Merhaba

Merhaba

Kar, boran fırtına
Hayatın tekdüze devam eden vakitlerine uzanan Rahmetin eli değil mi? Sıkıntı veren, yaşama duyarlılığını bitiren demlerin farklı boyut zenginliğiyle çeşitlendirmesi gerekiyor böyle değişimlerle.
Zirvelerde beyaz çiçekler!
Yönetimin büyüsüne tutulan kurumlar ve onların esrük halleri. Oniki farklı dengeyle yürüyen “Devlet” sisteminin doğal gerginliğinde var olmaya çalışan Demokrasi.
Demokrasiden vaz geçmeyeceğiz!
Medeniyetin uygarlık yarışında var olmanın anlamı bugün Demokrasi’den geçiyor. Türk Milleti Demokrasi potasında şekillenecek başka yol yok.
Karlı Tanrı Dağlarında ki gövşen gözlü Bozkurtlar Roma’ya dikeceği üç hilali gözleye dursun dünya hangi sürprizlere gebe.
Şahmeran dirildi!
Marta ayında yeni kitabım Şahmeran sizlere ulaşacak.
Elimizde kancık katır sidiğiden suyu verilmiş Zülfikar var Haydar’ın duası yüreğimizde ulu yemin gelsin dünyanın kızıl cehennemleri.
Ateş sarsın dört yanı, dert kavursun benliğimizi!

Miras - İsmail Karakurt

Miras

Badem çiçekleriyle çağırdığım
Baharı başlatan çaba
Kime kalır

Kime kalır
Gök ekinden öğrendiğim
Bir buğdayın bir toprakta gördüğü düş

Narçiçeğinde yandığım
Alev tomurcuğu aşk
Kime kalır

Kime kalır
Sütünü akıtmış incirde duyulan şarkı
İçini döken aşık

Bozkırda dinlediğim lahuti ses
Meşe ağacının yalnızlık uluması
Kime kalır

Kime kalır
Ömür kuşunu tamamlayan uçtuğum
Taşın serinlik çağrısı

İsmail Karakurt

M. KAYA BİLGEGİL


M. KAYA BİLGEGİL

(1921 - 1987)

“Fatih OKUMUŞ”




M. Kaya Bilgegil küçük yaşlarından itibaren şiir yazmış, lise yıllarında mensur şiire yönelmiş “safi Türkçenin fikir yazılarını ifadeye yetmediğini görünce Osmanlıcaya dönmüş” (1977, s, 431) bir Türk dili ve edebiyatı araştırmacısıdır. 1966’da doçent 1970’te profesör oldu.
M. Kaya Bilgegit’in, şiir anlayışını, men sürelerini topladığı Cehennem Meyvesi kitabı içinde yer alan “Şiir ve Mabadı” başlıklı makalesinden öğreniyoruz.

A. Şiir Tarifi
Hegel’in “sanatın hayretten doğduğu’ düşüncesini kabul eden Bilgegil, buradan hareketle bir şiir tarifi yapıyor: “Şiir, iç dünyadan veya dış dünyadan gelen güzellik ihsasının doğurduğu hayret hissine lisanın güzelliğini kullanarak beden verme sanatıdır.” (1944, s. 9,10) Sonra bu tarifi biraz daha şümullendirme ihtiyacı duyarak ‘şiir, insan ruhunda geçen vakıalara lisan müzikalitesinden beden verme sanatıdır” (1944, s. 11) diyor. Biraz sonra “şiir, lisan musikisinde erimiş ben’dir” (1944, s, 15) şeklinde bir tarif yapıyor. Bilgegi in, şiirin farklı yönlerine dikkat çeken tarifleri makale boyunca yer yer devam ediyor. Poe tarafından ortaya atılan saf şiir kavramını ise şöyle anlıyor: “Saf şiir, sonu mücerret ilhama, susmağa varan bir lisan tasfiyesinin limitidir” (1944, s. 17)
“Şiir, rabbin hazinelerinde insan kalplerinde, kendi içimizde, mekân ve hayyiz kelimelerinin gerek mücerret, gerek müşahhas medlulleri içinde kazandığımız görgü ve duyguları kullanarak mısralar halinde yeniden imal etme sanatıdır.” (1944, s. 24) Hâsılı, “şiir bütün zihni melekelerin iştirakini isteyen bir faaliyetin mahsulüdür.” (1944, s. 24)

