Merhaba

MERHABA

Çilelerin harlı aleviyle kavrulmaya devam ediyorum. İşimin asan olması gibi şeyleri Zülcelale havale ediyorum. Kader örgüsünü örerken yalnızlığımı ulu bir yemin gibi yüreğimde taşıyorum. Bacım Birgül biraz daha iyi. Allah onu bize bağışladı. Türkiye yeni bir demokrasi oyununda, demokrasi çelebilerinin demine devranına hu diyelim hu.

Cemreler düştü!

Maraş kırlangıçlara kavuştu artık benim avazım kırlangıçlara ait olsun. Nerede benim mor sümbüllü bağlarım!


Ali Büyükçapar



Ali BÜYÜKÇAPAR'ın Kitapları

1-Malabadi - 33 Şiir
2-Necip Fazıl
3-Kitap Pusulası
4-Ulu Kapı Sırlı Yol
6-Kırk Hadis
7-Hafız Osman Sandal
8-İsmi Azam (Esmaül Hüsna)

Temin Adresi: P.K. 115
Kahramanmaraş

Biyoğrafi:HASAN AKSÜT


YÜZ TÜRK BÜYÜĞÜ SERİSİ (YEDİ)

HASAN AKSÜT

Sonsuz yıllarda adından sıkça bahsedilecek, büyük ulu bir çınar, üveyiklerin su içtiği duru bir pınar bitimsiz bozkırlarda yer alan ulu bir zirveden söz edeceğim.
O’nun ana ilkesi YAŞAM KALİTESİ’dir.
Bireysel gelişimde her geçen gün mükemmelliği yakalayan, erdem sahibi, yaşadığı hayata çözümleriyle umut olan, hayranları her vakit artan dinamik özellikleriyle bir insan güzelidir Hasan Aksüt.

Benim kadim dostum.

Maraş’ın köklü ailelerinden birine mensup İskender ustasının oğlu, babası ki iş becerisi buluş yetenekleriyle bir vakitler Maraş sanayi esnafı arasında en tanınan isim.
Çukurova camii Sandal Hocanın görev yaptığı önemli dini merkezlerin arasındadır. Kanlı dere yokuşunun tam başında yer alan bu cami Maraş’ın en estetik dini yapılarından sayılır.
Hasan’ın evi o caminin hemen üstünde Kasapkaraların sokağının hemen başındadır. Kayabaşı cami tarafında n oraya inebilirsiniz araçları olmadığı eski zamanlar o sokaklarda ne oyunlar oynanırdı.
Evin ön tarafı sokağı bakan pencerelerden oluşmuştu, iki büyük pencereden yoldan geçenler rahatlıkla görülür evin içinde mutluluk rüzgarı eserdi.

O ev Hasan gil için çok şeydi.

Ortaokulu it tepesinde bulunan Maraş Ortaokulunda okudu. Hasan la yakınlığımız liseden başlar. 1984 yılında Hasan Lise ikinci sınıftaydı ve okulda başarıyla göz dolduran öğrencilerin en başında gelirdi.
Kütüphane de birlikte Kimya çalıştığımız günleri hatırlıyorum.
1980 ler Türkiye’nin değişime ramak kaldığı demlerdi, sağ ,sol ve değişik fraksiyonlar neredeyse hayallerdeki ideal devleti ütopyayı kuracaklardı.
Okullarda öğretmen olarak görev yapanlar çeşitli toplumsal olayların için de yer alan hayal ve ülküleri olanlardı. Sütçü İmam Lisesinde okurken ben onların derin tesirleri altında kaldım , tesirleri altında kaldım demek az olur dahası tam onların rengine boyandım.

Nasıl oldu?

Biliyorum bu benim aşk boyutunda ülkü değerlerine bağlanmamla alakalıydı. Kendimi kaptırdım yaşadığım hayattan koptum. Dini kendime iş edindim. Kutsal metinlerde yer alan kelimelerin büyüsüyle hayattan maveraya savruldum.
Dünya gerçeklerini anladım dahası anlamak istemedim din ve mistik yapılanmanın çilelerini olgunluk yolunun evreleri olarak kabul ederek her geçen gün sözüm ona mükemmelliği yaşamak için çelikten bir hayatın dairesine girdim.

