Merhaba

Merhaba!

Kasım günlerinin eşiğindeyiz zamanı iki boyutta yaşamak gerek bir Kasım birde Hızır.

Kış eşikte.
Akşamları soğuk hissediliyor. Turnalar veda etti, arı kuşlarının sesi başka yaza kaldı. Yağmurlar yağdı geçen günlerde gökgürledi şimsek parladı ve Uludaz’a yıldırımlar düştü. Çınar yaprakları gazel oldu sular buza kesmek üzere.

Yeni dogan canlarla hayatı gülümser görüyor onlarda ebedi yaşamın sırlarını buluyorum. Ezel’den ebede var olmanın özü yüreğimin en büyük hakikati.

Türkiye henüz hayatın ilk evrelerinde.
Fakirlik elbisesinde soyunmadıktan sonra Demokrasi olmaz. Çağırım FAZİLET DEMOKRASİ’si nedir. Türk Milleti kendi demokrat kimliğini motif motif dokuyacaktır. Bunun demi de gelecektir.

Karlı Tanrı dağların gökşen gözlü Bozkurtları elde Zülfikar Murtaza nın önderliğinde gülbank çekerek Roma’ya yürüdüklerinde üç hilal Sen Piyer meydanında dalgalanacak ve dünya Kızıl Elma düşünün erdemiyle var olacak.

Medet Ya Haydar!

GÖYŞEN GÖZLÜ BOZKURT

GÖYŞEN GÖZLÜ BOZKURT

Işırken karanlık kuytularda
Hüzün sağnağı başlar gönüllerde
Kös vurulur gülbank çekilir
Bulutlar aralanır kutlu adıyla

Seher yeli diriltir yürekleri
Polatlanır pazular elde Zülfikar
Güneşle doğar Hak sancağı

Turnalar geçer üstünde Ötükenin
Kutlu izini süreriz Bozkurtun
Kürşat önde çerileri Şahtan dualı
Yürekleri savurur Kerbela rüzgarı
Bulutlarla oynar Baba Haydar
Cenneti getirir mutlu melekler

Tozlu yoldur ölüm
Parolalar birbirine karışır
Gümbürder sessiz yığınlar
Başlar Çalab’ın haykırışları
Gök girsin kızıl çıksın
Gök girsin kızıl çıksın

NEFES

NEFES

Evvel bahar aylarında
Mor menekşeye doyduk
Salındı divaneler darda
Ol Pire boyun eğdik

Dört kitabtan okuduk
İncil’den süzüdük demi
Şahın buyruğuna daldık
Ol pire boyun eğdik

Yağmur sonrası Nurhak
Gökyüzünden alır avazı
Şah Mansura varıp
Ol pire boyun eğdik

Geçmiş yoldan divanesi
Uludazdan Kantarmaya
Kara gözlü Koç nişanesi
Ol pire boyun eğdik

Sarhoşum üzüm bağından
Enel Hak sırrı dilimden
Şah Ali onikinin kıtmıri
Ol pire boyun eğdik

Ejder Polat

GURGUM'DA ZAMAN

80’li yılllar

HİÇ’LİGİN DEMİRDEN AĞIRLIĞI

Bir kaç tel sakalımla kendim Pir-i Mugan olarak görüyorum. Akla zarar fikre ziyan mevzularla cedelleşmeye başlıyorum. Ögrenme denilen o büyülü dünyanın eşiğinden içeri giriyorum. Evet mutlaka öğreneceğim telkinleriyle yola koyuluyorum. Ne var bu böyle olur yada bundan daha iyisini yapabilirim gibi sözler hep aklımda.

Türbeye yakın evde Nuri, Yusuf, meczub oğlan birde ailesinin terk ettiği biriyle günleri aylara ekleyip gidiyorum. Bu muydu üniversite hayatı? Ne üniversitesi yoksa bir deli düzeni içindemiydim? Bildiğimle mücadele ediyor, öğrendiğimle uğraşıyor sefaleti derviş edasında yaşıyordum.

Kaldığımız ev yada pin Konya’da kendi kaderine terk edilen sonrada aman bir kaç kişi kalsın diye verilen bir yerdi. Ev’i önmeli yapan Dergah’a yakın olmasıydı. Ledün ilmi sadece Muayenehanedeydi ve ben onun tam merkezindeydim.