B. Şiir ve İbda
Şiir ibda mıdır, icat mıdır, halk mıdır? Bu soruların cevabını arayan Bilgegil, şiirin “mevcut bir varlıktan biçim vermek” demek olan halk olduğu kanaatine varıyor. ‘Şiire, mevcut bir varlıktan, yani lisandan beden verildiğine göre, o, ibda değil; halk edilmiş oluyor.” (1944, s. 10) Bu kanaatini daha da uç bir noktaya götüren yazar, “Allah’ın yarattığı Sevantes’i kimse tanımaz; fakat Servantes’in yarattığı Don Kişot’u herkes bilir” sözünü şiire tatbik etmeye mani görmeyerek; halk etmesini bilen insanın bazen Tanrı’nın halk ettiklerinden daha üstününü halk edebileceğini iddia ediyor. (1944, s. 10)
Esasında ibda, icad ve halk kelimelerinin Kur’an-ı Kerim’deki kullanılış biçimlerinden yola çıkan yazar, Kur’an-ı Kerim’e bihakkın vakıf olmadığından hataya düşüyor. Çünkü Allah Kuran’da kendisini “ahsehü’l-halikin” (yaratanların en güzeli, en üstünü) olarak tavsif etmiştir. (KUR’AN, 23.14; 37.125)

C. İlham ve Sebat
Saf şiir için yalnız başına ilham veya yalnız başına sebat kâfi değildir. İkisinin bir arada bulunması gerekir. “ilham şuuri veya gayrı şuuri surette kazanılmış intibalar muhassalası”dır. (1944, s. 19) “ilham bir güzel mısra getirirse, beraberinde hayli de molozları sürükler. Saf maden, filizlerin tasfiyesi ile elde olunur. İlham süzüldükten, beraberindeki ecnebi unsurlardan tecrid edildikten sonra mısraa kalbedilmelidir Bu ameliye de ancak zevk-ı selimle müşkülpesent kaidelerin müşterek kontrolü sayesinde icra olunabilir. Sözün kısası, ilhamın kontrolü lazımdır,’(1944, 5. 16)
Saf şiir için mutlaka ilham gereklidir; sadece mısra imali” yeterli değildir Ancak şair, geçici ilhamlara aldanmamalı, hissin tamamen yetmesini, olgunlaşmasını beklemelidir. Eğer ilham muhtelif zamanlarda tekerrür ediyorsa, devamlı bir hissin şeraresi ise, şair onun hem devamlılığı hem de kendine aidiyeti konusunda mutmain olmuşsa, işte o vakit ilham tespit edilmeli, ondan sonra mısra haline konmalıdır. (1944, 5. 13)

D. Mısra İşçiliği
Bilgegil “en güzel şiirin ancak mısralarla vücuda getirilebileceği’ (1944, s. 43) kanaatindadır. “Mısra yapmak lazım, evet oldu” deyinceye kadar uğraşmak, kendini vermek. Hiç bir zaman “istediğim bu idi, yaptım” diyemedim: “Daha, daha” diye çırpınıp durdum. (...) Şair de nihayet insan, susacak kadar ilah olamıyor.” (1944, s. 16)

E. Müphemlik
Şiir nesir gibi, bir meramı doğrudan doğruya anlatma gayesi gütmemelidir. Şiir mutlaka bir şey söylemeli, fakat bunu söylerken dolaylı bir üslup seçmeli, hakikatleri, üzerine bir tül perdesi çekerek ifade etmelidir. Bu düşünceyi M. Kaya Bilgegil şöyle ifade eder:
“Şiir bir bakıma göre vuzuhtan firardır. Bu firar dalların yapraktan firarına benzetilebilir; mutlak yapraksızlık ağacın hayatıyetini kaybetmesiyle istihsal edilebildiği gibi; mutlak iphamiyet te susmağa müncer olur. Şair için işte bir rnüşkilat daha: Söylemek ve vuzuhtan sakınmak. Asla bu iphamiyet, mansızlık anlamına alınmamalıdır.”(1944, s. 22)