Lisede çok zeki olmamın bedeliydi bana yaşatılanlar.

Derken Hasan’la tanıştım ve diğer arkadaşlarla, Matematik, Kimya, Fizik derslerindeki başarılarımız bizi birbirimize yaklaştırdı ders çalıştık, problem çözdük, beraber çok vakitlerimiz geçti.
Dindarlaşmak adı altında bazı sosyal aktivitelere girdik. Pınarbaşın da tam Maraş’a bakan tepelerde Hasan’la beraber Ali Şeraitinin Hac kitabını okurduk onun değerlendirmesini yaptık. Müslümanlık diye tanım ve tariflerinin hiçbir vakit yapamadığımız büyük sosyal olduğunun temsilcileri olmak adına fedakarlıklara girip onulmaz çilerler çektik.
Ailem Hasan’ı çok iyi tanır, onu kendi evlatları gibi kabul ederlerdi. Haydarlıda ki evimizin odaları dile gelse de yaptıklarımızı bilgilenme yolunda çektiklerimizi anlatsa!
Hayatımızda “çarşıbaşı cami” nin çok özel bir yeri var. Hasan’la uzun süreler Ali Demirdöğen Hoca’nın halkasına katıldık. Orada dindarlaşma adına neler görüp neler yaşadık.
Bütün bu olanlar da en büyük desteğimiz “moral” ve “Allah rızasıydı”.
Müslüman olmak diye tabir edilen sosyal olguyu bizim gibi algılayanlar yok bu gün.
Anlattıklarım yaşadıklarımızı tahlil etmek bile yoruyor artık beni, ama insanların Hasan Aksüt gibi erdem timsali hedeflerine ulaşan bir insanı tanımak bahtiyarlığını ulaşmalarını isterim.

Ve Hasan İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ne gitti.

Hasan’ın hayatta en büyük dönüm noktasının başlangıcı 1985 de İstanbul’a gitmesidir.
Maraşlı bazı kişilerle birlikte oldu. Ama hayata sivil başlamış olsaydı bu gün çok daha farklı boyutları yaşayan bir Hasan’la karşılaşacaktık.
Hasan’ın çevresinde bulunan insanların bireysel hesapları engeldi ve bunları o fark ettiğinde yıllar çok gerilerde kalmıştı.
Türk insanının hayatı öğrenmesi kadar zor bir şeyler yok. Okul ayrı bir tel, meslek ayrı bir tel duygu ve akıl ayrı bir nüans insanın hayal ve kapasitesi farklı bir yol önerirken birde bunlara dinin tercihlerini katmak oldu seyreyleyin siz işin sonunu.
Ama Hasan çok fevkula de bir insandı ve hayata çeki düzen verdi ve onun mücadelesinde zirvelerde yer aldı.

Sığınılacak arı bir liman.

Oluşturduğu düşünce modelleriyle zihinsel olarak her dem diri bir insan, etki de verir tepki de kutsal kitabın diliyle söyleyecek olursan o bir “Zülfikar”.

Zamanı iyi kullanır, dakik, atik ve pratiktir.

Hasan’la zaman hususunda kimsenin boy ölçüşeceğini düşünmüyorum. Dert diyebildiklerimin Hasan da mutluluk basamakları olduğunu gördüm sıkça.

İnanan bir insan ve yaptıklarına başkalarını inandırmada zirvededir.

Kaybetmeye odaklana bir hayat yaşamaz Hasan onun için mutlak anlamda kazanç hayatın kendisidir.
Mantığının duygularının çok üstünde olduğunu, yaşadığım hayat her defasında gösterdi. Hasan özel sektöre geçerken de devlette çalışırken, Siirt’te resmi zorunlu göreve giderken de hep mantıklıydı ve duygularını kontrol etmekte hep aklını ön plana çıkarırdı.

Hasan’ın hayatında hep makul hedefler vardı ve bu hedefler için uygun zamanları dikkatle takip ederdi. Mesela Ilıca’ya gidip oradan mülk edinmede yapığımız gibi.