İstanbul caddesinin hemen ortalarında dönülünce Türbe görülen o muayanehane Baybal’ın doktor olarak görüldüğü ama Gönüller Sultanı olduğu mekandı. Doktorluk işi yapılan küçük oda haricinde büyük salon, terasa çıkılan merdiven, yemek pişirilen odalar ve kiler her zaman orada göreve hazır bekleyen bizlerdik.

Ne oluyordu?
Anlamıyordum, bilmiyordum aslında olanlar bir incir çekirdeği mevzusu idi ama o çekirdek bile o vakitlerde sırlarla doluydu.

Yaptığımız neydi?
Yüzlerce yıldır devam eden bir kadim geleneğin öz be öz temsilcileriydik biz evet bizdik ne olduğumuza başkaları karar verirken kendimi hep biz olarak tanımladım.

Ben yoktu!
Büyükler yolun inceliklerini ortaya koymuşlar bağımsız hareket etmeyi kötü görmüşlerdi. Hep onlarlaydım. Yeni yeni bazı kitaplar okuyor ezberlercesine paragrafları yutuyordum.

Hizmet!
Buyrun efendim siz emredin biz onun yerine getirilmesi için herşeyimizi feda ederiz. Sohbetler olurdu. Her akşam bu sorulurdu sohbet var mı yada bu akşam sohbet olabilir aman kaçırmayın telkinleriyle günün akşama ermesini beklerdim.

Kimdi bu işleri yapanlar?
Kendilerini Hakka adayan saf insanlar. Mevlana’nın yolundan gidenler Şahı Nakşıbendin bendeleri, er’lerin erenlerin bu günkü temsilcileri.

Peki bu ulu yolda ben ne oluyordum,
Koca bir Hiç evet bunu böyle öğrendim ben demekten hep çekindim devamlı ‘Hiç’ olmanın kaygısını yaşadım.

Hiç olmak güzeldi ama hayat bana farklı şeyler yüklüyordu. Yaşamak için çalışmam gerekiyor karnımı doyurmam icab ediyor, üstümde başım da bir şeylerin olmasını dayatıyordu. Hiç olunca bunlar olmuyordu! Dervişlik deniliyor uluyoldan bahsediliyor bunların büyüsü beni kuşatıyordu.

Çok inandım!
Etrafımda bulunan kişilerden daha fazla inandım. Asil tabiatım aile terbiyem kötü olmama engel olduğundan kendimi bütün varlığımla hakikate adadım ve Hak hakikatında aşkına gark oldum.

Hizmet ettirildim.
Hiç durmaksızın her türlü işe koyuldum. Zincirsiz köle gibi hayatım bir başkasının emrine verildi ve bunlar Hak’kın adına yaptırıldı. Elimde fırça aylar aylarca nefsimi köreltmek için tuvalet temizliğini aşkla yaptım, gocunmadım çünkü pir efendimizde böyle yapmıştı dedim.

Fakülte mi ne fakültesi?
Meram Yeni yolda bulunan okul hep orada duruyordu. İlahiyat da ihtilal öncesinin farklı gurupları tekrar canlanmaya çalışıyorlardı ama biz çok farklıydık. On iki Eylül’ü yapanların din işleri kendini farklı şekide gösteriyor bazı isimler öne çıkartılılıp topluma lansa ettiriliyordu.

Seksenin ilk yıllarında büyük Şıhlar vefat etti. Yeni veliler posta oturdu onların dinamik özllikleri toplumun ruh kökenlerin de yaşayan bizleri derinden etkiledi.
Konya da yaşayıpta ruhanilikle tanışmamak mümkün mü?

Peki neydi bu dindarlık?
İlahiyatın daha ilk haftalarında büyük kırılmalar yaşadım. Maraş’tan giderken alıp yanımda Konya’ya götürdüğüm dini bilgilerime İlahiyat fakültesindeki bazı hocalar karşı çıkıyor dahası bunlardan dolayı horlanıyor, kınanıyorudum.

Şaşırıp kaldım bildiklerimle öğreneceğim yeni hakikatlar arasında ezilip gittim. Un ufak oldum dağıldım, parçalandım her bir varlığımı yıllar varki toplamaya gayret ediyor farklı boyutlarda kendi yitiğimi buldukça göneniyorum.

