Merhaba

Merhaba

Yazın kavurucu demlerine gark olun.

Güneş ruhunuzu yaksın vücudunuz güneşin ateşiyle dağlansın, özünüzdeki harla tabiattaki cevelan sizi aynı potada eritsin.

Gel ey güneş kavur varlığımı!

Demokrasi yalanlarına inanan zavallı zangoçlar gidin, gidin bu şehit kanıyla sulanmış Anadolu’dan. Ah bu topraklar vatanım, Ötükenim, karlı Tanrı Dağlarım, uzun yaylam, Maraş’ım, evim barkım.
Kürşat ve onun kırk yoldaşı demokrasi oyununun neresine düşer edelerim! Gök gözlü Bozkurtlar, elimizde kancık katır sidiğinden suyu verilmiş Zülfikar, yüreğimizde Türklük sevdası olduktan sonra ne tasa ne gam!
Kürt sorunu, teknoloji, temsilde adalet, hoşgörü, cıfıtların bilimsel dükalıkları, esersiz çilesiz entelektüellere yuf!
Maraş insanı Türklük yolunun sevdalısı büyük davaların Şahmeranıdır. Demokrasinin dar çemberine sığdırılmak istenen ulu Türk milleti elbet onlara kayıtsız kalmayacaktır.
Yaz geldi bizde zahire telaşı için güze kadar sır olacağız.

Ali Büyükçapar

Nefes

Nefes

Mustafa Bekerecioğlu'na

Neylerim baharı sensiz
Boynumdan aşar cürmüm
Ellerim tutmada çiçeği
Yazgımda var aşk yangını

Pazarlarda malım yok satmaya
Titreyen yüreğim tezgahta
Gelirsin sen dört yandan
Nazar kul sultanım biçarene

Bir iz ararım yollarda
Gülü sümbül reyhanla
Kırlangıçlar getirir avazını
Kalmışım kıyıda köşede

Bir fısıltı sadece senden
Duysam irkilirim öylece
Nazarınla doğar güneşler
Bense öylesine biçare

Toplandı baharın gülleri
Hamaylımda kor bir ateş
Şah Ali eşleğinde kıtmıri
Ezelden ebede sevdalısı.

Ejder Polat

Köroğlu Hikayesi

Hacı Ali ÖZTURAN

(Geçen Sayıdan Devam)

-Atının rengi ne?
-Yağız …
-Eyvah kalmadı bende beniz! Çünkü yok burada deniz! Binicisi kim?
-Atı gibi kapkara bir adam.
-Ona Reyhan Arap derler oğlum. Kıratın yükü ağır olmasa hiçbir atlı ye-tişemez. Ah burada deniz olsaydı, su olsaydı, işimiz kolaydı. Vururduk Kı-ratı suya, yağız kalır biz giderdik. Neredeyiz şimdi?
-Sünbüllü Pınardayız.
-İn aşağı, bana bir alama ver.
Ali indi, kuzu kerpiç misâli bir taş bulup getirdi. Deli Yusuf eyere otur-du, Aliyi terkine aldı. Deli Yusuf taşı abasının eteğinin altına sakladı. Deli Yusuf Kıratın solunu Reyhan Araptan yana getirdi.
-Oğlum sen şimdilik karışma. Bu işi ben çözeceğim, dedi. Ben çöze-mezsem iş senin bileğine kalır.
Bu sırada Reyhan Arap da yaklaşıp nârasını atmıştı.
-Heeyyt! Kaçırır mıyım ulan sizi! Reyhan Arapın elinden uçan kaçan kurtulur mu?
Deli Yusuf alttan aldı. Kıratın dizginlerini saz misali tutarak kısa ma-kamdan Reyhan Araba söyledi, görelim ne söyledi:

Yiğit olan olmaz densiz
Meydanlar olur mu ersiz
1/47 Kılıç vurulmaz kalkansız
Kıyma bize Araboğlu

Deli Yusufun kulakları, Reyhan Arabın kendisine ne denli yaklaştığını izliyordu.
Aldı Reyhan Arap:

Satın almadım ünvanı
Ersiz koydum çok meydanı
1/48 Gürzle yırtarım kalkanı
Kıyarım size Eroğlu

Deli Yusuf, Reyhan Arabın iyice yaklaşmasını bekliyordu. Bir daha al-dı:

