Merhaba

Merhaba

"Hak-i payine yetem ömürlerdür muttasıl başını daştan daşa urub gezer avare su"

Fuzulinin dizeleriyle sizleri selamlıyorum. Tarifsiz acılar, sonsuz kederlere gark oldum, kolum kanadım kırıldı. 24 Kasım 2008 de Malatya Doğanşehir karayolunda trafik kazası oldu. Eniştem Fatih Gürlek vefat etti ciğer parem bacım Birgül yetmiş gün komada kaldı daha bu günlerde uyandı, Allah o’nu bize bağışladı.
Söz bitti, kelam tükendi.

Ali Büyükçapar

Biyoğrafi:Memduh Atalay






Deli tay Memduh Atalay

Kızılelma düşüne gönül verildiği demlerde “ uzun yayla “ adlı yürekleri titretir her bahar düşen cemrelerin oralarda pusatlı gulyabanilere dönüştüğü anlatılırdı.
Anadolu’yu vatan edinen, taşına, toprağına börtü böceğine şarkılar terennüm eden onun destanına gönülden hu çeken erler, erenler dün olduğu gibi bu günde namluya sürülmüş dom dom kurşunu gibi durup “ vira Bismillah “ diyecekleri günleri bekliyorlar. O’nu anlatmak için şöyle böyle demeye gerek yok bir vakitler kitaplarını okuduğu Ali Şeraitinin duasıyla başlamak en iyisi:” Allahım! Beni insanlığın dört büyük zindanı olan TABİAT, TARİH, TOPLUM ve BENLİK’ TEN kurtar! Sen, ey yaratıcı! Beni yaratmışsın – benliğini, benliğimin yaratıcısı bilirim. Başka da değil – öyleyse benliği çevreye, çevreyi de benliğe uyarlaya bileyim, uygulayabileyim.”
“Mahur oldu vücud-ı nefyü ispat
Âşık ile maşuk oldu bir zat” diyen nesiminin izlerini Memduh Atalay’da görebiliriz. İrfan yolu için eğitim basamaklarında malumatın çilesine sabır eden Atalay kendinden başlayıp şekillenen dünyanın merkezine hep ideal olanı yerleştirip oradan aldığı istim ile uzun yola çıktığının bilincinde olmuştur.
İsmet özel :” insanın insanlarla olan bağlantısı ve insanın çevresiyle olan ilişkisi yüzünden yüreğinde, kafasında beliren çatlak belli bir duyarlık sahibi herkesi şiir okumaya muhtaç hale getiri. “ der. memduh ta okumaya başlarken o boşluktan hareket ettiğini söylemiş bunu da yazılarına yansıtmıştı. “ Turnalarca kanatlanan hasretim, sevda dalına tüneyince acıyı munisleştiriyor. Aklım bir deli tay gibi olmazları zorluyor. Kapılar bir bir yüzüme kapansa da, kutsi çile bana benliğimin aşkta karar kılacağını fısıldıyor.” (sh.56)
Men lebün müstakıyam zühhad Kevser talibi nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su der Fuzuli.( Ben senin insanlara ilahi aşk şarabı sunan dudağının susuzuyum. Zahidlerin muradı kevserdir. Çünkü sarhoş olana şarap, ayıklara da su içmek hoş gelir.)
Trabzon caddesinden aşağıya belediye ye doğru inerken uzunca duran binanın son katında yazarlar birliğinin dükkânı vardı. Memduh ‘ta dükkânın müdavimlerinden seheri kucaklayıp ümmetin lalelerini derleyenlerdendi.
Tok bir ses.
İrfan yolunda çilenin ateş ocağında pişmek için her türlü göreve hazır ruh o.
Modern zamanlar o’nun için iğreti Tuna boylarında yaşasaydı serden geçti olur, Haydar’ın aşkına Zülfikar kuşanıp hiçlikten Mavera’ya geçerdi.
Malihulya adlı eserde Şahin Uçar’ın şu dizeleri Memduh için söylenmiş sanki
“ Alâeddin sarhoş bugün; sırlarını söylüyor
Cami avlusuna mendil sermişim
Mendilin ortasına yüreğimi koymuşum
Yüreğimi çırıl çıplak, sere serpe, soymuşum
Taa yüreğim ortasından bir türkü çıkarmışım
Yar yüreğim yar: gör ki neler var
Neler var deme
Kahır var, keder var
Neler var neler
Gül dibinde gül biter
Gül değil, sensin
Yitirdiğim gül-i ter
“ Hem cümle cihan olsa tabip bu derde halleyleyemez müşkilimiz, illa Hu “.
Meselesi olan, derdi dert edinen hepsinden ötede insanların gerçeklere ulaşmasını arzulayan son bir yürek o.