Endişelenme duygularını işinin parçası olarak gören Hasan’ın heyecanlarıyla hayata yön verdiğini risk olarak nelere ulaştığını çok iyi biliyorum. General Raşid Dostumun Hasan’a hediye ettiği ipek bordo halılar bu gün onun evinde ayaklarımın altını süslüyor.

İstanbul’da yaşamakta onun üstüne yoktur. Feriye Lokantasında yemek yer, Orta Köyde kahve içer, Sultan Ahmet’te otelde kalır, Kız Kulesinde dostlarını ağırlar. Hasan ve İstanbul mükemmel bir armonidir. Aziz dostumun boğazda villası olsun isterim, denizin dalgaları ve martılar onun insanlara karşı hizmetinde heyecanı motive edici etkileridir.

Ankara’yı yaşacak kadar bilir

Hasan Aksüt sistem kurucu, disiplin timsali, özde ve sözde çağının üstü bir kişiliktir. Hasan’ın olduğu bir tıp bilimi şahsiyetinde önemli etkiler yapmış şekil vererek onu olgunlaştırmıştır.

Sünepe insanların onun yanında yeri yoktur

Mert olsun özünde sözünde bir olsun ama insan onun hayatında asla laubali olmasın.

Zorunlu olarak Siirt’e gittiğimde orada hasta ve hastane personelinin “beyim sizin fotoğraflarınızı şuraya koyacağız çünkü siz zatilinizle bize çalışma aşkı ve prensibi verdiniz biz sizi tanımakla şerefyap olduk” dediklerini unutmam mümkün mü?

Hasan’ın yakında hay huyu biter

Dünya denilen bir karış yerde dönüp durduktan sonra gerçeklerin yüreğinde ulu bir çınar gibi kök saldığını anlar ve ol vakti sözü Şeyh Galip gibi bize şöyle söyler.
“Tedbirini terkeyle takdir Huda’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ügümanınındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devran olalı devran erbab-ı sefanındır
Aşıkta kader neyler gam halkı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır.”

Nefes

NEFES

Ezildi nar şerbeti çileyle
Güneşten bitimsiz ateşle
Deli poyraz kırık testiyle
İmam Hüseyin’e salâvatla

Yeşil sancakta Enel Hak
Yüreklerde Kerbela izine bak
Kor ateşle dağlandı Hak
İmam Bakıra salâvatla

Tutuldu oruçlar Ramazanda
Kara donlu Beytullah niyazda
Hacerül Esvet tenhada
İmam Musa Kazım’a salâvatla

İmam Takiden bir nefes
İmam Naki oldu bize eş
İmam Hasan ül Askeri pes
İmam Mehdi ye salâvatla

Toplandı pirler dergâhta
Gökkuşakları salındı öylece
Şah Ali Sırrı sıraladı böylece
İmam Hasan’a salâvatla