Arap sana neler oldu
Sana emir bu mu oldu
1/49 Kırat gözüme maloldu
Kıyma bize Araboğlu

Aldı Reyhan Arap:

Ne oldu ki ne olacak
Ne vardı böyle kaçacak
1/50 Kırata paşam binecek
Kıyarım size Eroğlu

Deli Yusuf bağladı:

Deli Yusuf yaşlı pîrdir
Cümlemizi alan yerdir
1/51 İyilik kötülük birdir
Kıyma bize Araboğlu

Aldı Reyhan Arap:

Reyhan Arap yeter gayri
Doğru konuş otur eğri
1/52 İyi kötü ayrı ayrı
Kıyarım size Eroğlu

Deli Yusuf bu kez de dilden söyleyerek Reyhan Arabı oyaladı:
-Reyhan Arap, sen yiğit adamsın. Benim gibi bir körle, şuncacık çocu-ğun peşine düşmek erliğe sığar mı? Bırak bizi gidelim.
-Bırakmam sizi Deli Yusuf. Paşaya karşı gelemem. Ben de emir kulu-yum.
Deli Yusuf üsteledi:
-Yetişemedim dersin ...
-Şanıma gölge düşer. Karakuş kanatlı, korkunç suratlı Reyhan Arabın elinden şimdiye dek hiç kimse kaçamamıştır. Siz kaçarsanız şanıma leke düşer.
Reyhan Arap, Deli Yusufun taş menziline girmişti. Deli Yusuf taşı kap-tı, üzengilerin üzerinde yekindikten sonra hengeyledi, hüngeyledi, Reyhan Arapın alnının çatı şurada deyip hıngeyledi. ”Körün taşı berk değer…” der-ler, Deli Yusufun taşı Reyhan Arapın alnının çatına değdi. Reyhan Arap, tiyeğinde yetmiş tevriz kabağı gibi “Paat!” diye düştü. Deli Yusuf patırtıyı duyunca dirseğiyle Alinin böğrüne dürttü:
-Durma oğlum, in! Yılanın başını ezmenin zamanı! Reyhan Arabın kel-lesini kes!
Ali indi. Kuşağının arasından yılan dili eğri hançerini çekti. Varıp Rey-han Arabın döşüne oturdu. Ali yiğitti, gözü kara bir gençti, ama hiç kelle kesmemişti. Bir türlü eli varmadı. Bu sırada Reyhan Arap ayıldı. Bir de bak-tı ki, kendi yerde, göğsünde hançerli birisi oturuyor. İçinden, “Eyvah, şan derken candan olduk!” dedi. Can tatlıdır, bu kez de Reyhan Arap alttan aldı:
-Etme yiğit, kıyma bana!
Atın üzerinden Deli Yusuf bağırıyordu:
-Daha duruyor musun ulan? Kes kellesini, ileride geride karşına çıkar, başına bela olur!
Reyhan Arap:
-Sana yiğit sözü Ali, dedi. Bir daha yedi göbek sülalene kılıç çekmeye-ceğim. Yeter ki canımı bağışla.
Yusuf:
-Konuşturma Ali, kes! diye bağırıyordu.

Meddahımız,”Kıssa-i mâcerâmız şimdilik burada karar kılmakta…” di-yerek sandalyesinden indi. Başındaki şapkasını dinleyiciler arasında dolaş-tırarak her birinden yirmibeş kuruş, elli kuruş para topladıktan sonra yeni-den sandalyesine oturdu. Dinleyicilerin ilgisini sınamak için sordu:
-Nerde kalmıştık?
Dinleyiciler hep bir ağızdan bağırdılar:
-Ali Reyhan Arapın kellesini kesecek miydi, kesmeyecek miydi?
-Belî ağalar, kıssa-i mâcerâmız şol yerde kalmıştı ki, Reyhan Arapla adamları Lala Hüseyin Paşanın buyruğuyla Deli Yusufla oğlu Deli Alinin ardına düşmüş, Kıratı almak için kavgaya tutuşmuşlardı. Deli Yusuf taşla Reyhan Arabın alnının çatına vurunca dalında yetmiş güz kabağı gibi atın-dan düşürmüştü. Oğlu Aliye, ”Durma kellesini kes. Yılanın başını küçükken ezmeli.” demişti ama Ali hiç kelle kesmemiş ki…
Diye olayları özetledikten sonra kaldığı yerden anlatmasını sürdürdü:

Ali Deli Yusufla Reyhan Arap arasında bocaladı. Özü dövüp te Reyhan Arapı öldüremedi. Eliyle Reyhan Arapa “Sus!” diye işâret etti. İşaret par-mağını Reyhan Arapın alnından akan kana bulayıp, Sünbüllü Pınarın yalak taşına, kırmızı bir mühür gibi bastı. Böylece Reyhan Arapın, kendisinin yedi göbek sülalesine kılıç çekmeyeceği yeminine, pınarın yalak taşını tanık tut-tu.
Deli Yusuf:
-Kestin mi oğlum? diye sordu.
Ali yalan söyledi:
-Kestim baba.
-Bin öyleyse oğlum. Bu Reyhan Arap çok yiğit bir adam. İleride geride karşına çıkar, sana bir zarar verir diye korktum. Onun için kellesini kestir-dim. Şimdi bu belâdan kurtulduk. Sür bakalım dağlara.

DELİ YUSUFLA OĞLU ALİ
ÇAMLIBELE YERLEŞİYOR


Deli Yusufla Ruşen Ali, şu dağ senin bu yayla benim diyerek Sivas Da-ğına geldiler. Arabistandan, Gürcistandan, Dağıstandan, İrandan, Turandan, Hindistandan gelip İstanbula, Avrupaya giden kervanların geçtikleri en işlek yol buradan geçiyordu. Bu kervanlar ya buradan geçecekti, ya da yolu gün-lerce uzatarak Konyayı dolaşacaklardı.
Bu işlek yolun üzerinde gedik gibi ince bir davarcı yolu vardı. O ge-diğe konakladılar. Ali:
-Baba bu gediğin toprağı bomboz, dedi.
-Öyleyse bu gediğin adı Bozgedik olsun. Bundan sonra mekânımız bu-rası olacak. Bozgediğin yukarısı nasıl bir yer?
-Koca çamlar var. Geniş bir düzlük. Bir de su var. Suyun ayağı boz ge-dikten aşağı akıyor.
-Oraya da Çamlıbel diyelim. Bu ses neci oğlum?
-Üç tane kurt, bir köpeğe saldırıyor. Parçalayacaklar köpeği.
-Köpek ne yapıyor?
-Arkasını kalın bir ağaca dayamış kendini savunuyor.
-O halde korkma. Kurtlar o köpeğe hiçbir şey yapamaz.
Biraz sonra kurtlar köpeğe saldırmaktan vaz geçti. Savuşup gittiler.
Deli Yusuf dedi ki:
-Sonuca şaşırma oğlum. Sırtını sağlam yere dayadın mı, sana hiç kimse kötülük edemez. Savaşta da öyle, arkadaşlıkta da öyle… Kötü arkadaşa sır-tını güvenme, açığını verme. Bu köpekle kurtların dövüşünü hiç unutma.
Azıkları açıp yemeye başladılar. Deli Yusuf öğütlerine devam ediyordu:
-Oğlum bu yol çok işlek bir yol. Barhaneyi buraya çözeceksin. Gelen-den geçenden yol pacı olarak onda bir alacaksın. Buna ondalık derler, aslan payı derler, aç kurtların payı derler. Nâra vurup, ondalığını isteyeceksin. Hepsi o… Ya ondalığı verecekler, ya da yollarını günlerce uzatarak Konyayı dolaşacaklar.
Ali dedi ki:
-Her kervancı ondalık verir mi baba?
-Eğer dediklerimi yaparsan kervanlar ondalığını seve seve verirler.
-Seve seve ondalık verirler mi baba? Mal canın yongası demişler.

(Devamı Gelecek)

Okunacak Kitap:Varolmanın Boyutları

Varolmanın Boyutları

Tasavvuf ve Vahdetü’l-Vücûd Üstüne Yazılar

Eser: Kitabın başında varoluşun (vücûd) farklı boyutlarına gelmeden önce iki dünyanın (Batı ve İslam Dünyası) bakış acılarının farklılığını ortaya koymak için yapılan karşılaştırmalı bir kavramlar bölümü diyebileceğimiz bir bölümle başlıyor. Varoluşla ilgili ve ona yaklaşırken kullandığımız kelime ve kavramların üzerinde durulurken varlıkların Allah’la olan ilişkileri çerçevesinde açıklamalar yapılıyor. Aynı zamanda bu konularda modern dünyanın durumu da gözler önüne seriliyor.

