Merhaba

Merhaba

Yaz Bitti…
Güze merhaba. İncir kuşları, Ahırdağının hemen üstünde öbek öbek toplanan beyaz bulutlar, buğulaşan Mahrabaşı üzümü sana da merhaba.
Dağlarda geyikler, yücelerde şakıyan şimşekler, doğan gün, batan ay, Kozludere, Kavlaklı, Ceyhan, Göllü, Gökahmetli sizlere de merhaba.
Okuyan, Milcandan bir harf öğrenen Şah’ın kulları sizlere de merhaba. Zahire tutma demlerini bitirdik, tütün balyalayıp, çaylarımızı, kahvelerimizi güz esenliklerine sunduk. Bilgiyi hikmet ateşinde dağlayıp, aklımızı Çalap’ ın gökkuşaklarına salacağız.
Demokrasi geleneğinin eksiğini Milcan da tamamlamak vazifemiz. Yasama, Yürütme, Yargı’ dan ,ibaret olan Demokrasiye FAZİLET maddesini ilave ediyorum. Anadolu demokrasisi FAZİLET hakikatinden yoksun olduğundan inandırıcı olamamış tır evet Demokrasinin ölçüsü FAZİLET olacaktır.
FAZİLET siz demokrasi Anadolu insanını kasıp kavuruyor bu demokrasi için FAZİLET ilkesi şart.
Nurhak, Salvan dağının sümbülleri artık boynu bükük olmayacak.

CANIMA YAKARIŞ

CANIMA YAKARIŞ

Akşamı getirir gözlerin
Dilimde aşkın nağmeleri…
Dünden kalan
Yeminlerimle eşiğindeyim
Yıldızları topladım ay vakti
Sözlerim efsunlu vakitlere ayarlı
Seninle başlıyorum geceye

Türkülerim dilimde
Aşka dair
Yoldaşım Mecnun
Gazel okur dilleri

Kırlangıç yuvalarına hüzün
Sevgilim neredesin?

ALİ BÜYÜKÇAPAR

Gurgumda Zaman

Gurgum da Zaman


(1980’li yıllar)
Mehdi Zuhur Etti Mi?


Haydarlı dan tanıdık yüzlerle çokça din adına konuşmalar yapıyorum.Camii eski. Trenci Kadir’in imam olduğu vakitler oluyor, cami imamı öğrenci olduğunu bahane ettiğinden bazen namazı Trenci Kadir kıldırırdı.Tartışmalar başlardı akabinde.
Dere kapanmak üzere, Kanlıdere de hummalı çalışmalar yapılıyor çarşıya gitmek için o mekanı seçiyorum, inşaat kalıpları üzerinden akrobasi hareketleriyle geçiyor yolu tamamlıyorum.
İklime Hatun’a yetişmeliyim. Ömer Faruk Hocadan Arapça okuyorum kitap Mustafa’nın heceleye heceleye harekeliyor bir an önce Nahiv kitabını bitirip halkayı tamamlamaya uğraşıyorum. Ali Parlak Ulu Cami de ders veriyor ama ben İlime Hatun ‘u tercih ediyorum, ora daha mistik geliyor.Uzun sessizlik evreleri olunca kendimi gökler ötesi yolcusu sanıyorum ha perde açıldı ha açılacak ve Tanrının esmaları tecelli edecek!
İki tel sakalım var.
Gözlerim ışıl ışıl yüreğim ıpıl ıpıl saadet asrının heyecanında her gün dindarlaştıkça farklılaşan varlığım hafif, az yiyor az içiyor çok azda uyuyorum bir deri bir kemik olduğumu söylüyor validem zoraki yemek yediriyor bana.
Bit pazarında eskiciler var dükkanlar boş evlerin çoğu toprak, Gülüm Ahmet’in kitapevi yolumun üstünde ara sıra ona da uğruyor kitaplara bakıyorum.Arslan İspir hep vakur yeni eczahane onun, fotoğraflarla o aklımda.
Ulu Cami’yi teğet geçiyorum hızlı adımlarla İklime Hatuna ulaşmalıyım dersim çok önemli okuyacağım metni ezberledim bir de onu Ömer Hoca’ ya vereceğim beğenisi çok önemli o ‘aferin’ derse sevineceğim.
Dünyadan bana ne !
Yaşamamın anlamı dünya için değil.Saadet Asrının müptelasıyım devamlı dünde yaşıyorum bugün ne deseler haberim yok.Doğrusu haber dediğim şeye ihtiyacım yok.Merdivenleri çıkıyorum daracık bir hücre iki kapılı birinci kapıdan girince hafif ardiye odun yığını eski kilimler döküntü içeride kapının girişinin tam karşısında yerde çaput minder Ömer Hoca onun üstünde güleç yüzü sakalı, düşünceli tavırlarıyla hep gönlümde buyruğu umut sözü önemli her şey o.
Cemaat var tek tük sessizce oturup bir kelime için bekleşiyorlar ama onlara verilecek hikmet bu günlerde yok. Fahri müezzin Kapalıçarşı da bezirgânlık yapan gayretli biri orada müezzin olmak onun için dünyalara değer. İkindiyi kılıp derse geçeceğiz önce ezan, kapıda duruyorum Ömer Hoca’nın takunyalarını eşiğe koymak benim görevim iki hapapı özenle oraya koyup elpençe bekliyorum.
Namaz bitti.Cemaat dağıldı.Dışarıda türbenin hemen bitişinde oturuyoruz.Ömer Hoca küçük taburede bende yanındayım’’gözünü kapa şu kelimeleri tekrar et’’buyruğu aklımda.Günler on iki eylül demleri.Sohbetler oluyor tarif edilen kimselere görünmeden yitilecek nokta da buluşulup oradan bilinmeyen daha başka yere gidilip Nur’dan ders dinlenecek.Aman Allah’ım ne saadet!
Batıpark’ ta söyleşiyoruz oradan bir eve gideceğiz diye düşünürken fısıltıyla oradan Aladan tarafına yöneltiliyorum tarif edilen evin kapısını tek vuruşla çalıyorum uzunca bekliyorum derken kapı açılıp içeri giriyorum.Pencereler kapalı yoldan gelebilecek her sese duyarlıyım ders okunuyor kaos kaotike’ye dönüşmüş bilgi o karda önemli o vakitler kendimi yeryüzü bahtiyarı olarak görüyorum.