Ejder Polat

Köroğlu Hikayesi

Hacı Ali ÖZTURAN

LALA HÜSEYİN PAŞA KIZIYOR

Hafif bir yağmur çeyrek saat yağdı dindi…
Hüseyin Paşanın heyecanı Bey Çayırına varıncaya dek daha da arttı. Sonunda Deli Yusuf uzaktan göründü. Paşa Kasapbaşı ile atbaşı gidiyordu. Konuğuna az sonra göstereceği atın gururu içindeydi. Uzaktan Yusufu seçti. Yanında bir at vardı, iki de tay.
-Acaba, diye düşündü Paşa, bulduğu atın tayları mı bunlar?
İyice yaklaştılar. Evet bir at, iki de hastalıklı uyuz tay vardı. At da öyle ahım şahım değildi.
-Hoş geldin Paşam, dedi Deli Yusuf, düşmanının ömrü bu kadar olsun. İşte tayları buldum. Biri senin, biri benim.
Yusuf uyuz taylardan birini sağrısından iteleyerek ortaya sürdü. Az önceki çeyrek saatlik yağmurun ıslattığı çimenlerden kayan tay, bu itelemeye dayanamayarak yanının üstüne “Şırlaap!” diye düşmesin mi?
Kasapbaşı güldü. Ağalar, beyler gülüştü. Paşa kaşlarını çattı:
-Bırak şakayı Yusuf! At hani?
-Aha şu taylar işte Paşam… Sen bunları böyle görüp aldanma; bu seneyi savuşturduk mu bu tayları görenin ağzı açık kalır. Bu taylar deniz aygırının dölü.
Paşa iyice kızmıştı:
-Ulan sen benimle alay mı ediyorsun? diye bağırdı.
-Gözüm kör olsun Paşam, doğru söylüyorum.
-Kendi cezanı kendin verdin Yusuf, diye bağırdı Paşa. İki yıl aradan sonra, ki uyuz tay getiren adamın gözleri zaten kör demektir. Bu gözler görse ne olur, görmese ne olur? Askerler! Yakalayın şunu.
Askerler bir anda Yusufu kıskıvrak yakaladılar.
-Hemen gözlerine mil çekin!
Deli Yusuf ne olduğunu anlayamadı. Askerlerden bir kısmı çalı çırpı toplayıp ateş yaktılar. İki mili ateşte ısıtmaya başladılar.
Yusuf durumun önemini kavramıştı. Tayların değerini bilmeyen Paşayı ayıktırmak gerekirdi.
-Paşam ben de görüyorum, bu taylar uyuz olmuş. Hastalıklı… Ama bunlar deniz aygırının dölü. Bu taylar üç yaşadı mı, bunları tutan at olmaz. Bunlar denizi tozlu yol gibi geçerler. Çalılıklardan, kayalıklardan keklik gibi seker. İnan bana Paşam, doğru söylüyorum, çok değil; altı ay bana izin ver. Ondan sonra ister gözlerime mil çek, ister beni ipe çek.
Paşa kaşlarını çatmıştı. Deli Yusufu duymuyor gibiydi. Oralı olmadı. Dalkavuklar ise, Yusufla tayları kötülüyordu.
Yusuf bu kez de Kasapbaşına döndü:
-Kasapbaşı, söylediklerim elifi elifine doğru. Paşa seni kırmaz. Söyle bana altı ay izin versin. Ondan sonra ne yaparsa yapsın.
-Ben karışmam, dedi Kasapbaşı.
Deli Yusuf üsteledi:
-Aman Kasapbaşı… Amanı bilir misin? Gözlerime yok yere mil çekilecek. Vebalde kalma. Yârın Tanrının huzurunda suçlu olursun. Gel Paşama rica et, bana altı ay izin versin.
Kasapbaşı yine :
-Ben karışmam, dedi.
Bunun üzerine Deli Yusuf Hüseyin Paşaya döndü:
-Paşam bu taylar yarın büyüyünce öyle güzel at olur ki, şahan tutamaz. Görünüşe aldanma. Saltanat sahibinin dalkavuğu çok olur, onlara kanma.
Paşanın çenesinin altına girerek tayları ve Deli Yusufu kötüleyen birkaç kişi başlarını yere eğdiyse de Hüseyin Paşa Yusufa bakmadı bile. Yusuf, Lala Hüseyin Paşaya dilden anlatamayınca, bir de telden anlatmayı denedi:
Bu taylar serpilip ata dönünce
Şahan tutmaz, ok yetişmez at olur
1/22 Bacağı uzayıp döşü dolunca
Rengi donu köpüklerden ak olur