“ Uykuya dalan insan ölülerden, uykudan uyanan insan da uyuyanlardan ışık alır”
Der Heraklit. Konya şerafeddin cami kapı kitabesinde şu metin yer alır: “ Allah ne dilerse o olur, asarına nazar et de rahmet-i Hakkı gör”.
Hâkimiyetin, zorba gücün, değerleri alt üst ettiği hengâmede mutlak fikrin evrensel kanatlarında birleşmek gerekir. Bunun ilk basamağı insanın siyasi ve popüler alanda bulunmak yerine Ben kimim? Sorusunu kendisine sorarak iç muhasebeyi başlatması gerekir.(sh.121)
Hareket noktası işte bu.
Memduh çözüm için ideal hareket’ten yanadır.
“ Allahım! Bana imanda mutlak itaatı bağışla ki, dünyada mutlak isyan içinde olayım.
Rabbim! Bana kavgacı ve inatçı bir takvayı öğret ki, sorumluluğun çokluğu arasında kaybolmayayım. Beni perhizkâr, münzevi takvadan koru ki tenhalık ve uzlet köşelerinde gizlenmeyeyim. İlahi! Beni ideallerinin mutluluğuna çekme! Büyük ızdırapları, sonsuz gamları, ilginç paradoksları benim ruhuma da tattır. Lezzetlerini hakir kullarına verirken benim canımı da aziz dertlerini bağışla.”
Rabbim! İrademde bilgi, isyan, hayret ve boyun eğmezliği, ruhumda letafeti, inceliği, cesareti, aydınlığı ve yalnızlığı artır.”
Kitaplı bir insan.
Düşünce hayatının uzun yolunda yol arkadaşı olarak Cemil Meriç, Erol Güngör, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Seyyid Ahmet arvasi, Ali Şeraiti, Nietzsche, Şeyh Galip, Necip Fazlı Kısakürek yer alır.
Memduh’tan varlığı ne yaşadığı ülkeye ait derli toplu bilgiler duyarsız, çözümler vardır hayatında tespit edilen sorunlar elbet bir gün bitecektir. Türkiye’de tanzimattan beri bilgi sunuluyor… asr-ı saadet emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi medeniyet pratikleri olan, dağdaki yırtıcı hayvandan, komşusu ermeni, Rum veya Yahudi ye kadar İslami bir ışık ulaştıran İslam yerine, cumhuriyet ideolojisinin muarızlığına ve muhalifliğine göre oluşturulan bir İslami düşünce ile medeniyet kurulamaz (sh:99)
Dönüşüm için değişecek olanın ruh olduğu bilinciyle Maraş’ın caddelerinde seven sevilen bir insan o.
Mekânın sonsuza uyarlandığı yerlerde Memduh’un bakışlarında karlı Tanrı dağları görülür, gök gözlü boz kurtlar Kürşatların önüne düşerek insan olmanın erdemini bayraklaştırıp destanlaştırırlar.
Paul Feyerabende “ yönteme karşı” adlı anarşizmin kitabında şunları söyler:” Ne bilim nede aklilik evrensel üstünlük ölçüleridir. Bunlar kendi tarihsel kökenlerinden habersiz tikel geleneklerdir.” Memduh bu evreden daha ilerisini kitabında yazar.
“ yürek aşkı kuşanmışsa, yağmurlar ruha yağar sevgiyle bileylenen bir yürektir ki, fethi kendini aşmakla başlar” (sh.127)

Yolun çileli ömrün harlı olsun Memduh Atalay!




