey». Fakat artık beni işitmedi, çoktan çatıya çıkmıştı ve merdiveni yukarı çekiyordu, bin bir zahmetle çatı nın tepesine sürükledi öbür taraftan aşağı sarkıttı. Bin bir güçlükle çatının tepesine çıkıp kayboluncaya kadar bir kere bile arkasına bakmadı. Ondan sonra onu hiç görmedim. Bu olay 10 sene evvel oldu ve o vakitler 80 yaşında idi.
Şimdi 90 yaşında olmalıydı. Gerçeği kavradı ve daha Çin’e varmadan yolculuğundan vazgeçti... Belki de ölmüştür.
Fakat bazen evinin önünden geçerim ve batıya doğru bakarım, şayet günün birinde yorgun ve yavaş yavaş, fakat gülümseyerek ormandan çıksa ve bana doğru gelse: «Şimdi inanıyorum, dünya yuvarlaktır» dese çok sevinirdim.

İrşad:Hasan Basri Tapdık Baba

İRŞAD

Şeriatde ibadet emri gösterilir. Tarikatde sırr-ı ibadet gösterilir. Cami cennet pazarlığı mahalli, meydan Cemalullah pazarlığı mahallidir. Camide, taştan mihrab vardır, meydanda, nürdan elest vardır. Camide imam ve müezzin var, meydanda mürşid ve rehber var. Camide Fatiha okunarak el yüze sürülür, meydanda Fatiha görülerek yüz yüze sürülür. Camide, selamla namazdan çıkılır, meydanda Hü Dost ile tevhidde kalınır. Ehl-i Cami “li-ya’budün” halindedir, ehİ-i meydan “li-ya’rifün” sırrındadır. Camide cehennemden korkularak cennet istirham olunur, meydanda her ikisinden azade olarak rıza ve cemalüllah aranır. Camide teveccüh ile kıble var, meydanda mukabil bil-kıble vardır.
Ehl-i vahdet indinde vücüd-i ademiyeden eşref bir şey yokdur. Eğer olsaydı, Ademinin rücüu ona olurdu. Efrad-ı mevcüdatdan cemi-i mahlükat seyr ve seferdedir. Ta ki kendi hakikatlerine erişinceye kadar.Kendi hakikatini bilip ahılak-ı hamide ile mütehallık olup, İnsan-ı Kamil oldukdan sonra devre karışmaz ve daima süret-i insaniyede haşr olur. Şeriat ve tarikat icadına sebep ahlak-ı hasenedir. Mesela bir veli ile bir fasıkın beyninde hilkatce ahlak-ı haseneden gayri hiçbir fark yokdur. Eğer bu fasık, bu şaki ahlak-ı zemimesini, ahlak-i hamideye tebdil etmiş olsaydı o dahi anın gibi veli olurdu.
Ey aşık!...Çok kimseler vardır ki, kendi zatını bilir. Amma ahlak-i hamide tahsil edemediğinden nakısdır. Ve nice kimseler dahi vardır ki ahlak-ı hasene tahsil etmiş amma kendini bilmemişdir. Yani nereden gelüp ve nereye gideceğinden gafildir. Bu dahi nakısdır. “İnsan-ı kamil” zatını bilip ve ahlak-ı hasene ile mütehallik olmakdır. Evlerimizi türlü türlü ziynetlerle tezyin ettiğimiz halde ruhlarımızı eşedd-i ihtiyac ile muhtac oldukları hüsn-i ahlak ve hakkaniyet gibi ziynetlerden mahrüm bırakırız. Aceba hanelerimiz canlarımızdan daha kıymetli midir? Cesedin sebatı gıda ile rühun sebfitı ise hüsn-i ahlak iledir. Cismi esir eden şehvet, rühu esir eden sü-i ahlakdır.
Malum olaki besmele-i şerifde üç isim vardır. Biri ism-i cemaldir ki “Allah” ism-i zatdır. Ve bir ism-i kemaldir ki “Er- rahman” ism-i sifatdır. Ve bir ism-i cemaldir ki “er-Rahim” ism-i ef’aldir. Bundan malüm olduki besmele ism-i zat, sıfat ve ef’al ile alem-i vücüda gelerek mevcüd oldu. Zat ve sifat ve ef’al olmayınca bir şey vücüda gelmez. Ef’al, sıfat mazharıdır ve sıfat, zat mazharıdır.
Ey aşık-ı dünya ve ahiret, berhudar olmak istersen bil ve agah olki, gönül bir şehristan gibidir. Ol şehirde iki padişah vardır. Her biri kendi işine hakimdir. Bunlardan hangisi galib olsa hüküm onundur. O iki padişahrn birisi “akhndır”. Biri dahi “tabiatındır”. Tab’atın bir adı da “şeytandır”. Akl Cemale mazhardır. Tabi’at Celale mazhardır, adı “nefs-i emmaredir” ve “şeytandır”. Eğer, iklim-i vücüdda Celal icra-yı ahkam ederse ki sıfaları bunlardır, tama’, hırs, cehi, kibir, kin, ucb, buhl, hased, gazab, adavet, gıybet, hezl, kizb, inkar, gaflet. Bu sıfatlarla muttasıf olanlar behaimden ma’düd ve hayvandan aşağıdır.Sıfat-ı Cemale mazhar olan zevatın libas-i fahri İlm, hilm, tevazu, sabr, sehavet, şefkat, ıkrar, tevekkül, huzur-i kalb, hürmet ve sıdk, mürüvvet ve kerem, aşk-ı İlahi ve gerçeklikdir. Bunlar daima iklim-i vücüdda daimi muharebededirler. Gözün aç. Fena huylarını iyi huylara tebdil et. Ebedi uyku gelmeden kalini hal eyle vesselam.
İşbu derdin bulmak istersen dermanını
Mürşide var tuta gör damanını.

Hasan Basri Tapdık Baba

OKUNACAK KİTAP


OKUNACAK KİTAP



Maraş kitaplarından biride Aşık Mustafa Zülkadiroğlu’na ait.
1927–1994 yılları arasında yaşayan Mustafa Zülkadiroğlu Aşık geleneğinin temsilcilerinden.
Memurdur, Çete Bayramlarında sunucudur,
İlk kitabını 1964 ‘de çıkartır.1967 yılında Bomboş adlı kitabı yayınlar. TRT temsilciliğini de yapan Zülkadiroğlu duyarlı yanıyla Maraş’ta yaşamanın zorluklarını dile getirir.
Kitabın içindekiler bölümüne baktığımızda şu başlıkları görüyoruz; Maraş ve dolayları, asker mektupları, bomboş, dergi ve gazetelerden.
Kitabın şu dizeleri yazarak bu kitabı okumanızı hatırlatıyorum.
“Dermanım kalmadı artık yoruldum
Ceyhan köprüsünde ismen soruldum
Üngütü geçince birden duruldum
Tabire muhtaçtır düşü Maraşın”