Koç Kırat olacak büyürse eğer
Sırtına vurunca sırmalı eyer
1/23 O zaman cihanın mülküne değer
Ata binip kükreyecek vak’t olur.
Hüseyin Paşa yumuşamadı. Dam dedi, darı demedi. Bunun üzerine Yusuf, Kasapbaşına söyledi. Görelim ne söyledi:
Bu taylar yetişse hazine eder
Kargıdan mızraktan hızlıca gider
1/24 Peh dedirtmek için altı ay yeter
Şahlanıp koşması işaret olur
Kasapbaşı oralı olmayınca Deli Yusuf altı aydan üç aya indi:
Tayları övmeye yetmez kelime
Şan olur büyürse Osmaneline
1/25 Üç aylık bir fırsat geçse elime
Tayların her yanı zarafet olur.
Kasapbaşı Deli Yusufa bakmadı bile. Yusuf bu kez de medet umar gibi ağalara, beylere söyledi:
Deli Yusuf der ki ağaya beye
Yalan konuştular tay kötü diye
1/26 İki gözüm feda bu ikiz taya
Ne desem sözlerim şikâyet olur
Deyip kesti. Deli Yusufun umudu kesilmişti. Ateşin üzerine konan miller kıpkırmızı olmuştu. Cellat milin üzerine tükürünce “Cazzz!” diye bir ses çıktı. Paşanın bir baş işaretiyle cellat Yusufa doğru yaklaştı. Öteki askerler Yusufa çullanmış, kımıldatmıyorlardı. Deli Yusuf, “Bu dünyada en son gördüğüm şey, şu iki tay olsun.” düşüncesiyle, gözlerinden umudu kesip, taylara bakmaya başladı. Tayların ikisi de olanlardan habersiz çayırda yayılıyorlardı. Cellat bir anda milleri Deli Yusufun gözlerine daldırdı. Yusuf acı ile bağırdı, haykırdı. Yusufun bağırmaları Bey Çayırını zangır zangır salladı. Çığlığına kuşlar tüylerini döktü.
Gözlerinden akan kanlar, yaşlar sakalına aşağı sızmaya başlamıştı. İlk anda duyduğu ağrıları azalınca Deli Yusuf acıştı, söyledi; görelim ne söyledi:
Ne suçum var bilemedim ben bunu
Küçük Alim yetim kalır ağalar
1/ 27 Çok emekler çektim hep oldu zâyi
Malım mülkün talan olur ağalar

Ben n’ettim paşama ağalar beyler
Ak gövdemi kızıl kana belerler
1/28 Dostlar ağlar düşmanlarım gülerler
Zulüm bana hayıf oldu ağalar

Deli Yusuf diler ulu Mevlâdan
Paşam kurtulmasın türlü belâdan
1/29 Ak alnıma kara yazmış yaradan
Beni gören ibret alır ağalar
Bey Çayırında çıt çıkmıyordu. Atlar bile boyunlarını düşürmüş Deli Yusufu dinliyordu. Deli Yusuf içlendi, acıştı, bir daha söyledi:
Aktı gözüm yaşı deryalar doldu
Al yanağım kızıl kana boyandı
1/30 Düşman söyledi de paşam inandı
Paşam bana zulüm etti ağalar

At uğruna diyar be diyar gezdim
Ak alnıma kara yazılar yazdım
1/31 Boş yerlere kara bağrımı ezdim
Paşam bana zulüm etti ağalar.

Deli Yusuf bunu böyle söyledim
Elden bir şey gelmez oldu n’eyleyim
1/32 Kader böyle imiş kime ne diyem
Paşam bana zulüm etti ağalar
Lala Hüseyin Paşa, Deli Yusufa tam anlamıyla zulmetmişti ya, zulmü kim kabullenir? Yusufun bunu hakkettiğine inanıyordu. Zulümle suçlanınca iyice kızdı:
-Şunu atına bindirip, salın!
Diye bağırdı.
Deli Yusufu atına bindirdiler. Dizginleri eline verdiler. Paşa:
-Şu uyuz tayları kucağına verin ki, görenler bu cezayı hak ettiğini anlasınlar! dedi.
Yusuf birden canlandı. Tayları kucakladı, bağrına bastı. Çapaklı gözlerinden, katranlı yaralarından öptü. Pis tüylerini sıvazladı. Gözlerinin acısını unutmuş gibiydi. İşte o an Paşadan öç almayı kafasına koydu. Eşkıyalığın ne olduğunu biliyordu. Kendisinin gözü görmüyordu, ama oğlu Aliyi yetiştirecekti. Bu taylara sâhip olan, orduya karşı koyardı. Atının dizginlerini saz misâli tutarak bir daha aldı:
Dinleyin ağalar dinleyin beyler
Sorarım bunları birgün olur ki
1/33 Oğlum Ali koç Kırata binerse
Ararım sizleri bir gün olur ki

Ben yolumu dağ başına çizersem
Sıra sıra koç yiğitler dizersem
1/34 Yiğitler elinden bâde süzersem
Bulurum sizleri bir gün olur ki