Konya İlahiyat Fakültesinde ne çileler çektim ne çilerler?
On sekiz yaşında bir genç din bahsi denilince duran kültürden gelen ben farklı dindarlığın çemberinden geçtim, okul farklı şey söyledi, toplum ayarttı, birlikte olduğum arkadaşlar değişiklikler istedi. Hiç olmak için gayret edene bu yapılırmıydı?

Seher vaktinden evvel uyanırdım.
Konya da Kapı caminin eşiğinde fahri müezzinden evvel bekler caminin kapısının açılmasına eşlik ederdim Hasan amca ben ve müezzin, yaşım mı daha on sekiz onlar mı çok yaşlı.

Kapı Cami Hızır’ın namaz kıldığı yer o camiyi Hızır’a açmak şeref’i yeter evet böyledi ol demler.

Köroğlu Hikayesi - Hacı Ali Özturan

KÖROĞLU TEHLİKEDE

Ayvazla Köroğlu odalarına çekilip uyuya dursunlar, alalım haberi genç-lerden:
Ayvazla Köroğlundan ayrılan gençler at üstünde giderlerken biri dedi ki:
-Kürdoğlunun Ayvaza düşkünlüğünü gördünüz mü?
-Görmez olur muyuz? Yok sazına türkü söyledi, yok tasına türkü söyle-di… Bu adam hoşuma gitmedi. Bu adam tehlikeli biri... Ayvaza bir kötülük eder diye korkuyorum.
Gençler atları durdurdular. Kafa kafaya verip konuştular. Yarın akşamki içki âleminde Köroğlunu öldürmeyi kararlaştırıp dağıldılar.
Ertesi akşam Çamlıcanın eteklerinde küçük bir mağaraya sofrayı kurdu-lar. Ortaya teştle rakıyı koydular. Köroğlunun bir sürü koyuna Ayvazdan satın aldığı tasla lıkır lıkır içmeye başladılar.
Ayvaz sohbeti açtı?
-Kürdoğlu?
-Ne var lo?
-Sen niye böyle bol keseden koyun dağıtıyorsun?
Köroğlu güldü. Fırsatı kaçırmayıp Ayvazın nabzını yokladı:
-Birincisi çok zenginim. Denizden bir tas su almakla deniz eksilir mi? Eksilmez… Benim malım mülküm de Yaradana şükür, öyle. İkincisi, başı-mızda bir Köroğlu belası var.
-Köroğlu mu? diye atıldı Ayvaz.
Ayvaz, “Köroğlu” ile ilgilenmişti. Köroğlu devam etti:
-He gurban. O Köroğlu Çamlıbelde Bozgediğe dikilir, “Aç kurtların on-dalığını verin!” diye nâra vurur. Herkes de ondalığını bırakır. İşte, malımı Köroğlu yiyeceğine eşe dosta dağıtırım daha eyi.
Ayvaz:
-Nasıl biri bu Köroğlu? diye sordu.
-Nasıl biri olacak. Senin benim gibi bir adam. Kendimi övmüş olmayım, bir çalım bana benzer. Kafası kümbet gibi, alnının çatı bir karış, gözleri ba-kır tas gibi, kaşları dört parmak eninde. Göğsü taraba tahtası gibi, nefes alıp verdikçe kalaycı körüğü gibi “Harr! Harr!” eder. Kolları çınar dalları gibi, sırtı ekmek tahtası gibi. Aha böyle benim gibi tek dizi üstüne yeleli aslan misâli oturur. Heybetli bir adam. Kurnaz mı kurnaz. Kafasında kırk tilki dolaşır da kuyrukları birbirine değmez. Köroğlunun düzenine kimsenin aklı ermez. Amma gurban, yiğidi öldür hakkını ver, Köroğlu yoksul babasıdır. Zenginden alır yoksula verir. Sivas dağının Çamlıbeline kale yaptırmış, ak-şama dek dervişler, yoksullar, hastalar, başlık parası ödeyemeyenler girip girip çıkarlar. Sonra elinin altındaki askerleri öyle ayrımsız yönetirmiş ki, kalede kimse kimseyle dargın değilmiş. Bu Köroğlunda şirinlik muskası mı varmış neymiş, herkes Köroğlunu severmiş. Halbuki benim gibi onun da okur yazarlığı yokmuş. Benim gibi o da möhür kullanırmış. Aslını sorarsan, Köroğlunun babasının gözüne mil çekmişler. Köroğlu da sebep olanlardan öç almak için dağa çıkmış.
Ayvaz güldü:
-Yahu Kürdoğlu, sen adamın iyisini anlattın. Babasının öcünü almak i-çin dağa çıktıysa….
-Öyle lo…
-Kimsenin ırzında, namusunda gözü yoksa…
-Öyle lo…
-Kervancılardan aldığını yoksullara veriyorsa…
-Vallah öyle…
-Daha bundan iyi adam mı olur?
-Lo gurban eyi gözel söylüyon da, bizi de zenginden saydıkları için, bi-zim işimize gelmiy. Allah hayrını versin Köroğlunun! Tası doldur hele gurban. Bırakın Köroğlunu, biz eğlenmemize bakalım.
Ayvaz tası doldurdu. Köroğluna uzattı. Köroğlu Ayvazın yüzünden aşa-ğı inen benleri inceliyordu. Benler yanağından aşağı iniyor, gömleğin yakası görünmesine engel oluyordu. Kimbilir belki de göğsüne dek iniyordu. Tası aldı, köz gibi boz rakıyı içti. Sazını kucağına aldı. Bakalım ne söyledi:
Çöz düğmelerin birini
Seyredem sıra benini
2/15 Anlatam meth-ü şanını
Hele düğmeler düğmeler
Ayvaz, gömleğinin düğmelerinden birini çözdü. Bir ben daha göründü. Köroğlu devam etti:
Çöz düğmenin ikisini
Görem Kırat terkisini
2/16 Seyret çakal tilkisini
Oğlum düğmeler düğmeler
Ayvaz, iki düğme daha çözdü. Benler Ayvazın göğsüne doğru iniyordu. Köroğlu bir daha aldı:
Çöz düğmenin bir kaçını
Seyredem koynun içini
2/17 Bağışla Kürdün suçunu
Hele düğmeler düğmeler
Ayvaz gömleğinden birkaç düğme daha açtı. Ayvazın arkadaşlarından bir kısmı işaretle konuştular; “Bak, bak! Görüyor musun? Bu Kürdoğlu Ay-vaza yeşilleniyor. Bu herifin niyeti kötü. Gelin şunu öldürelim.”
Ayvazın arkadaşlarından bir kısmı da, Ayvazın açılan göğsüne dalmıştı. Köroğlu bu bakışlardan rahatsız oldu. Ayvaza böyle bakılması canını sıktı. Aldı sazı eline:
Döşünde benler kaynaşır
Suda balıklar oynaşır
2/18 Görenin gözü kamaşır
Oğlum düğmele düğmele

