Merhaba

Merhaba

Yağmurlar başladı. Gök rahmetini esirgemiyor, mavi gökyüzü esenliği ile varlığımızı bereketlendiriyor. Üşüyoruz diyeceğim vakitler daha Maraş’a gelmedi. Kabarcık üzümü sofralardaki yerini aldı, göçmen kuşlarının avazları kulaklarımızda yankılanıp duruyor.

Sokaklar tenha, caddeler kalabalık. Maraş her gün gelişiyor, büyüyor. Yeni binalar dükkânlar Maraş’ı çepeçevre kuşatıyor. Yeni Maraş batıdan daha ötelere uzayıp gidiyor.

Maraşlı nasıl?
Zenginleşme telaşında, evim, barkım, işim aşım diyen Maraşlı üstünden fakirliğin kirli elbisesini atmak için devler gibi mücadele veriyor. Karnı doymalı, sırtı pek olmalı, oturacağı evi olmalı ondan sonra başlar savunulacak değerler.

Fakir adamın davası olmaz. Sefaletle büyük davaların yükü omuzlanmaz bunu geç anladım. Himmete muhtaç dede gayriye ne himmet ede sözü boşuna söylenmemiş.

Onurlu bir hayat için zenginlik lazım. İnsanlarımızı kandıran, avutan cin fikirlilere verilecek sözüm çok.
Demokrasi dedik. Cumhuriyet diye yola çıktık ama bugün geldiğimiz nokta bu işin teorisyenlerini bile şaşırtıyor. Türk demokratlığının dünya da bir örneği yok.

Faziletli Demokrasi!
Sizlere önerdiğim kuramım bu Faziletli Demokrasi o tarife muhtaç anlatılmalı. Dahası yaşatılmalı. Fazilet temellerine yükselecek demokrasiyi asil insanlar taşıyacak.
Karlı tanrı dağlarının gökyüzlü Bozkurtları Ötüken diyarından haykırmaya başladığında Roma’nın şirk sistemi başına yıkılacak, üç hilal, zülfikarını çekmiş Haydar Şah’ın aşkına Kızıl Elma’ya doğru yürüdüğünde burada durmak bize haram olsun!
Medet ya Murtaza!

Ceren’e Ağıt

Ceren’e Ağıt

Evin terkedilmiş viranelerin yanında
Su çekilmiş ocak tütmüyor kapın kapalı
Koç boyunlu keklik ötüşlü
Kekik reyhan ıtır sümbül döşlü
Yiğit hülyalı dağ sevdalı
Güneşimi getirdin geceden

Dağılsın sisleri ırmağın çiğ taneleri düşsün
Maral hasret kalmış pirin eteğine
Dudaklarda bitmez şarkısı baharın
Hangi yana dönsem cemalin görünür

Çağırıyor durma gel diyor habercilerin
Yalanmış mavi gökler parıldayan yıldız
Dağları eritiyor bir melek
Dilim adınla sarhoşken
Hangi ateş dağlar yaramı

Bırak sana gelen bir ben olayım
Turnaların sadası çınlasın kayalarda

ALİ BÜYÜKÇAPAR

Nefes

Nefes

Seni seven öldü gel
Tutuldu dilim özüm gel
Kalmadı mecalim gel
Gün akşam oldu gel

Sümbül reyhanla gel
Uludazda pirimle gel
Şirin sözlerinle gel
Sazımın düzeniyle gel

Ağardı saçlarım gel
Gözlerim sel oldu gel
Yüreğim daraldı gel
Ömrümün baharı gel

Yusuf kuyuda kaldı gel
Ceyhan sel oldu gel
Yıktı bendini gel
Zemzemim mey oldu gel

