Merhaba

MERHABA

Bahar çılgınlığını yaşayan Maraş semalarında kırlangıçların avazı bitip bilmek bilmiyor. Cihetsiz serçe seslerine kırlangıçların avazı karışmış durumda.
Yavşan karlı, Milcan puslu, erik ağaçları bademler bembeyaz düşler ülkesindeki gibi. Güneş Maraş’a biraz daha yaklaşıyor.
Geceler daha soğuk.
Kuytularda büyük ülkelerin fısıltıları duyuluyor. Kızıl Elma düşü parlıyor zifiri karanlıklarda. Devlet nasıl kutsal bu hep hatırda. Devlet olmak Maraş’ta devletle yaşamak bilene ne saadet!
Ötüken diyarıdır Maraş!
Gök gözlü Bozkurtların sesleri duyulur Milcan’ın yamaçlarında, tuğlar çekilmiş, kulaklar o kutlu muştuda, kancık katır sidiğinden suyu verilmiş Zülfikar elde, parola tekrarı yapılır sarayaltında.
Şah’ın adı düşünce gönüllere, başlar yükselir, ufuklarda üç hilal dalgalanır. Akacak kan durmayacaktır damarda, dertler toplanır, zincirlerle yürür divaneler ne tasa ne gam!
Bekle Roma, Haydar’ın duasıyla geleceğiz oraya üç hilali dikeceğiz meydana hu çekip yeri göğü inleteceğiz.
Derdiniz aşkınız olsun!
Çileler yaksın varlığınızı dağlansın özünüz!

Kitap Tanıtımı ve Eleştiri



KİTAP TANITIM VE ELEŞTİRİ

Birgül Büyükçapar

Yazar, şair Ali Büyükçapar’ın yeni seri” Şahmeran” edebiyat dünyasına cemre gibi düştü. Bir cemre vakti okuruyla buluşan eser doksun dokuz şiirden oluşuyor. Şahmeran:
Kapak resminde Şahmeran’la tanışıyor okur. Ortadoğu ve madolu Halk inancında başı insan, gövdesi ejderha şeklinde olduğu düşünülen yılanların kral. Kubbealtı Lügati de şunları söylüyor: yılanların kralı.
Temennimiz de eserin kitapların şahı olması yönünde.
Şiir kitaplarında alışık olduğumuz bir gelenek bu kitapta yerini farklı bir kapağa bırakmış. Arka kapakta şiir yerine bir nesir bizlere sunulmuş. Bence nesir yerine bir şiir sunulsa daha güzel olurdu. Kitapta yer alan şiirlerden dizeler seçilebilirdi mesela.
Şairin bir fotoğrafı arka kapakta bizleri selamlıyor. Arka kapaktaki taşlar üzerine yapılmış minyatürler dikkatleri çekiyor. Şairin, can yoldaşı Hasan Aksüt’e itafen yazmış eseri. İlk şiir kitabı malabodi otuz üç şiirden oluşurken şahmeran doksan dokuz şiirden oluşuyor. Beş bülümden oluşan eserde ilk bölüm menekşe ilahiler adı altında.
Son dönem şiirinde imge ve imgelerimde medeniyet ve düşünce bağlamlı bakışta bir yoksulluk var. Menekşe, diğer şairlerimizde karşımıza sık çıkmaz, gül ilahisi şiiriyle bizleri karşılayan şair nergisten, erguvandan, turunçtan, nardan, leylaktan haberler veriyor.
Gül imgesi vurgulu bir biçimde karşımıza akarken diğer şairlerimizde menekşe pek yer almaz. Onlar, geleneksel ruhtan beslenmelerini sürdürürken modern ve yeni bir şiirde karşımıza çıkıyor. Aynı gelecekten yetişin kimi şairlerin bu ruhtan uzaklaştıkları bilinen bir gerkektir.