F. Şiir ve Musiki
Şiir birçok sanat dalıyla alakadar olmakla birlikte en ziyade musıki ile verimli bir alışveriş içindedir. Bilgegil sembolizmin; pozitivizmin mutlak hakimiyetine, sanat alanında bir tepki, “bir hasreti takip eden bir vuslat”, şiirin musiki ile yaptığı izdivaç olduğu görüşündedir. (1944, s. 9)
“Nesrin dilinden ari, musiki gibi yalnız kendine has, şiirden başka bir yerde kullanılmayan bir dil (1944, 5. 18) arayan yazar, önce musikiyi kıskanır, sonra da ona kin duyar. Valery ve başkalarının da aynı çileyi çektiklerini sonradan keşfeder.
En başta verdiğimiz, şiir tarifinde geçen ‘ lisanın güzelliği” tabirinden kasdı “lisanın doğurduğu musicalite’dir; ki, yalnız vezin ve asönansa kadar tahavvül eden türlü kafiye şekillerinin doğurduğu hariciT rytme değil: her kelimenin zihinde tedai ettirdiği iç müziktir.” (1944, s. 10)

G. Şiir ve Roman
Şiirimize, romana ait bazı unsurların sızdığından yakınan Bilgegil, artık şiirden, romana ait unsurların tasfiye edileceği günün geldiği görüşündedir. Şiirde tasvir ve tahlile çalışmak, onun lüzumundan fazla uzamasına ve en nadide mısralarla en perişan sözlerin aynı başlık altında sıralanmasına yol açmaktadır. Bu yüzden “ şiirde romana ait ne kadar unsur varsa onların çıkartılması lazım geldiği gibi; romandan da şiir? unsurların tecridi lazımdır.’ (1944, 5. 39)
Bilgegil, artık romanın bir edebi tür telakki edilmemesi, münhasıran didaktik bir gayeye hadim olması” gerektiğini savunur. Roman doğrudan doğruya psikolojiye ve sosyolojiye materyal hazırlamalı, heyetler tarafından yazılmalıdır. Hem roman istiklalini kazanmalı, hem de şiirden romana ait unsurlar çıkarılmalıdır.

H. Tabiat Tasviri
Saf şiirde saf tabiat levha ve hadiselerinin mevzu oluşu nadirdir.” (1944, s. 32) diyen yazar, klasik edebiyatı, pastoral tasvirlere yer vermemiş olmakla suçlayanlara karşı bu edebiyatı savunur ve eski Türk entellektüellerinin eşyayı atalet kanunu tesirinden kurtararak ona ruh verdiklerıni, bütün varlıkları şiirde insana yükselttiklerini söyler.
“Edebiyat tarihçisi geçinen bazı zevatın divan şiirinde mücerret ve münhasıran tabiat tasvirleri ve levhaları bulunmadığı halde, halk şiirinin bu bakımdan eksiksiz olmasını ileri sürmeleri tamamen indi ve kabli bir mütalaadır. Eski Türk entellektüelleri için bir nakise telakki edilen bu keyfiyet, bana göre bir kemaldir.’ (1944, s. 32)