Nefes

Nefes

Ne olaydı görseydim a şah
Musa tur dağında avare a şah
Mecnuna eş şimdi a şah
Döndüm dergâhına a şah

Kapıda adım okunur a şah
Suçluyum biçare kul a şah
Boynumda ağır zincir a şah
Döndüm dergâhına a şah

Fırat boz bulanık akar a şah
Gökte on iki ay mahzun a şah
Hilal perçeminde kul a şah
Döndüm dergâhına a şah

Unuttum bütün sabakları a şah
Dağımda dolaşır maral a şah
Şahin uçurur zalim a şah
Döndüm dergâhına a şah

Kara donlu beytullah a şah
Güneş sarhoş aşkından a şah
Şah Âlim esrük meyden a şah
Döndüm dergâhına a şah

Ejder Polat

Köroğlu Hikayesi

MARAŞ AĞZI KÖROĞLU HİKÂYESİ - 3

Tayların sıcaktan boyunları sünmüş, kulakları el terazisi gibi yana sarkmıştı. Gözleri çoramıklıydı, çapaklıydı. Çapakları kirpiklerine bulaşmış, bir kısmı da burunlarına aşağı akmıştı. Bakımsızlıktan belleri bellerine geçmişti. Eğe kemikleri, “Bir, iki, üç…” diye sayılır olmuştu. Tüyleri uzamış, kirli sarı bir renk almıştı. Taylar gübrelikte ağnandıkça uyuzlarına sürülen katrana gübre bulaşmış, gübre kokusundan tayların yanlarına yaklaşılacağı kalmamıştı. Tayların kımıldamaya dermanları yoktu ama, Yusuf taylar kaçar korkusuyla her ikisini de yelesinden yakalamış, çapaklı gözlerinden şapur şupur öpüyordu. Bir yandan da tayları inceliyordu. Evet, Deli Yusuf yanılmıyordu: Bu ikiz ve uyuz taylar hayalindeki atın, tay hâliydi. At hayal ederken tay bulmuştu. Daha iyiydi… Bir ata tayken emek verilirse, kişi onu istediği gibi eğitirdi. Tayları gübrelikten indirdi. Oralarda küsküç oynayan çocuklara sordu:
-Ulan çocuklar, bu taylar kimin? Nerede bunların evi?
Çocuklardan biri, “Hıh!” deyip küskücü çamura sapladıktan sonra:
-Deha şo kapı emmi, dedi. Fatma Karının evi.
Meğer Fatma Karı kimsesiz ve yaşlı bir kadınmış. Deli Yusuf atın dizginini omuzuna geçirdi. İki eliyle iki tayın yelesinden tutarak Fatma karının evine vardı. Avluya girdi:
-Ev sahibiii! diye seslendi.
İçeriden kocakarının sesi duyuldu:
-Kim o! Ne diyon!
-Tanrı misafiriyim Ana, gel hele!
Yaşlı kadın dışarıya çıktı. Çoktandır evine konuk gelmemişti. Yusufu görünce şaşırdı:
-Hoş geldin amma oğlum, bu köyün ağasına beyine kıran mı girdi de bula bula beni buldun?
-Benim işim seninle Ana, dedi Yusuf.
-Neymiş benimle işin, de bakalım.
-Bu taylar senin mi Ana?
Yaşlı kadın birden hırçınlaştı :
-Benim. N’olacak?
-Bana satar mısın?
Meğer köyün delikanlıları tayların uyuzluğu ile alay etmek için Fatma Karıya, “Bu tayları sat, kaç para istersen veririm.” derlermiş. Kocakarı bu sözlere kızar olmuş. Elindeki deynekle, tay lafı edenin kafasına, gövdesine vurur olmuş.
-Bre itin dölü, sen de mi benimle eğleniyorsun?
Deyip sopasını Deli Yusufa indirdi. Kocakarı haklıydı. Bu uyuz taylara kim para verirdi. Deli Yusuf kaçtı, kocakarı kovaladı. Yetiştiği yerde Deli Yusufun sırtına sopayı indirdi. Avluda dört döndüler.
Deli Yusuf varıp atından heybeyi indirdi. Kapının eşiğine bir avuç altın koydu. Aldı Deli Yusuf. Bakalım ne dedi:
1/15
Sensin bu köyün anası
Anam tayları bana sat
Bir avuç altın pahası
Anam tayları bana sat