Ak giyer sırma bürünür
Saçağı yerde sürünür
2/19 Olmayan buna yerinir
Oğlum düğmele düğmele
Ayvaz düğmelerini vurmaya başladı. Köroğlu sazın üzerine yumulmuş, söyledikçe söylüyordu:
Kürdoğlu buna övünür
Yanar yüreği gövünür
2/20 Yaramaz göze görünür
Oğlum düğmele düğmele
Deyip bağladı. Ayvaz da düğmelerini vurmuştu. Birer tas daha rakı içti-ler.
Gençlerden biri Ayvazı dışarıya çağırdı. İkisi birlikte çıktı. Ayvaza ar-kadaşı dedi ki:
-Bak Ayvaz! Sen bizim kardeşimizsin. Bizi yanlış anlama. Bu Kürdoğlu belli ki sana göz koymuş.
-Yahu nereden çıkarttın bunu. Adam safın biri.
-Ne safı Ayvaz! Sazını aldı, tasını aldı, düğmelerini çözdürdü. Bu ada-mın niyeti kötü. Biz bu adamı öldüreceğiz. Yolumuzdan çekil.
-Yahu nasıl olur? Kürdoğlu benim konuğum. Döşeğime oturmuş adama nasıl kötülük ederim?
Ayvaz ne denli direndiyse de arkadaşına anlatamadı. Sonunda Ayvaz is-temeye istemeye onayladı.