Seni seven öldü gel
Mecnuna gel oldu gel
Şah Alim eridi gel
Tükendi vaktim gel


Ejder Polat

GURGUM DA ZAMAN

GURGUM DA ZAMAN

SEKSEN BEŞİN İLK AYLARI

GONCOLUZUN AYAK SESLERİ

Hiçbir şeyim olsun istemedim.
Ne olduğunu anlamadığım mistik yapının tam merkezine girmişim.Zeki idim, derslerimi fevkalede yüksek notlarla süslüyor çevremden parmakla gösteriliyordum.
Herkesin arayıpta bulamadığı bir nasip olmuştum hiç farkında olmadan.Kapılandım çok büyük davaların içine sezsiz sedasız dalıverdirildim.
Elimde kitaplar.
“ Hayatüs sahabe” adlı kitapla perçinlendi olanlar,gizem,sır,anlaşılmazlıklarla sırlanan hayatı taşımak bana düştü. Kendimi kurtarmak zorunda olduğum gibi çevremdeki her varlık için diriliş muştusu olmalıydım ve öylede yaptım. Nokta kadar tahsil bilgimle “nane molla” oldum. İlahiyat için Konya’ya gittim.
Niye Konya sebebini daha sonra detaylı yazarım bu mevzuda şor çok.Yazın en sıcak vakti Haydarlı daki evimizde ilahiyat müjdesini alıyorum o günkü titreyişim devam ediyor.
Madde olarak gördüğüm herşeye karşı ön yargılıyım, şekillenen objeleri ruhsal varlığımın sikleti olarak görüyordum.Azla yetinmek az yemek, az içmek, az konuşmak,az,az neler yaparsam maddi olanlardan hep az kararında daha az yapmak bu öğretildi önce. Nerden kaynaklanıyor bu diye düşünmedim.
Hep dağıttım elimde hiç bir şey kalsın istemedim ne varsa hepsini başkalarıyla paylaşmalıydım ve öylede davrandım.
İstanbul caddesindek evdeki fedakarlıkları başkalırından duyduğumda yüreğimin derinliklerinde kanat çırpan bir kelebektim.
Ailemin imkanları iyimiydi?Geçinip gidiyorduk aksayan maişet derdi olmuyor değildi az zaman olsaydı bu ihtiyaçlar karşılanıyor vakit istiyordu.
Kendimce sofulaşmış kavi bir müslüman olmuştum.
Meram yeni yoldaki evi unutulmaz kılanlar neydi?Güz mevsiminin Maraş’ı kuşattığı demlerde ÖSYM sonuç belgesiyle, evrakları hazırlayıp Konya’ya gittim.
302 mercedes otobüse o gün benim için neler konmuştu neler? Gurbete okumaya gidiyordum valideme göre nelere ihtiyacım olacaktı nelere, korkarak bindim otobüse yanımda bir arkadaş daha vardı. Kurtrarılmış gibi hissediyordum kendimi dahası bir kurtarıcı.
Neyi kurtardım?
Varlığımda bulunan kiri pası vererek arıttım, elimde ne varsa hepsini daha on sekizinde bir delikanlı iken dağıttım.
Evimizden verilen kap kacağı yatağı yorganı harçlıklaımı üstümdeki kazakları bile daha giymeden yanımda bulunanlara verdim, aldılar ben verdikçe onlar daha çok istediler bir battaniyede kuru yerlerde yattım, yatağımda bir başkası yatta da bana burası senin demedi
Allahlık bir insan oldum!
Saftirik dahası yaşadığı toplumda sözüm ona yaşadığı dindarlıktan dolayı istismar edilen biraz alay da edilen kişi olup çıktım.
Bunlar niye oluyordu ? Din işinde sebeb olmazdı. Vermeli elimde avucumdakini dağıtmalı mücerret olmalı belki Ebuzer olmalıydım ya da Musab bin Umeyr. Kim mi bunlar? Örnekler yol arkadaşlarımdı bu adlar.
Bu kadarmı saflık!
Dahası var dahası. Sofuluğun değişik katlarında yer aldığım için Ağır Bakım durağı karşısındaki evden numarayla atıldım uzaklaştırıldım bunda da bir hikmet aradım hep işlerimde hikmet aradım durdum buldun mu, elbette her işte arayıp dövünen görmek isteyenler için var olan hikmeti ben de gördüm bir ara adımı Hikmet Ali diye teleffuz eder de oldum seksen dördün güzünde girdiğim evde dönen dolapları anlamam mümkün değild. On iki eylül sonrası dini oluşumlar için “maraşlıların evi” merkez seçilmiş sohbet için uygundur denilmiş ona göre evden tasfiye edilerek çıkartılması icabedenler atılmaya başlamıştı. Bütünlemeye kalan üç Maraşlı ağabey derslerini verip gittiler evde ben kaldım. Soğuk ortası salon yanlarında iki şer oda bulunan evde o ilk günlerin doyumsuz diri mutluluk vakitlerini geçirdim.
İlahiyatı okumanın erdemine kendimi nasıl kaptıdığımı bir ben bilirim birde Allah.
Titiz, özveili ben olmayan bir müslümandım.
Türkiyeyi bırakın dünyayı değiştirmek için günüme gün ekliyordum.
Değişim dönüşüm o kadar yakındı ki Mehdi zuhur etmek üzereydi.
Çumralı Selahattin afra tafra tavralarıyla bana yolu gösterdi, Konya’da pek çok olan pat pat motorunun üstünde buldum eşyalarımı ve kapı dışarı edildim daha derinlerine daldım yüreyimin. Baybal’ın İstanbul caddesindeki o küçük evlerinde bana yer vardı O evde ailesi tarafından terk edilen bir küçük çocuk bir de meczub bir oğlan,Yusuf ve Nuri de vardı.
Dinin fukaralık olduğunu o evde yaşadım.
Yıllar sonra çekilen bir fotoğrafta o evi gören babam:senin orada kaldığını bilseydim bir gün seni orada bırakmaz alıp Maraş’a getirirdim dedi.
Sefalet derecesinin sınırlarında dervişlik denilen çok zamanlar yaşattırıldım Konya’da hasta oldum,üşüdüm ,aç kaldım dahası dünyadan uzaklaştım.