Kocakarı sandı ki bu adam kendisiyle alay ediyor. Sopayı çekti. Yetiştiği yerde Yusufa vura vura avluyu bir daha dolandılar. Aldı kocakarı:
1/16
Gören seni adam sanır
Eğleşme ulan benimle
Hem yaşlıyım, hem de fakir
Eğleşme ulan benimle

Deli Yusuf heybenin yanına vardı. Bir avuç altın daha alıp eşiğe döktü. Aldı Deli Yusuf:
1/17
Ana sana ben ne dedim
Arayıp tayları buldum
İki avuç altın verdim
Anam tayları bana sat.

Kocakarı, Deli Yusufun niyetini kestiremedi. Bu öneri gerçek miydi, yoksa alay mı ediyordu? Bu uyuz taylara iki avuç altın verecek kadar aptal görünmüyordu, öyleyse alay ediyordu. Elini beline atıp söyledi:
1/18
Ulan seni tutmaz mıyım
Sakalını yolmaz mıyım
Bu tayları bilmez miyim
Eğleşme ulan benimle.

Deli Yusuf dinledi. Şu anlamı çıkardı: “Bu kadın tayların değerini biliyor. İki avuç altına bu tayları satar mıyım?” demek istiyor.
Varıp heybenin bir gözünü silkeledi, kesik makamdan bir daha aldı:
1/19
Bunlar tay değil fırtına
Sür denize bin sırtına
Bir heybe gözü altına
Anam tayları bana sat
Kocakarı iyice şaşırdı. Bu adam ya delinin biriydi, ya da kendisiyle eğleniyordu. Aldı kocakarı, bakalım ne dedi:
1/20
Bizim bağların siyeci
Ete batar acı acı
Bu altın ne, taylar neci
Eğleşme ulan benimle

Deli Yusuf içinden “Tamam. Bu kadın bu tayların değerini biliyor.” dedi. Koşup heybenin ikinci gözündeki altınları da “Caaav!” diye boşalttı. Atının dizginlerini saz misali tutup bir daha söyledi.
1/21
Deli Yusuf der n’edeyim
Başka param yok vereyim
Bir heybe altın ödeyim
Anam tayları bana sat