Meddahımız, ”Kıssa-i mâcerâmız şimdilik burada karar kılmakta…” di-yerek sandalyesinden indi. Başındaki şapkasını dinleyiciler arasında dolaş-tırarak her birinden yirmi beşer, ellişer kuruş para topladıktan sonra masa-nın üzerindeki sandalyesine çıkıp oturdu. Dinleyicilerin ilgilerini sınamak için sordu:
-Nerde kalmıştık?
Dinleyiciler hep bir ağızdan bağırdılar:
-Gençler Köroğlunu öldüreceklerdi!
-Belî ağalar, kıssa-i mâcerâmız şol yerde kalmıştı ki, Ayvazın arkadaş-ları Köroğlunu yanlış anlamışlar, Ayvaza kötülük yapacağını sanmışlar ve bu nedenle Köroğlunu öldüreceklerdi.
Meddahımız biraz önce anlattıklarını özetledikten sonra hikâyesini an-latmayı sürdürdü:
Ayvazı dışarıya çağıran delikanlı Köroğlunu öldüreceklerini, bu işe kendisinin karışmamasını söyledi. Ayvaz ne denli karşı çıktıysa da delikanlı dinlemedi. Delikanlı mağaraya girdi.
Köroğlu sabırsızlıkla onları bekliyordu. Baktı ki Ayvaz yok, gençlerin niyetini anladı. Köroğlu tilki gibi kurnazdı, kurt gibi akıllıydı. Bileği, yüreği ne denli sağlamsa, aklı ve zekâsı da o denli işlekti. Ayvazın dışarıda bırakı-lışından endişe duyuyordu. Ya Ayvaza bir kötülük yapmışlarsa?
Köroğlu bağdaştan tek diz üstüne geçti. Yeleli aslan misâli oturdu. Elini maşlahının altına attı. Ağır gürzünü çıkardı. Bir nâra atarak gürzünü hengeyleyip, hıngeyleyip, mağaranın tabanına hıngeyleyince, yerden bir arşın toz kalktı. Köroğlunun gözleri bakır tas gibi olmuştu. Taraba tahtası gibi göğsü nefes alıp verdikçe kalaycı körüğü gibi, “Harr! Harr!” ediyor-du.
Delikanlılar korktu. Az önceki saf köylü, şimdi aslan gibi kükrüyordu. Hiçbiri Kürdoğlu ile kavgayı göze alamıyordu. Her biri bir köşeye sindi. Aldı Köroğlu:
Eğri kılıç durmaz kında
Karar olmaz beşte onda
2/21 Yiğit bell’olur meydanda
Han Ayvazı bulun bana

Siz on tane ben yalınız
Şimdi bell’olur halınız
2/22 Billah keserim hepiniz
Han Ayvazı bulun bana

Ayvazı getirin beri
Birinizi koymam diri
2/23 Kürdoğlu’nun canı seri
Han Ayvazı bulun bana
Bunun üzerine gençlerden biri mağaradan çıktı. Ayvazı alıp döndü.
Ayvaz, mağaraya girdi ki ne görsün; Kürdoğlu tek dizi üstüne yeleli as-lân misâli oturmuş, eline gürzünü almış; ötekiler de süt dökmüş kedi gibi, her biri bir köşeye sinmiş… Ayvaz, Kürdoğlunun öldürülmemiş olmasına sevindi. Ne de olsa konuğuydu.
Ayvazı görünce Köroğlu gürzü bıraktı. Sazı kucağına aldı. Arkadaşları-na uyduğu için Ayvazı sazla iğneledi. Görelim ne dedi:
Şarabı çok içirmişler
O nev-civâne besbelli
2/24 Kızarmış al yanakları
Gözler mestane besbelli

Bildim oğlum gelişinden
Melül mahzun bakışından
2/25 Usul tek tek basışından
Yolun eğridir besbelli

Kürdoğlum geliktir sana
Yazıktır hor bakma bana
2/26 Devre öğüt vermiş sana
Uydun şeytana besbelli
Ayvaz oturdu. Bir tas rakı içti. Kafasını yere dikti. Öylece durdu. Köroğlu Ayvazın kendisine bâde sunmayışına üzüldü. Bir kez daha iğnele-di:
Bahçemde bülbüller ötmez
Gül bülbüle eş mi nedir
2/27 Bu meclisin tadı gelmez
Kara gözüm yaş mı nedir

Bahçemde bülbüller ötmez
Ateşiniz beni yakmaz
2/28 Kılıcınızdan kan akmaz
Kestiğiniz baş mı nedir

Kürdoğlum geliktir size
Mail şirin dilinize
2/29 Bir bâde doldur ver bize
Yüreğiniz taş mı nedir
Ayvaz doldurdu, Köroğlu içti. Bu sırada gençler, “ayakyolu” düzeniyle birer ikişer sıvıştı. Köroğlu ile Ayvaz bir zaman daha mağarada kaldı. So-nunda Kasapbaşının evine döndüler.