İ. Şiirde Tefekkür ve Tefelsüf
Bilgegil, öğretici gaye taşıyan manzumeleri şiir saymamaktadır. Poe’nin, şiiri, aralarında derece farkı bulunan bir takım unsurlara ayırmasını ve ikinci plana alınmak kaydıyla şiirde doğru ve hakikiye yer verilebileceği görüşünü de kabul edilemez bulur: ‘ Bana göre, aralarında derece farkı bulunan ve inşadan sonra da hissedilen unsurlar yok, bizzat şiir vardır. O, unsurlarına ayrılmıyan bir vahdettir; onda, her türlü zihni hallerimizin benzerini veya isteğini bulmak mümkündür: Fakat bu hallerin hiç birisi de onun kendisi değildir. O, teemmülün bedii bir ikazıdır. Yahut bediinin teemmülü ve idrakidir. Bir bütündür: Ahenk unsuru, fikir unsuru diye unsurlara ayırmak, ancak öz şiirden ayrı olan manzumeler için yerinde olabilir.” (1944, s. 37)
Ona göre nasıl ki bir meyvayı, içindeki bilmem hangi vitaminden istifade etmek için değil, tad almak için yersek; şiir de böyledir. Tefekkür şiirde tabii olarak vardır. Ancak bir düşünceyi açıklamak için şiir yazılmaz. Çünkü şiir saf ve bedii bir tefekkürdür (1944. s. 37) Nesir ise labediidir. Ani bir seziş isteyen şiir, “tefekkür ve teemmülün ta kendisidir; şiir, fikir dalgalarının ölçüler derununda ikamet için, şairin zevk ve cehdine teslimiyetidir.” (1944, s. 36,37)

K. Şiirde Ölçü
M. Kaya Bilgegil şiirin hiç bir zaman ölçüsüz olamayacağını, ölçülü davranmanın insanın şanından olduğunu söylemekte ve “ÖlçüIü davranmalar, bize insan olmak haysiyetinin verdiği bir imtiyazdır: Bu imtiyazı, tefahurla yaptığımız bedii yaratmaya niçin tatbik etmeyelim’” (1944, 5. 40,41) demektedir. Çünkü san’atkar olmak bir takım kayıtları baştan kabul etmek demektir.
“Şiir-i mahz için veznin lüzumu”na inanan yazar, kitabını mensur şiirin vücude getirilmesinin imkanını kabul edişiyle hazırlamağa başladığını, en güzel şiirin mutlaka nazımla inşa edilebileceği kanaatına vardığı gün neşr olunduğunu belirtiyor. Anlaşlan vezin konusunda önce yeni arayışlara girmiş, sonunda başladığı noktaya dönmüştür: “An’anevi şekilde olmasa bile, her ruh halinin riyazi bir beyan kisvesi bulması; şiir için şarttır.” (1944, s. 44)
“Sanatın suni ihtiraslar meydana getirerek insanı meşgul ettiğine” (1944, 5. 27) inanan ve “şair, susmağı inmeğe daima tercih etmelidir (1944, s. 18) diyen M. Kaya Bilgegil, şiir sanatı üzerine bunca düşünce üretmesine karşılık çok az şiir söylemiştir.

KAYNAKLAR
KUR’AN-I KERİM
BİLGEGİL, Kaya, 1944 . Cehennem Meyvası. Yeni Türk Matbaacılık A.Ş. İSTANBUL
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi - 1 (Devirler, İsimler, Eserler, Terimler). Dergah Yayınları. İSTANBUL
* Fatih Okumuş

Köroğlu Hikayesi

Hacı Ali ÖZTURAN

(Geçen Sayıdan Devam)

KOÇ KÖROĞLUNUN KALESİ

Bir sabah Deli Yusuf, Köroğlunu çağırdı. Köroğlu birkaç binbaşıyı ya-nına alarak Deli Yusufun yanına vardı. Elini öptüler. Deli Yusuf:
-Çamlıbel bizim meskenimizdir oğlum, dedi. Bundan sonra buralıyız biz. Yukarıdaki Çamlıbele büyük bir kale yaptır. Ağaçlandır. Suyunu, yolu-nu düzelt. Ver bakalım sazımı. Bir de telden diyeyim.
Aldı Deli Yusuf:

Bir yiğit haykırıp meydana girse
Arka verip sığınacak yer gerek
1/73 Çamlıbele metin kale yapmaya
Kendi yiğit özü metin er gerek

Hey n’olanda oğlum Ali n’olanda
Zor düşmanı bölük bölük bölende
1/74 Padişahın divanına varanda
Dil tutulur dil tutar er gerek