Kocakarı şöyle düşündü: “Bu adam benimle eğleşmeye eğleşiyor ama, bir de peki diyeyim. Bakalım ne olacak? “
-Peki oğlum, sattım.
Deli Yusuf avluda iki basıp bir sıçramaya başladı. Atı yedeğine aldı, tayları yelelerinden tutarak hızla köyden uzaklaştı. “Ya kadın vazgeçerse?” korkusuyla, “Al Allah kulunu, zapteyle delini!” deyip Erzurumun yolunu tuttu.
Kocakarı koşup bir çuvaldız getirdi. Altınları heybeye koyup ağızlarını dikti. Ahırdan beyaz mı beyaz bir at çıkarıp bindi. Heybeyi terkine aldı. “Ya bu deli adam pazarlıktan cayarsa?” korkusuyla Deli Yusuf atını nereye sürmüşse tam karşı yöne doğru atını dört nala kaldırarak köyden çıktı.
Bu tayların öyküsü neydi? Deli Yusuf yanılıyor muydu, yoksa haklı mıydı?
Meğer Nilin ötelerinden gelen bir kervan Osmanlı topraklarına doğru yol alıyormuş. Kervanda çok iyi cins kısraklar varmış. Bu cins kısraklara rastgele aygırlar aşmasın diye, öteki atlardan uzak tutuyorlarmış.
Kervan Nil kıyısında konaklamış. Cins kısrakları her zamanki gibi ötekilerden ayırmışlar. Yemlerini suları vermişler, tımar etmişler.
Dolunaylı bir geceymiş…
Vakit geceyarısını geçip, kervan uykuya dalınca, Nilde bir kıpırdanma başlamış. Sancılı bir kıpırdanmaymış bu… Sonra Nil çalkalanmaya, dalgalanmaya başlamış. Üzeri köpük köpük olmuş. Suyun ortası kabarmış; köpükten bir kubbe olmuş. Bu köpük yığınından dört yana sular fışkırıyormuş. Bu köpük birden parçalanmış, içinden köpüklerden daha beyaz bir deniz aygırı çıkmış. Derin Nilin üzerinde tozlu yolda yürür gibi şapır şupur yürüyerek kıyıya varmış. Göz açıp kapayana dek kısa bir zamanda kısrakların en beyazına aşmış ve geldiği gibi, nehre girerek kaybolmuş.
Kervanın seyisi sabah namazından sonra atları yemlemeye vardığında bir de ne görsün, beyaz kısrağa bir aygır aşmamış mı? “Eyvah!” demiş. “Bu kısraktan doğan tay rasgele bir tay olur. Ben bunu Osmanlı sultanına nasıl armağan edeyim?“ Ah, vah etmiş, dövünmüş. Cins ata bir soysuz aygır aştı sanmış. Kervandakiler düşünmüşler, taşınmışlar, kısrağı orada bırakmaya karar vermişler. Nil kıyısında giderken, Fatma Karının köyüne uğramışlar. Kocakarıya kısrağı vermişler. Demişler ki:
-Ana bu kısrak sende kalsın. Dönüşte yolumuz düşerse alırız, kat kat emeğini öderiz. Yok eğer yolumuz düşmezse kısrak sana anamızın ak sütü gibi helal olsun.
Kervanın yolu o köye bir daha düşmemiş. Beyaz kısrak günü gelince biri al, biri doru ikiz tay yavrulamış. İkisi de erkek olan bu taylar bakımsızlıktan zayıflamış, hastalanmış, uyuz olmuş.
Meğer Deli Yusuf bu tayların ne olduğunu bilerek almış. Bu taylar deniz aygırının dölündenmiş.
Alalım Yusuftan haberi:
Deli Yusuf, uyuz tayların çapaklı gözlerinden öpe öpe Erzuruma yaklaştı. Bey Çayırına varınca konakladı. Aşağı yukarı yarım saatlik yol kalmıştı ama deniz aygırının taylarına bir karşılama gerekirdi. Tayları ve atını çayıra saldı. Kendisi de erinmedi, üşenmedi ateş yaktı; nargilesine tütün bastı, ağacın birine yanını vererek nargilesini tokurdatmaya başladı.
Deli Yusuf, Erzuruma giden bir oduncu görünce seslendi:
-Heeey! Oduncuuu! Erzuruma mı?
-He gardaş…
-Bana Deli Yusuf derler. Lala Hüseyin Paşanın istediği atı getiriyorum. Var Hüseyin Paşadan muştuluğunu al. Ben burada kendisini bekliyorum.
Oduncu gitti.
Deli Yusuf, taylar hangi yana geçerse nargilesini oraya götürüyor, izlemeye doyamıyordu. İzledikçe coşuyor, coştukça nargilesini hızlı hızlı tokurdatıyordu.
……………………………………………………..…………………