Suda sümbülün aksi dolgalanıyor.
Fısıltılar yükseliyor nergis satan çarşılarda.
Biliyorum onların hatırında züleyha. (5.6)

Nergis satılan çarşılarda züleyha’nın fısıltılarla yükselmesi tembih sanatına güzel bir örnek olmuş. Şair, telmihlere sıkça yer vermiş şiirlerinde:

Zehra’nın otağı güldü
Hasan Hüseyin tomurcuk güldü (sh. 23)

Kaygılarını bulunca idris’in
Erdim sırırına aynaların. (sh.9)

Leyla çağırıyor kutulara
Ben senin Mecnunun. (sh.17)

Yakub’un düşlerinden avuçlarına akar. (sh. 48)

Stü kesilen Meryem
İsa’nın gülücüklerinden endişeli (sh.50)

Yunus terk etmedi denizi
Yüreklerimiz umman (sh.69)

Cemrelerin düşmesiyle okuruyla buluşan eserdi nergis, menekşe, ıtır, leylak, reyhan, nurçiçeği karşılar bizleri.

Ellerim dolu nergis, reyhan, ıtır
Cemreleri getirdin ıssızlardan yüreğimiz baharı.

Sen leylak takmışsın saçlarına
Dudaklarım leylak, sabırım menekşe. (sh.16)

Yeuşalım kızları, dikenler içinde zanbaktı
Hele narçiçeğim. (sh. 8)

“Şiir, okuma çalışmalarımın gözbebeği irfan dünyamın can suyudur” diyor Ali Büyükçapar.

“Çağırdın sana gelen ilk ben oldum
Zeytin yeşili rüzgarımdan sana kanat çırptım
Gökkuşakları hürmetine
Çağlayan ırmaklar, eriyen kar aşkına
Dağla ki bu onulmaz yaramı ki sana muhtacım.” (sh.7)

Şair, Nergis ilahisi şiiriyle bizi bir başka yöne çeker. Rüzgarın zeytin yeşili olması, çağlayan, ırmaklar eriyen kar aşkına ona seslenilmesi şiir iklimine çağırır bizleri.
“Öksüzüm
Hem de yetim
Kaç kapı örtüldü yüzüme
Eşiğinde geçti baharım
Ayvam, turuncun narım
Ben bil ki sana muhtacım” (sh. 17)

İkinci bölümde Hacı Bektaşın laleleri sunulur okura.
“Edip erkanla girdi yola
Aynada gördü pirlerin düşünü
Yüreği moral sıçrar kayalara
Boynumda eleyim sağma kolye
Kulağında şeriat küpesi
Elleri toplarken gör laleler” ( sh. 22)

Şairlerin isimlerindeki farklılık kendisini ayan beyan belli ediyor: Geyikli Baba, Barak Baba, Abdal Musa Sarı Saltuk, Abdal Murat…

Üçüncü Bölümde tabyalar karşılıyor bizleri: Kiremit Tabya, Uzun Ahmet Tabyası, Sivişli Tabyası Dolangez tabyası, Tay Tabyası. Ehali Tabyası, Aziziye Tabyası… Tabya imgesi coşkudur. Barutun geniz yakan kokusu atalarımızın alışkın aldığı bir koku. Şair de bize bu hatırlatıyor.
“Barut kokusu genzimizi yakarken
Sancak-ı şerif çıktı tabyadan
Ellerimiz binlerce laleler taşır bu gün
Bahar gelmeye görsün
Aziziye senlenir taprağa düştüğümüz yerde” (sh. 40)

“Çektik kınından besmeleyle
Zülfikar’ı
Atımız şahbaz
Naramız hayrat
Türkülerimiz Dadaloğlu “(sh. 30)
Dördüncü bölümde Tufan söyleviyle seslenir şair
“Yavuklum ateşinde dağladın onulmaz yaramı
Sözlerin alır götürür eşiğine sultanım
Kulunum
Azat etme bayramdan beni
Göz günleri ikindilerimi ısıtmaz
Şimdi denizini yitirmiş yunus’un” (sh. 45)