Pendname - Feridüddin-i Attar

İYİ AMELLER

Ey aziz iman ehli! Dört şeyi dört şeyden temizle. Önce kalbini kıskançlıktan temizle de sonra kendini imanlı bir insan say.

Dilini yalandan gıybetten koru ki imanın boşa gitmesin. Gidişini riyadan kurtarırsan iman ışığı sana nur saçar. Hele karnını haram lokmadan sakınırsan tam manasıyle imanlı kişi olursun vesselam.

İşte bu sıfatı takınanlar şerefli insan olurlar. Bu vasıflardan nasipsiz olanlar da zayıf iman taşıyanlardır. Karnını haramdan temizlemeyen kişinin ruhu felekler tarafına yükselemez.

Amel ve hareket riyadan temizlenmezse hasır üzerindeki nakışlar gibi faydasız olur. Amelinde ihlas olmayan kişi cihanda has kullardan olamaz. Riyasız ve hak yolunda çalışanların işi daima parlak ve güzel olur.

PADİŞAHLARA ZARARLI OLAN ŞEYLER

Ey kardeş: Dört huy padişahlara ziyan verir. Padişah herkes yanında kahkaha atarsa şüphe yok ki heybetine eksiklik gelir.

Öyle her fakirle düşüp kalkmak da padişahların değerini azaltır. Hele kadınlar ile fazla halvete çekilirse kendini hürmetsiz bir şah mevkiine düşürür. Cihana hükmetmekkutretine sahip olanlar halkı incitmemek cihetine meyil gösterirler. Padişahlara adalet ve kerem yaraşır, taki aleme bu nimetlerle sevinç, ferahlık getirsinler. Padişah bir kere zulüm ahengi tutturdu mu ona ne ordunun, ne de hazinenin bir faydası olur.

Ama adaletli ve güleç yüzlü olursa memlekette temel tutar. Sultan bir leşkere kerem ve ihsanda bulunursa uğrunda yüzlerce insan can ve başlarını fade ederler.

GÜZEL HUYLARA DAİR

Dört şey büyüklüğe delildir. Bu meziyetlere sahip olan büyük adam olur. İlme karşı hesapsız sayı göstermek, halka doğru cevap vermek. İrfan ve akıl sahipleri, ilim ve akıl ehli olanları değerli görür.

Ey Kardeş: Tam akıllı bir insan isen halka karşı tatlı dilli ol. Ekşi yüzlü acı sözlü kimselerden dostları yüz çevirirler. Düşmandan sakınmayan sonunda ondan cefa ve zarar görür. Düşmanı yanına yaklaştırma, ondan uzak bulunmak daha hayırlıdır. Daima dostlarla birlikte bulun, elinden gelirse düşmanın yüzünü görmemeye çalış.
Dostlar arasında neşeli yaşa, aklın varsa düşmandan uzak kaç. Ey oğul: Azık yolunu ara, dedikoduları bir yana bırak.

Kitap Tanıtımı

İslam Düşüncesinin Yapısı

İnsan bilgisinin kaynağı ve elde edilme şekli (epistemoloji), felsefede başka, dinde daha başka biçimde ele alınmıştır. Manevi ahlaki ve ilahi gerçeklerin anlaşılmasında ağırlık, ya nas ve nakle veya akıl ve istidlale veyahut keşf ve ilhama verimlektedir. İslam dünyasında nas ve nakle ağırlık verenler Selefiye hareketine akıl ve istidlale ağırlık verenler kelam hareketine keşf ve ilhama ağırlık verenler de tasavvuf hareketine kaynaklık etmişlerdir. İslam beraber, akla birinci derecede önem vermiş ve naslarla kendisini bağımlı hissetmemiştir. İslam düşüncesini bağımlı hissetmemiştir. İslam düşüncesinde nas ve nakil, bir insanda ham ve sezgi, hisse benzetilebilir. Hafıza olmazsa düşünmenin, muhakeme olmazsa hafızanın, his olmazsa yaşamanın önemi yoktur. Elinizdeki eser bu noktalardan kalkarak İslam düşüncesinin boyutlarını tesbit ediyor.