Sıra sıra koçyiğitler dizersin
Alayları bölük bölük bölersin
1/75 Barhaneyi Çamlıbele çözersin
Burda sana barınacak yer gerek

Göğüs gerek arka verek dağlara
Hizmet edek bahçelere bağlara

1/76 Şöhret salmak için nice illere
Şimdi sana kale gerek sur gerek

Eyvan gerek oturmaya yar ile
Bir de saki mey doldura naz ile
1/77 Yiğitlerin kumandasın saz ile
Vermek için yakışıklı ser gerek

Deli Yusuf tamamladı öğüdü
Sen tamam et yirmibir bin yiğidi
1/78 Gözlerim görmüyor suçum ne idi
Öc almaya senin gibi er gerek


Diyerek yirmibir binbaşı, yirmibir bin asker bulundurmasını öğütledi. Öcünü almasını bir kez daha anımsattı.

(Bir kısım ustalar Köroğlunun binbaşı sayısını babasının öğüdüne uya-rak yirmibire çıkardığını söylediler. Nuh Osman on dört binbaşısı olduğunu söylüyor.)
Köroğlu babasının öğüdünü tuttu. Kentten yapı ustaları, ameleler getirt-ti. Çamlıbelde büyük bir kale inşaatı başlattı. Ülkenin dört bir yanına adam-lar göndererek fidanlar getirtti. Bir de bahçıvan tuttu. Bahçıvan kumarcıy-mış. Aşık atarak servetini yitirmiş. Beni ancak Köroğlunun kalesi temizler, diyerek çoluğunu çocuğunu alıp, Çamlıbele gelmiş. Bu bahçıvan Malatyadan kayısı, Maraştan armut üzüm, Amasyadan elma fidanları getir-terek işe başladı.
………………………………………………………………………
Kalenin yapımı da, fidanların büyümesi de Çamlıbeldekilere göre ağır-dı.Ama arada bir Çamlıbele yolu düşen kervancılara göre yapı hızla ilerli-yordu.
Artık Köroğlu, Köroğlu olmuştu. Yusuf onu istediği gibi yetiştirmişti. Deli Yusuf, artık bu ortamdan ayrılması gerektiğini düşündü. Köroğlu, ba-bası oradayken rahat hareket edemiyordu. Ona gereken serbestiyi sağlama-lıydı. O yörede Deli Yusufun bir arkadaşı varmış, onun yanında kalmak istiyordu.
Birgün Köroğlunu çağırdı. Durumu anlattı. Köroğlu, “Peki baba.” dedi. Hazırlıklar gizli yapıldı. Bir gün baba oğul, gittikleri yeri söylemeden yola çıktılar. O köye gittiler.
Köroğlu babasını istediği yere emanet etti. Onlara da bu sırrı saklamala-rını sıkıladı. Çünkü bir yiğit ne kadar sevilirse sevilsin, düşmanı da olurdu. Köroğluna kötülük etmek için Deli Yusufa, Deli Yusufu barındıranlara zarar verebilirlerdi. Onun için bu olayı sır yaptılar.
Köroğlu babasının yanına bir heybe altın bırakıp döndü.
Günler böylece geçip gidiyordu.

Devam Edecek

İrşad:Hasan Basri Tapdık Baba

İRŞAD

Der Beyan-ı Kıble

Biri tenin kıblesi
Biri kalbin kıblesi
Biri aklın kıblesi
Biri fehmin kıblesi
Biri canım kıblesi ki
Cemal-ı zatullahdır.

Tenbihğt-ı Tarik

Evvela tevbe.
Yaramaz işlerden kaçmak ve kaçınmak.
Nefsin muratlarını vermemek.
Şehvetden feragat etmek.
Hak nefsine mut’i olmak.
İkrarına dürüst olmak.
Gönlünden şek ve gümanı red etmek.
Hizmeti adab üzere eda etmek.
Varım yol uğruna feda etmek.
Kimseye kem bakmamak.
Teslim ve tevazu ehli olmak.
Dalın gönül üzere olmak.