Eserin en uzun şiirini okurken bir çok imge tekrar karşımıza çıkar. Sevgiyi, çiçekleri, baharı, ırmakları, ceylanları, imleyen imgelerin birçoğunu burada görürüz.
Beşinci bölümde Milcan’da kar fırtınası başlıyor. Bu bölüm farklı ithafların olduğu, insani temaların hatıralar ışığında kendini aydınlattığı bir bölüm, örneğin bir bir heykel tıraş olan İlhan Koman şairin dilinde şöyle anlatır:
“Akdeniz ürpertisi bakışlarında
Açar badem ağaçları
Bazlaklar söyler denizkızları
Sonsuz ağıtlar ülkesinde”
Bilindiği gibi İlhan Koman ilhamının Akdeniz uygarlıklarından alan bir sanatçıydı. 13 kadar şiirin ithafla verildiği bu bölüm özlem gerginlik, umut, ürperti gibi duygularla okurum kuşatıyor. Bazen de okurda derin, anlaşılmaz duygu sağanakları oluşturuyor. Son Rus Çarı’nın boş belerini Anna Poloma’yı ülkemizde kim bilir?
Baharla birlikte menekşelerin, dağ nergislerinin yeşerdiği Maraş’ta yazar kırlangıç seslerini de yanına olarak bizleri edebiyatın sonsuz ülkesine çağırıyor. Adalet Ağaoğlu gibi “Hadi gidelim” deriz ki bu göksel şölene katılma bahtiyarlığına ulaşabiliriz.
Kutlar, eserlerin yazara bereket, mutluluk getirmesini dileyerek sizleri bu kitapla baş başa bırakıyorum.

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Şiir-Tufan Sövlevi

TUFAN SÖYLEVİ

Güneş kirpiklerinden düşen siyah karanfil.
Gökyüzü humanın ıssızlığında.
Kaf dağlarında sabaklarını okuyan sübyanlar öksüz,
Dillerimizde virdin vira Bismillah.

Her seher senin gök kuşaklarına çarpar,
Aşkın kutlu say/alarmı sünneti gözlerinde okuruz,
Ankebut örerken ağını hülyamıza,
Kadehlerimizde kızılcıklar vardı.
Dönmek istemiyorum maviliklere,
Kumsallar adını bile hatırlamadığım,
İssız iklimlerde kaldı.

Ayak izlerimi silsin sevda meltemleri.
Martılar dönsün dursun denize girdiğim kuytularda.
Nevruzan gelsin,
Göğsünde gözyaşı ile ıslattığı nergisleri,
Öpülesi dudakları,
Gözlerinde Tur-u Sina’nın yankısı.

Bozamam yemin imi,
Üstümde kat kat hüzün,
Terk ettim dağlara ağmayı.
Testimi kırmış baharları unutmuşum.

Seni andım! Düşlerimin albasınnda.
Göklerin maviliği suların serinliğinde,
Bir çocuk ağladı rüyasına girdin diye,
Zeytin ağaçları, anamaslar, erguvan,
Ötelere tırmanan sarmaşıklar, hanını elleri,
Sabahın mahmurluğuna söylenen şarkılar.

Ah! Gözyaşlarımın çağlayanı,
Ardın sıra söylediğim bozlaklar,
Döndü de dillerime dolaştı.
Gözüm kapalı.
Başımın üstünde kurşundan güvercinler,
Ellerin narin bakışların uçarı,
Benimse dudaklarımda elif 1am mim.
Kalbimde Cebrail’in mührü,
Yanı başımda senin sıcaklığın,
Ama adın nerede senin.
Ya avuçlarımızda yeşerttiğimiz bahar,
Dağların deli fırtına ları durursa,
Gökler dürülür.
Nilüferim!
Gelecek baharımın nazlısı,
Salınırsın sarp yamaçlara,
Güneş lekeleri gölgelerimi yutar,
Ayak izleri çoğalır sokaklarda,
Birden kırlangıçların çığlıkları,
Karanfilleri tutar.