Alalım oduncudan haberi :
Oduncu Erzuruma varınca doğru Paşanın konağına varıp, huzura çıktı.
-Paşam, düşmanının ömrü bu kadar olsun, dedi.
-Hayır mı?
-Hayırdır Paşam… Deli Yusuf istediğin atı bulmuş.
-Nerede?
-Bey Çayırında konaklıyor.
Paşa:
-Oduncuya muştuluğunu verin! diye seslendikten sonra sevinçle ayağa kalktı. Meğer İstanbulun kasapbaşı da Erzuruma gelmiş, Hüseyin Paşaya konuk olmuş. Hüseyin Paşa at konusunu ve Deli Yusufu Kasapbaşına anlattıktan sonra:
-Kasapbaşı, konuğumsun, kusura bakma, ama bende sabır kalmadı. İstersen birlikte gidelim, şu eşsiz atı bir görelim.
-Hay hay Paşam!
Hazırlandılar. Yanlarına Erzurumun ileri gelenlerini aldılar. Peşlerine askerlerini takıp Bey Çayırına doğru yola çıktılar.

VARİDAT

VARİDAT
Şeyh Bedreddin

Allahuteala Kur’an’da buyurmuştur ki: “Yağmur suyunu indirir ve onunla her türlü ürünü (yemişleri) yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız.” Bu da iki çıkış arasında fark bulunmadığını gösterir. Kıyamet günü dirilen cesetle çürüyen vücut arasında hiç bir bağlantı bulunmadığına işarettir. Keza aynı şekilde yerde çürüyen ürünlerle yeni yetişen ürünler arasında bir bağlantı yoktur; sadece benzerlik vardır. Yüce Allah kitabında: “Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir,” buyurmuştur. Bu ayet, dünyanın üst ile altı ve görünen ile görünmeyeni bir kişiye benzediğine işaret ediyor. Nesnelerin çeşitli olması, tıpkı insanı oluşturan üyeler gibidir. Nasıl ki üyelerin çeşitli olması insanın birliğini bozmuyorsa, nesnelerin çeşitli olması da dünyanın birliğini bozmaz. Ziri dünya Hakk’ın görüntüsüdür. Bu işin temeli spor ve uğraşıya bağlıdır; sabit tutkularla ilgisi yoktur. Tutkulardan kurtulmak için harcanan çabalar çağ ve zamanlara göre değişebilir. Bundan dolayı da şer’i hükümler (yasalar) de değişebilir. Peygamberlerin hal ve tavırları bunun isbatıdır. Bütün peygamberler hak yolundadırlar; aralarındaki yolların farklı olması onları haksız gösteremez. “Allah’tan başka tapılacak yoktur” diyen cennete girer. Bu sözü söylemenin birkaç anlamı vardır:
1- Genel olarak bilinen hun, köşkler ve benzerleri anlamında- din.
2- Savaş sırasında esir alınan kafirlerin malları ve canları alındığı için, bu sözleri dile getiren kafir bu durumlardan kurtulur ve güvenliğe kavuşur. İşte bu durum cennet sözüyle ifade edilmiştir.
3- Burada kişi, bu sözlerle kendini, malını ve ailesini korumak için kullanmış ve böylece cennete girmiştir.
4- Her iki dünyada ve Kainatta da Allah’tan başka bir varlık bulunmadığını bilen kişi, duyulan varlıklardan kurtulmuş olup, cennete girmiş sayılır.
5- Kendi kendine gerçekleşen ve varlığından kurtulan kişi, karanlık ve cehennemi varlığından kurtulmuş sayılır ve ebedi olan cennete girmiş olur ve orada korunur.
6- Her iyi duruma cennet ve her kötü duruma cehennem adı verilir. Birlik durumu iyi (ulu) bir durumdur. Allah’a şirk koşma durumu ise, kötü bir durumdur. “Allah’tan başka tapılacak varlık yoktur’ diyen kişi, kötü durumdan iyi duruma geçer.