İnsanı kamil ve onun Allah’la olan ilişkisini varoluşa bakışını kitabın ilerleyen bölümlerinde bu işin zirveleri olan insanların bakışından anlamaya çalışıyoruz. Vahdet-i vücûdun yani varoluşun birliğinin her şeyin O’nun bir tecelli ve tezahürü olmasının sırlarını aşk içinde mecazi bir dille anlatılmasını anlarken neden böyle anlatıldığını da anlıyoruz. Varolan her şeyin bâtıni bir tarafının olduğunu ve bunun duyularla anlaşılan zahiri anlamından farklı olarak bizlere varoluşumuzla irtibat kurduran manalar ihtiva ettiğini öğreniyoruz. Yolculuğumuzu İbn Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana, Hace Hord, Fergani, Ahmed Sem’ani ve diğer üstadların önderliğinde yapıyoruz.

Okuduğumuz metin aslında erbabı için bir aşk kitabı… Büyük aşıkların aşklarını anlatıkları metinlerin anlaşılması için bir kılavuz. Buradan bakınca aslında İslam dünyasının her bölgesini ve milletini kapsayan bir tek aşk mezhebinin etrafında tevhid olduğunu görürken kendine has incelmiş yüksek bir entellektüel faaliyetin yapıldığını fark ediyoruz.

Kitaptan birkaç cümle

-Tecelli asla tekrar etmez. İbn Arabi

-İslami bağlam bütünüyle cansız bir varoluşa izin vermez.

-Varlıklar varoluşun kokusunu bile duymamışlardır. İbn Arabi

-Bütün mesele Allah’ın gerçek vücûdu ile yaratıkların hakiki olmayan vücûdu arasında var olan ince ilişkiyi tanımlamaktır.

Tecelli ve tezahürler açısından baktığımızda varoluş devam etmektedir. Bu dünyadaki hayatımız varoluşun bir evresidir. Onu tamamlamaya yönelik bir hayat. Yaratılmış olmak tam varolduğumuz anlamına gelmez. Yaratılışımızı bu dünyada bize yardımcı olacak olan yaratılmışlarla birlikte tamamlamamız gerekir. Bunun çabası içinde gecen bir hayatın öncelenmesi söylenir bize. Nasıl ve hangi yolla yapılacağı ise önce peygamberler ve kutsal kitaplarda sonra velilerin bunun hikmetleriyle dolu hayatlarında ve eserlerinde gösterilmiştir.

Ölüm varoluşun bir safhasından başka bir safhasına geçiştir.