Irmaklardan geçerim yankısıyla dağdaki vaizin.
Efendim! Cemrelerimin muştusu.
Ayaklarımda çamuru Nil’in,
Dün biter, zaman kalır,
Saatimin kumlarını sayarım.

Ceylanlar çoğalır düşlerinde.
İçimden beyaz atlar geçer,
Adını topraklara karışır, güz biter.
Ağaç kıvrılır yağmurlarda,
Ay biraz daha yaklaşır soluğumuz tutulur.

Şimşek parlar, savrulur alem,
Yıldızlar elemleri taşır ötelerden.
Islanır sokaklar, iğde kokulu yollar.
Üveyikler sıçrar kayalıklara,
Zeytin refref ve attın,
Sevgilim! Uzak mı yeryüzü sürgünüm?

Maviliklerini et göğün,
Hoyratça savur, dağla yüreğimi.
Ah! Nasıl söyleyeyim yağmurların beni ıslattığını.
Kitaplarımı aşkı anını denizleri,
Yeruşalim kızları! Siz ancak siz,
Seversiniz peygamber çiçeğini.

Nar tanelerinde yaşadığım kıyameti,
Anneler yaşar ikindilerde,
Sesler toplanır sakaklardan,
Çocuklar kaybolur karanlıklarda.

Güneş yaklaşınca gözlerine,
Dudaklarında aşk öpücükleri,
Dost martılar, ağılarımı siz yakın olmaz mı?
Uçurumun adı Nemrut,
Deli taylar koşar güneşe,
Bir yanım Gülşen sunağımda sen.

Kabul er baharımı,
Deşen cemremi, göveren sümbülümü,
Odama giren ışık,
Seslerin fısıltısında Mikail,
Binlerce kelebekle savurur Meme beni.
Anacağım seni, kınalı ellerini,
Göz!erinde sürmeler dilinde aşk.

Yavuklum ateşinde dağladım onulmaz yaramı,
Sözlerin alır götürür eşiğine sultanın.
Kulunum azat etme bayramda beni,
Güz güneşleri ikindilerimi ısıtmaz.
Şimdi denizini yitirmiş Yunus’um,
Kıyısında ummanların,
Hırkamda gül motifleri yok.
Sözlerim uçarı esrük,
Kutlu kitaptan yordum düşümü,
Nigar’ım!
Kimsesiz geldim otağına
Varlığına taşıyan gövdem habersiz.
Islandım karanlığında gecenin:
Söyleyin yağmurlar niçin sustunuz?
Dağlarda veda, yeşile veda,
Sana ey aşkımın sanemi,
Sana da mı veda?

Köroğlu Hikayesi

2. BÖLÜM
AYVAZ HİKÂYESİ



(Burada “AYVAZ KOLU”na başlıyoruz. Köroğlu hikâyesinde Ayvaz; yakışıklılığın, bağlılığın, baba-oğul sevgisinin simgesidir. Köroğlu Ayvazı alıp kaçırmakla, Kasapbaşından Deli Yusufun öcünü alır. Ama Ayvazı öl-dürmez. Ona öz oğlu gibi davranır.)

Meddahımız masanın üzerine atılan sandalyesine oturarak kahvedeki dinleyiceri süzdü. Omuzana bir havlu atıp, eline kimi zaman kılıç misâli, kimi zaman saz misâli tuttuğu sopasını aldıktan sonra turna destanıyla hi-kâyesine başladı:
Hak, Haak!
Turnam sökün etti Göksun Gölünden
Uçun gedin Pazarcıktır yolunuz
Tekir dağı, Ahır Dağı konalga
Korkarsınız arda kalman yalınız.