Al yanağım kızıl kana boyandı
Akan kandan coşkun sular bulandı
1/35 Düşmanım söyledi paşa inandı
Sorarım bunları bir gün olur ki

Hay n’olanda oğlum Ali n’olanda
Zor düşmanı bölük bölük bölende
1/36 Padişahın divanına varanda
Kırarım belleri bir gün olur ki

Deli Yusuf der ki mecalsiz kaldım
İntikam aşkına kavruldum yandım
1/37 Bir çift gözü verdim bir çift tay aldım
Sorarım bunları bir gün olur ki
Deli Yusufun, bu durumda bile “Sorarım bunları…” demesine kimileri güldü, kimileri de başlarını yere eğerek eziklik içinde sustu.
Deli Yusuf yıllarca dağlarda gezmişti; dağların ne olduğunu, eşkıyalığın ne olduğunu, öcün nasıl alınacağını biliyordu. Söylediklerinin şu anda bir değeri olmasa da, ileride neler yapacağını tasarlamış, bilerek, düşünerek, içinden gelerek erkekçe öç alacağını söylüyordu.
Yusuf atının kulağına eğildi:
Adam dediklerim odun çıkıyor
Benim aziz dostum eve gidelim
1/38 Kime sırt döndümse hançer çekiyor
Evladım, ciğerim eve gidelim

Al yelene altın tarak vurayım
Al sırtına sırma haşa öreyim
1/39 Yediğin arpaya şeker kırayım
Al oğlum,cerenim eve gidelim

Deli Yusuf der ki muhafızımsın
Karanlık dünyamda bana lâzımsın
1/40 Gözümsün, dizimsin,s özüm,sazımsın
Yürü benim yavrum eve gidelim
Deyince, al at kafasını iki yana salladı. Acı acı kişnedi. Sonra evin yolunu tuttu.
Yusufun gözleri görmüyordu ama, al atın hızlanmasından eve yaklaştığını anladı. Bir anda Deli Yusufun çevresine bir yığın insan birikmişti. Yusufa ne olduğunu soruyorlardı, Yusuf onlara karşılık vermedi. Onlarla işi yoktu. Öcünü onlar alacak değildi. At, Deli Yusufun evinin kapısına vardığında, at kişnemelerini ve insan seslerini duyan Ruşen Ali sokağa çıktı. Babasını kanlar içinde görünce çılgına döndü:

Varidât

Şeyh Bedreddin

Ulu Tanrı, “Oysa Allah onları ardlarmdan çevirmiştir” buyurmuştur. Benzetmek gibi olmasın, Zeyd nasıl bütün yönleriyle gövdesindeki üyeleri kaplıyorsa, Allah da bütün dünyayı kaplamaktadır. Zeyd’in gövdesinin her üyesi, onun isteğiyle kıpırdar ve iş yapar. Bu üyeler Zeyd’in açık görünüşüdür, O istediği biçimde her üye ortaya çıkar. Mesela elde tutmak, ayakta yürümek, dilde konuşmak ve kulakta dinlemek gibi işler, bu türlerdendir. Buna dayanarak konuşan duyandır, yürüyendir, tutandır ve bu kişi Zeyd’dir. Zeyd bütün bu işleri bir bütün olarak yerine getirmekte; çünkü o, bölünmeyi kabul edemez. Görmüyor musun? Zeyd birini dövdüğü zaman, dövülen kişi, beni Zeyd dövdü der. Fakat Zeyd’in eli dövdü diyemez. Zira Zeyd bölünemez bir bütündür. Fakat el gövdede görünüş alanına çıkmıştır. Bu bedene Zeyd denmiştir, çünkü duygu yönünden arada fark yoktur. Yoksa gerçek Zeyd sözünü ettiğimizdir. Zeyd’ in bütün üyeleri konuşur, döver, duyar veya yürürse, işler bölümlere ait değil, bütüne aittir. Mesela her bölüm bir bütün olarak ben Zeyd’im dese, bu durum Zeyd’in çokluk halinde bulunmasını gerektirmez. Yüce Allah’ın da böyledir. Benzetmek gibi olmasın, beden nasıl Zeyd’in görüntüsü ise, dünya da Allah’ın görüntüsüdür. Bundan dolayıdır ki, bütün işler ona isnat edilir. Allah’tan başka söyleyen, duyan, hareket eden ve iş yapan yoktur.
Yüce Allah ‘Eğer kasabaların halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar, bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik,” buyurmuştur. Bu da şu demektir: Varlığı duyulanlar yolumuzda uğraşıp, çaba harcasaydılar onlara mülk ve melekut alemlerinin yollarını açardık; her iki alemin gerçeklerini aydınlatan ilahi ilham ve bilgileri kolayca verirdik. Gökler melekutün ve yeryüzü de mülkün belirtileridir. İnsan konuşan nefis ve bedenden ibarettir ve her birinin rızkı ve gıdası vardır. İnsan nasıl bedeninin bölümleri için uğraşıyorsa, aynı biçimde ruhunun bölümleri için de uğraşmalıdır. Akıllı kişi odur ki, ruhunun rızkı için koşar. Bunun aksini yapan hüsrana uğrar.
Hazret-i Peygamber, “Çağınızın günlerinde Allah’ın solukları vardır; çalışın ve onları kazanmaya bakın” demiştir. Bunların anlamlarıyla olgun kişilere dair belirtiler bulunduğunu anladım. Hazret-i Peygamber, “Kişi sevdiği toplumdan sayılır”, demiştir. Zira nesneye yaklaşan nesne ile belirlenir.
Buraya kadar yazılanlar, Allah rahmet etsin Şeyh Bedreddin Simavnalı’nın “Varidat” adlı eserinden yazılmıştır. Her Peygamber ve veliye yaşadığı çağda karşı çıkılır, inkar edilir ve ona pek az kişi inanır. Fakat ölümünden sonra ismi ebedileşir, insanların çoğu ona inanmaya başlar ve sevmeye yönelirler. Acaba bunun sırrı nedir? Buna cevap olarak şunları söylüyorum: İlk olarak onu kıskananlar, ona karşı çıkar, etrafa hakkında kötü dedikodular yaymaya başlarlar. Bu dedikodular halkın fıkrini karıştırır ve inançlarını azaltır. Ölümle birlikte ceset ölür; fakat, gerçek olağanüstü anlamlar kalır ve böylece sevilir ve ona inananlar artar. İkincisi ise, peygamber veya veli onlarla birlikte yaşarken onu görür, konuşur ve içli dışlı olurlar. Bundan dolayı da, aradaki sevgi ve inanç özelliği zayıflar. Üçüncüsüne gelince, Gerçek aşamalı olarak ortaya çıkar. Dördüncüsü de, daha önceki hususlardan güçlü olup, insanlar peygamber ve velilerin normalin dışında oldukları kanısında yanılıyorlar. Onları yemek yerken ve çarşılarda yürürken gördükleri için şaşırıyorlar ve o da bizim gibi insandır diyorlar. Onlar peygamberin yemek yememesi, çarşıda yürümemesi ve bizim gibi insan olmaması düşüncesindeydiler. Böyle sandıkları için ayetlere de dil uzattılar. Onların düşüncesine göre Kur’an’da peygamberin olağanüstü işler yapabileceğini söylüyor. Onlar ayrıca peygamberin istediklerini yerine getirebileceğini de talep etmektedirler; onu böyle görmeyince, tıpkı daha önceki çağlarda yaşayan benzerleri gibi, peygamberleri inkar etmeye başlarlar. Onların bu tutumları çürük iddialara dayanıyordu. Belli bir zaman geçtikten sonra, akılları eksik olanlar, çağlarındaki olgun kişileri inkar ederler, halbuki daha önceki olgun kişileri de görselerdi, yine inkar edeceklerdi. Şimdi yaşıyanlar da, onlar gibidir. Bu tür olağanüstü niteliklerin peygamber ve velilerde bulunmasına dair beyinlerinde yerleşen düşünce sahipleri bu düşüncelerden vazgeçemiyorlar. Halbuki bu düşünceler şimdi olmayacağı gibi, gelecekte de gerçekleşemez. Onların şimdiki velileri inkar edip, geçmiştekilere inanmaları bundandır.