Nasihat-ı Tank

Evvela el ele, el Hakk’a.
Öz söyle sadık ol.
Kavgalı yere yarma.
Bilmediğin kimse ile refik olma.
Düşmanlığı sebkat etmiş kimse ile dost olma.
Kimsenin meclisinde kahkaha ile gülme.
Kendinden büyük kimse ile mücadele etme.
Müstakim ol, Zahmete sabr eyle.

Evvela fikr edip sonra söyle.
Her sırrını evlad ve iyaline söyleme.
İbadetine ve malına güvenme.
Halim, selim ol.
Ehl-i inkare gönül verme.
Evliyaullahın kelamını münkir olanlara söyleme.
Dünya için gönlünü mahzun etme.
Na-ehilden bir şey isteme.
Dervişlik satma.
Sadık ol.
Açık kelam söyle.
Şair olma.
Ekabir ve rical kapısına yarma.
Her vechile haline şükreyle.
Yalancıya doğru söyledin deme.
Elinden gelirse yalnız sofraya oturma.
Tarikat kardeşini Hak kardeşi bil.
Evliyaullahdan ve mürşidinden gönlünü ayırma.
Ahdine vefa et, vaktini zayi etme.
22.2.1935
Cuma günü akşamı
Tecelliyat-ı ilahiye üçdür.
Birincisi: Tecelli-i cemalidir.
İkincisi: Tecelli-i sıfat-ı celalidir.
Üçüncüsü: Tecelli-i zat-ı kemaldir, Bu tecelliyat-ı ilahiyeyi bilmek, meratib-i tevhidi bilmeye mutevakkıfdır.
Meratib-i tevhid üçdür. Tevhid-i ef’al Tevhid-i sıfat Tevhid-i zat. Ve bu üç makama meratib-i velayet de derler. Esrar-ı hakikat de derler. Cemal-ı vahdeti müşahede etmek hicabatı ve ikiliği kaldırmakla zevk olunur.
Mertib-i hakikatin ibtidası tevhid-i ef’aldir. Bu makamın tarifi şöyledir ki suver-i zahiriyeden (bu suretlerden) hir olan şeylerin cümlesine sıfat derler. Ef’al-i İlahiyenin edebi ve keyfiyeti şöyledir ki, ef’alin cümlesini, yani bize nisbetle iyisi ve fenası Hakk’a nisbet edilecek. Ef’alin iyiliği ve fenalığı bize nisbetledir. Hakk’a nisbet olundukda cümlesi hayırdır ve isimlerden biridir. Onun için ehlullah ef’ali Hakk’a isnad eder. Ve Allah zina etti demez. Zira, zina ismini icad eden nisbetdir. Eğer bir filin kula nisbeti olmamış olsa, o filin iyiliği ve fenalığı tayin olunamaz. Ve bu makamın rabıtası “La faile illallah” dır.

Kitap Tanıtımı


İSTİKLAL SAVAŞINDA MARAŞ




Kitaplarda insanlara benzer. Doğar, büyür ve yalnızlığa terk edilir. Kitaplıklardaki sessizlik ehline neler söyler neler.
İstiklal Savaşında Maraş Adı Teberrik. Maraş harbi esnasında Veteriner Müdürü olan Hüsameddin Karadağ’ın yazdığı bir eserin bu güne uyarlamış şekli.
1925 yılında Hüsameddin Karadağ kitabın yayınlaması için girişimlerde bulunmuş ama sonuç alamamış kitap yayınlamak için 1943 yılını beklemiş. Kitap ta başka yazılarda var: Şeyh Ali Sezai Efendinin notları, Gazi Mustafa Kuşçunun dilinden milli mücadele, Serdar Yakar’ın denemesi.
Maraş Harbinin bilinmeyen tarafları için eldeki malzemelerin ciddi şekilde tasnifi gerekiyor işte bu kitap o yoldaki basamaklardan biri, yayında emeği gençleri kutluyorum.
Kitabı 0344 225 13 00 dan temin edebilirsiniz.