Dindarlaşıyorum ama o kadar da gerçek dünyadan uzaklaşıyor bir noktanın içine sığınıyorum. İlahiyatta okuyorum orada bulunan arkadaşların yapıp ettiklerine hayret ediyorum onların basitliklerine kahroluyorum şimdi sen ilahiyat Fakültesi’nde okuyacak bu bayağı şeylerle uğraşacaksın diye sitem ediyorum.
Sürtünmesiz alemlerdeyim!
Said’in babası da risale-i nur okuyanlardan sakladıkları kitaplar ve dillerinden düşmeyen “Üstad” sözlerine büyüleniyorum.Sahabe efendilerimiz mağaralarda gün geçirirlermiş ya onlar beni alıp Pınarbaşı’nın biraz üzerindeki mağaraya götürüp ders yapıyorlar, şaşırıyorum ama bundan annem babam dahil kimseye söz etmeyeceğime dair yeminler ettiriyorlar.Azık alıp sıkça o mağaraya yollanıyoruz Said’in babası Said ve ben neler oluyoruz neler kendimden geçiyor zamanın sislerini ellerimle dağıtıyorum az ötede görülen kent Maraş değil Mekke sanki.Sıcaklar artınca mağaranın serinlerinde zikirle murakabeye dalıyorum ama ne düşündüğümü bende bilmiyorum sadece düşün diyorlar bende düşünceyi düşünüyorum.
Sofuluğum artıyor.
Patikaların biraz ötesinde bağlar var. Yakında “Mehdi” zuhur edecek deniliyor.Hatta Horasan’dan çıkmış yola bile sözleri yüreğime kor ateş gibi düşüyor.Dindarlaşmalıyım hem de alabildiğince.
Yeni hiçbir şey giymiyorum.
Okuduğum kitaplara inanıyor orada yazılan her bilgiyi önemsiyorum başkalarının lakayt tavırlar üzüyor dahası hasta ediyor.Mehdi gelince ne yapar bunlar diye kaygıdan daha çok ibadete önem veriyor herkesi uyuduğu o geceleri mum gibi ayakta geçiriyorum.

ÇIĞLIK (NEFES)

ÇIĞLIK (NEFES)

Baharda açar tomurcuk gül
Dikenlere rahmet sen gül
Ellerin Âdemin çamurunda
Yüreğim seninle bir gül

Zeytin yeşilinde düş
Kara toprakta ince sızı
Toplar senin ulu rahmetin
Yüreğim seninle bir gül

Kırlangıç çığlığı umut
Kelebeklerin nazlı dansı
Ansızın parlar ışığın
Yüreğim seninle bir gül

Kelimelerim demli esrük
Karanlıkta parlar Yedibeyza
Şah Ali bugün o vadinde
Yüreğim seninle bir gül