Yaşa telli turnam sen binler yaşa
Çatal koruluktan yolunuz aşa
Uğramadan geçmen koca Maraşa
Hublara bergüzar kalsın teliniz.

Maraştan beride Devrent dağları
Hoş açılır Çibekirin bağları
Yavru şahan besler Kilis Beyleri
Geçer iken hüsgüt olsun diliniz.

Uğramadan geçmen goca Kilisi
Halep derler şehirlerin ulusu
Gayet zalım derler Halep valisi
Ordan öte açık getsin gözünüz.

Hamalı dolabı kurmuş asıya
Hamıs derler evliyalar hası ya
Bir çift avcı oturmuşlar pusuya
Bir fendinen yoldurursuz teliniz.

Katarınız sıralansın yollarda
Çifte gözcü bulundurun yollarda
Avcılar oturur yüce dağlarda
Gafil olman gözetleyin yolunuz.

Neyik derler güzellerin vatanı
Gök meydan derler de Şamın sağ yanı
Kadife pazarı, Paşanın Hanı
Kırkları da gidip görün hepiniz.


Turna destanını bitirdikten sonra kahveci Şoför Şeriften bir çay istedi:
-Oğlum Şerif bir çay ver de boğazımızı yağlayalım!
Kahvecinin getirdiği çaydan bir iki yudum aldıktan sonra dinleyicilerini büyülercesine şiirli bir giriş yaptı:

Dinleyin methedem erlerin başın
Nice kalelere atardı taşın
Kim kesti ejderhâ gibi koç devin başın?
İsmi kaldı cihâne sır ile sırdır hey!

Tut için ruhsatım vardır
Bâki kalmaz bu devr-i eyyam
Ne gül vardı, ne bülbül vardı, ne de serencam
Eski çeşmim var iken deryâlarda hey!

Deryâlar deryâlanmasın
Birde vaay, ikide vaay, üçte vay!
Bir derde müptelâyım ki
Desem vaay, demesem vay!
-Diyelim mi?
(Dinleyiciler hep bir ağızdan):
-Diyeliiim!
-Hay haaay!
Meddahımız çayından bir yudum daha aldıktan sonra Ayvaz koluna baş-ladı:

İrşad:Hasan Basri Tapdık Baba

İrşad

Makam-ı tevhidin dördüncüsü makam-ı cem dir. Bu makamda salik Hakk’a kuva olup kuvasında Hak zahir olup kendisi batın olur. “İnnallahe basirün bi’l-ibad” ayet-i kerimesiyle eşya Hak’da batın olur. Eşya denilen vuver-i ekvandır. Suver-i ekvan ise gözlerini kapadığın vakit bu eşyanın suretleri insanın zihninde batın olduğu gibi makam-ı Cemde dahi eşya İlmi İlahi’de batın olur ve zatullah zuhür eder, salik her ne ahkam zahir olursa Hakk’a isnad eder. Bu ahkama ahkam-ı İllahiyye tesmiye olunur. Bu makamda salik kesret-i eşyada mahcubdur. Bu kesret nedir, diye sual olunursa, cevab vermekden acizdir. Ehl-i hakikat saliki bu makamda durdurmaz. Zira hakkikade makam değildir. Bu hal-i istiğrakdan ibaretdir. Mecnun’un Leyla benim, benden gayrı Leyla mı var dediği gibi. Makam-ı cemde eşyanın batın oluşuna bir misal bir odada bir direk olsa sabah güneşi o direğe vurdukda bir gölge çıkar. İşte o gölge mahlükdur. O gölgeyi güneşin tuluu izhar etti. Bir müddet sonra güneş yukarı çıktıkda ve zeval vaktinde o gölgenin eseri kalmayıp direk baki kaldığı gibi salike de şuhudi zevk sebebi ile hak kelamiyle zahiri oldukta eşya zatı hak’da batın olur. Gölgenin batın olduğu gibi. Gölgenin vücud-i haricisi olmayıp ancak gözde bir karaltı görülüp belki vücud-i zıllisi gibi. Halkın dahil vücud-i hakikisi olmayıp yalnız ilimde bir şey olup haricide asla vücudu yokdur. Yalnız gölgenin inkar kabil olmadiğı gibi hakkın dahi inkar kabil olamaz. Belki halk denilen hakkın ismi zahirinin hükmüdür. Mutlak tecelliyat esmadan ibarettir. Vücud haricisi yoktur.
Fetuhat-ı Mekiyye nin başındaki beyt:
“El-abdü rabbün ve’r-rabbü abudün” itibariyle min haysü- hakika Allah’dır ki esma ve sıfatıyle muttecellidir. Bu ale-i kesret onun esma ve sıfatının mezahiridir. Kul dahi bir mazhardır. Kulun mir’at-ı vücududa zuhur eyleyen tecelli itibariyle Rabb’dır ve Rabb da, bu vücud-ı mukayyedden zuhur eylediği haysiyetden Abdır.
Beyt:
Hayat-ı Cavidanı şeyh-i kamilden sual etdim.
Ölmeden önce ölmekdir, deyince intikal etdim.