7- “Allah’tan başka tapılacak yoktur” diyen ve açıkça görülen, duyulan putlara tapmaktan vazgeçip, duyularla ilgisi bulunmayan ve görülmeyen Allah’a yönelen kişi, duyularla ifade edilemeyen Allah’a ulaşır. Bu durum cennet ile ifade edilmiştir.
İşte bu içle ilgili yedi durum böylece tamamlanmıştır. Kur’an’ın da içi ve dışı vardır ve iç kısmının da yedi izahı vardır.
Allah’ın selamları olana olsun Peygamberlere de kelimelerin anlamları bildirilmiştir. Şunu bilesin ki, hem dünya hem de ahiretle ilgili her iyi ve yüce duruma cennet denilir ve aynı şekilde de, ateş, yılanlar, akrepler ve zakkumdaki durumlara kötü ve alçak durumlar denilir. Kitaplarda nitelendirilenler ve sözü edilen hurilerle köşkler ve diğerleri söylediklerimizin örnekleridir (görüntüleridir). Bunların görüntü olduğunun deliline gelince, şöyle izah edilebilir:
Kişi rüyasında kendini bir bağ veya yüksek bir köşkte görürse, bundan yücelik elde edeceği ve amacına ulaşacağı anlamı çıkarılır. Rüyalarda görülen görüntüler, ahirette ki görüntülerin cinslerindendir. Zira uyku, kısa ölüm gibidir ve uykuda görülen rüyalar, Ahiret görüntüleri cinsindendir. Böylece ahiret, cennet, hurilet ve köşkleri iyi tanı ve dikkatli ol, aldanma! Bundan böyle okuyup, anlayıp ve inandıktan sonra sakın ciddiyetini, harcamış olduğun çabaları ve çalışmalarını bırakma. Zira bilimler, buluşlar, olgunluklar, yükseltici durumlar ve üstün mertebelerin menşe’i bu çalışmalara bağlıdır. Herhangi bir kişi yanılıp “Dünya, ahiret, huriler, köşkler ve cennet böyleyse, gereği yoktur” derse, katil mübahtır. Çünkü o delalete düşmüştür.
Şunu bil ki, kıyamet ekabirler nezdinde zatın ortaya çıkışın ve nitelikler saltanatının son bulması anlamına gelmektedir. Dilersen, ölen kişi için, kıyameti başlamıştır diyebilirsin. Yeniden dirilme aynısının tekrarıdır. Allah sözlerin de tam olarak belirtildiği gibi, ateş ve cahillikten sakınınız. Her peygambere vahiy yolu ile gelen bilgilerin tümü doğrudur ve her yönüyle amaçlananı içine alır.
Peygamber efendimizin döneminde bazı kişiler, bilinen kıymetin gerçekleşeceğini, Deccal’in ve Dabbetü’l-arz’ın ortaya çıkacağını bekliyorlardı; ve bunların zamanlarında gerçekleşeceğini zannediyorlardı. Bu beklentileri kitaplarda da belirtilmiştir. Daha sonra gelenler bu durumların kendi dönemlerinde gerçekleşeceğini sandılar ve bu hususta kitaplar yazanları da oldu. Bazıları bu olayların üç yüzüncü yıl içinde cereyan edeceğini, bazıları ise, Mehdi’nin ve Htemü’l-vilaye’nin çıkışıyla birlikte yedi yüzyıl ile sekiz yüzyıl arasında gerçekleşeceğini ileri sürdüler. Halbuki peygamber efendimizin zamanından bugüne dek sekiz yüz yıl gelip geçtiği halde, onların söyledikleri ve cahil halk tabakasının tahayyül ettiği gibi herhangi bir olay gerçekleşmedi. Bunların söylediklerinden hiç biri yıllar geçse de gerçekleşmeyecek ve iddia ettikleri gibi ölü cesetler dirilmeyecektir. Toz duman ortadan kalkınca, altındakinin eşek mi yoksa at mı olduğunu göreceksin.