EJDER POLAT

Pendname - Feridüddin-i Attar

ATTAR’IN ÖGÜTLERİ

ESİRGEYEN VE BAĞIŞLAYAN TANRI ADIYLA

Sayısız hamd ve minnet bir avuç toprağa iman ışığı veren eşsiz Tanrı’ ya yaraşır. Âdem’ in bedenindeki ruhu üfleyen, Nuh’un tufandan kurtaran odur. Ad kavminin cezasını vermek için kahrıyla fırtınaya emir veren odur. Lütfünü gösterince sevgilisi (İbrahim)’ e ateşi gül bahçesi yaptı.
Seher vaktinde Lut kavminin altının üstüne çeviren yine o padişahtır. Onun tarafına bir düşman (Nemrut) ok atmış fakat bir sivrisinek bu düşmanın işini bitirmeye kafi gelmiştir. Düşmanı (Firavun)’ u denizde boğan mermer taşının içinden (Salih Peygamberi gerçeklemek için) deve çıkaran odur. O kudretli ve ebedi olan Allah inayet buyurunca Davud’un elinde demir mum gibi oldu. Süleyman’a mülk ve sultanlık verdi, şeytan ve peri onun mührüne (fermanına) boyun eğdi.
Eyyub’ un teninden böceklere azık verdi, Yunus’un bedenini balığa bir lokma yaptı. Bir kulun (Zekeriyya Peygamberin) başına destere indirir, başka bir kulun başına taç giydirir Sultan odur. Her ne dilerse onu yapar, isterse cihanı biran içinde yok eder. Sultanlık ona aittir. Hiç kimsenin ondan hesap sormaya gücü yetmez. O birine nimet ve hazine bağışlar, ötekine acı ve zahmet verir.
Birine iki yüz kese altın ihsan eder, berikki ekmek hasretiyle can verir. Biri sincap ve samur kürkler giyinir, öteki tandırda çıplak yatar. O biri atlas ve seccadeler üzerinde oturur. Beriki buz gibi düşkünlük toprağında yatar. Bir tanesi bin naz ve izzetle taht üzerine kurulmuş, öteki yoksulluktan ağzı açık bir halde. Göz açıp kapayıncıya kadar cihanı birbirine çarpar, burada söz söylemeye hiç kimse güç yetiremez.
O öyle bir Tanrı’dır ki hava kuşlarına balığı azık yapar, kullarına şahlık devleti verir. Babasız çocuk (İsa) doğurtan, beşikteki yavruyu konuşturan odur. Yüz yıllık ölüyü (Uzeyr) diriltir. Bunu Tanrıdan başka kim yapabilir? Öyle bir yaratıcıdır ki çamurdan sultanlar çıkarır, yıldızlarla şeytanları taşlar. Kuru topraktan otlar bitirir. Gökleri de O korur.
Mülkünde ortakçısı ve benzeri yoktur. Sözlerinde ses ahenk bulunmaz.
PEYGAMBERLERİN ULUSU HAZRETİ PEYGAMBERLE DÖRT HALİFEYİ ÖĞÜŞ
İki cihanın ulusu, peygamberin sonu olan Yüce Peygamber ötekilerden sonra geldi. Fakat önce gelenlere iftihar örneği oldu. O cihana gelince dokuz felek kendisine miraç, nebilerle veliler ona muhtaç oldu. Varlığı alemlere rahmet getirdi. Bütün yeryüzü ona mesçit oldu. Dostları Ebubekir’le Ömer oldu. Parmağının ucu ile Ay’ı iki parça etti.
Biri ona, gizlendiği mağarada yoldaşlık etti. Öteki de gerçek dostlar kafilesinin başbuğu oldu. Osman ile Ali de ona yoldaş oldukları için alemde Veli’lik mertebesine yükseldiler. Bunlardan Osman haya ve ilim hazinesi, Ali ilim şehrinin kapısı oldu. İnsanların en hayırlısı olan O hak peygamber ki öz ve temiz amcaları Hamza ile Abbas idi. O Peygambere ve onun evlat ve yoldaşlarının hepsine bizden her an yüzlerce dua ve selam olsun.
DİN İMAMLARI İLE MÜÇTEHİTLERİN MENKİBELERİ
(Allah hepsinden hoşnut olsun)
O önderler ki (din bahisleri üzerinde) içtihat ettiler, hakkın rahmeti hepsinin ruhlarına erişsin. (Birisi) İmam Ebu Hanife, o seçkin peygamber ümmetlerinin kandili idi. Hakkın ihsan ve rahmeti onun canına yakın olsun. Çömezlerinin ruhları şad olsun. Dostu kadı imam Ebu Yusuf ile imam Muhammed idi. İhsan ve minnet sahibi Tanrı onlardan razı olsun. Ötekiler İmamı İdris-üş-şafii ile imam Malik ve Züfer’dir ki onlardan Muhammed dini kuvvet ve ziynet bulmuştur.
Ruhları cennet kürsüsünde şad olsun, din sarayı onların bilgisinden bayındır olsun.

Feriddüdin-i Attar

Kitap Tanıtımı


Kitap Tanıtımı




Ama aslında soru şuydu. Birbiri ardına sökün eden bu dehşet verici problemler furyası nereden ileri geliyordu? Yani karşılaştığımız problemlerin gerçek boyutu, gerçek sebebi neydi? Soru böyle ortaya konsa ve araştırılsaydı, serbestçe, herhalde, karşılaştığımız problemin evrensel kökleri olduğu kadar, belki de daha fazla, bu problemleri problem haline getiren o zati özelliklerden de farkına varılırdı. Hangi düşünce sistemi kabul edilmiş olursa olsun, o düşünce sistemi kavranmışsa eğer, beliren problemin ne olduğunu araştırmak zahmetine katlanabilirdik.