Görmeyince hüsnünü imana gelmez aşıkın
Yüz peyamber cem’olup gösterse yüzbin mucizat

Ayan etmiş iken cana cemalin cümle eşyada hayalata kapılmış bir takım gofiller, hülyada
Makam-ı hazretü’l-cem’: Hak batın, halk zahir demekdir. Hak batın, halk zahir demek, yani o halk ki zatın ilminde batın olmuşdu ve ilm-i ilahide mahfuz olmuşdu. O ilmde olan esmayı, Hak kendi vücudiyle izhar edüp, kendi hükmünü esmaya nisbet eylediğinden esma zahir, zat batın oldu. bu halde gören, işiten söyleyen halkdır, lakin Hak ile. Nitekim cem’de gören, işiten, söyleyen Hak’dır, lakin abdın kavasıyle. Bu makamda hak kulun kuvası olup kulun hayatı hak ile, semi’i Hak ile ve basarı Hak iledir. Bir kimse ki hak ile işitip görür elbetde o kimsenin sem’i basarı ve ilmi kuvvetli olur. Bu makam sahipleri her neye nazar ederlerse zahirde nazarları halka ise de, batında Hak’a olduğu şübhesizdir.

Kitap Tanıtımı


YAKIN ÇAĞDA KAHRAMANMARAŞ

Yaklaşık dört bin yıldır insanlara ev sahipliği yapan Maraş coğrafyasının sosyokültürel yapısı her vakit insanların ilgisini çeker.
Maraşlı nasıl bir insandır?
İnsani özelliklere bu coğrafya nasıl şekil vermekte sonuçta bizleri neler beklemektedir? Sosyal olaylara yaklaşım biçimlerinde bu sırrın ip uçları bulunabilir hayatın olgularına verilen tepkiler insan fıtratının doğal sonucudur oradan hareketle tiplemelere ulaşabiliriz.
Tarihi bütünlüğüne baktığımızda Maraş’ta şu özellikler hep karşımıza çıkıyor: özgür, bireyci, idealist, zor şartlarda mükemmel uyum kabiliyeti, maceracı ruh hali, varlıktan geçme becerisi, ütopik düşünce zenginliği, kararlılık.
Peki bu tavırlar nasıl oluştu?
Maraş tarihi bilinirse bu özelliklerin beyliklere devlete, hakimiyet alanına nüfusta ne kadar önemli olduğu görülebilir. Prof. Dr. Ahmet Eycil tarafından hazırlanan kitap kronolojik olarak bizi aydınlatmaktadır.
Cumhuriyet’in kazanımları için Maraş’a bakmak, hırçın Maraşlının nelere kadir olduğunu görmekte bu kitabın önemli olduğunu düşünüyorum.