Varolmanın Boyutları

Tasavvuf ve Vahdetü’l-Vücûd Üstüne Yazılar

William Chittick

İnsan Yayınları


Yusuf Pazarlı

Varidât

Varidât

Şeyh Bedreddin

Gerçeği arayan kişi küfür aşamasına varıp, geçmezse, imanını tamamlamış sayılmaz. Şunun bilinmesi gerekir ki, küfür iki Müslümanlık arasında yer alan bir aşamadır ve bu aşamada duran kişi münafık olmuştur. Bu aşamada durmamak için Allah’a sığınırız. Allah’a hamd ve şükürler olsun ki, biz bir süre o aşamada kaldıktan sonra, geçmeyi başardık.
Bazı arkadaşlarımı üzüm bağımı kollamakla görevlendirmiştim. Onlardan birkaçı bana bir halk çocuğunun bağa girip, üzüm yemek istediğini, onlardan birinin çocuğu tokatladığını anlattı ve ilave etti ki, çocuk tokat’ı yiyince yere düşmedi, ancak kendisi tokat’ın etkisiyle yere düştü. O sırada kendisiyle çocuk arasında epey bir uzaklık varmış, ancak çocuk ona, gözünün aynası gibi görünmüş ve kendisi tokattan daha çok etkilenmiştir ve yere düşmüştür. Halbuki çocuğa hiç bir etki yapmamıştır. Bu çok tuhaf bir durum zira tokadı yiyen çocuk olduğu halde yere düşen, o kişi olmuştur.
Tüccar kesiminden bir genç ara sıra bize uğruyordu. Bu genç doğru insanları seviyordu. Bana şu olayı anlattı: Bir gece uyuyorken, bir erkek gelip, onu uyandırmış. Uyanınca adama bakmış, bir de ne görsün yüzü pırıl, pırıl bir ışık saçıyor ve bu ışık evi aydınlatıyor. Fakat saçtığı ışık lambadan çıkan ışıklara benzemediği gibi, diğer hiç bir enerji kaynağından çıkan ışıklara da benzemiyordu. Diğer ışıkların vermediği alışılagelmiş parıltısından ayrı bir tadı varmış. Adam bir süre hiç bir şey söylemeden beklemiş, daha sonra ortadan kaybolmuştur. Onun gidişiyle ev kapkaranlık olmuş. İkinci gece de gelip, uyandırmış. Daha sonra üçüncü gece gelip, uyandırdığında yanında tıpkı kendisi gibi ışık saçan diğer bir kişiyi de getirmiş. Bunun üzerine gördüklerini üçüncü günün ertesi gününde bazı arkadaşlarına anlatmış. Bundan sonra gözüne görünmez olmuş ve aradan iki üç gün geçtikten sonra hastalanmış. Hastalığı o kadar ağırmış ki öleceğini sanmış.
İnsanlarda bulunan anlayış, görüş ve fiiller, soyut varlıklarda ve bu varlıklardan daha üstün olanlarda da yoktur. İnsan aşamasındaki varlıkta görülen olgunluklar diğer aşamalarda gerçekleşmiyor. Çünkü insan yüce Allah’ın gördüğü aşamadır. Bundan dolayıdır ki, Allah şöyle buyurmuştur: ‘Sen olmasaydın gökleri yaratmaz ve meleklere insana secde edin emrini vermezdim. Akl-i külli, nefs-i külli ve onların üstündeki varlık aşamalarında, insanda bulunan anlayış bu şekilde görülmez. Ancak insan aşamasında görülür. Varlık esasında bütünden arındırılmıştır. İlimdeki olağanüstü işleri, görüş ve anlayışları idrak eden varlıktır. Fakat bu durum imkansız ve görünüşlerle tahakkuk ediyor. Sen de bunu anla ve kılavuz gibi izle.
Akıl, nefs, ruh ve gönlün varlık olduğunu bil. Bunlar aşamaları dolayısıyla varlığın birer aşamasıdır. Allah bu aşamalarda değişik şekillerde tecelli eder ve bir aşamadan diğerine geçer. Kimi zaman gök, kimi zaman melek, bazen öğe, bazen de maden, bitki, hayvan veya insan şekliyle ortaya çıkar. Bazen en aşağıdakilere kadar iner, bazen de en üsttekilere kadar çıkar. Öğeler şekline giren, daha sonra madenler şeklini alan ve sonra sırasıyla bitkiler, hayvan ile insan şekilde de bürünen odur (Allah’tır). Bütün bu şekilleri alan mutlak varlık olan Allah’tır. Farzı mahal şekil ortadan kalksa bile, yalnız varlık kalır (Allah kalır). Mesela insan keçiyi yiyince, keçi insan olur. Bütünü düzenleyen ve bütündeki nefs de odur. Şekilden şekil’e geçen odur. Buna dayanarak diğer bütün görünüşleri ölçebilirsin. Buna dair Allah’ım salat u selamı ona olsun ve Allah yüzünü şereflendirsin Hazret-i Ali ibn Ebi Talib şöyle buyurmuştur: “Levh benim, Kalem benim, arş ve kürsi ile diğerleri de benim.” Bugün de Allah, varlık şekline bürünüp, velilere görünebilir. Çünkü Allah kulun şeklini almaya muktedirdir. Bu hususa dair “Risaletü’l-Kuşeyriyye”’deki kerametler bölümünde iki sözün yer aldığı belirtilmiştir. Geceleyin otururken bir kelebek kandilin etrafımda dönmeye başladı ve daha sonra birkaç kez kendini kandilin ateşine çarptı; sonra yanmış gibi yere düştü ve cansız olarak öyle kaldı. Belli bir süre öyle izledim, fakat kelebekte hiç bir yaşantı belirtisi yoktu. Gönlüm öldüğüne karar kıldı. Ancak o andan Ebayezid’in nasıl bir karıncayı alıp, üfürerek dirilttiği aklıma geldi. Ben de kelebeği alıp, diriltmek üzere içimden gelen samimi bir şekilde üflemeye başladım. Kelebek üflemeden sonra anında dirildi ve tıpkı daha önce uçtuğu gibi uçmaya başladı, sanki hiç ateşe düşmemiş gibiydi.


Şeyh Bedreddin