Köroğlu Hikayesi - Hacı Ali Özturan

AYVAZ

Köroğlu günlerce yol aldı. Kimi zaman aç, kimi zaman tok oldu.
İstanbula yakın bir yere gelmişti.
İbrahim Ağa Çayırına gelince çobanın biri seğirtip geldi. Kıratın dizgi-nine yapıştı:
-Bir kuzu kesmeden seni göndermem Ali Ağa! dedi.
Köroğlu içinden, “Eyvah! dedi, bu çoban beni tanıyor.” Köroğlu sordu:
-Ulan çoban ben kimim?
-Seni kim tanımaz Ağam? Sana Bermahbupoğlu Ali Ağa derler.
Köroğlu derin bir soluk aldı. Demek ki çoban kendisini bir ağaya benze-tiyordu. Bozuntuya vermedi:
-Aferin çoban. İyi tanıdın, dedi.
Çoban, ağasına ikramda bulunmak isteğiyle sordu:
-Bir kuzu keseyim mi Ağam?
-Kes bakalım.
Çoban kuzuyu kesti. Köroğlu karnını doyurdu. Karnı doyan ve dinlenen Köroğlu çobana bahşişini verdi. Atına atladı. İstanbula doğru yola çıktı.
Köroğlu, Bermahbupoğlu Ali Ağanın zengin olduğunu duymuştu. Ali Ağanın yüzlerce sürü koyunu, keçisi vardı. Köroğlu kendini İstanbulda Bermahbupoğlu Ali Ağa olarak tanıtmaya karar verdi.
………………………………………………………………………

Sonunda Köroğlu İstanbulun Üsküdar semtine vardı. Sokakta çelik deynek oynayan çocuklara Ayvazın babasının evini sordu:
-Lo çocuklar, Kasapbaşının evi ne yanda?
Çocuklar soruyu soran adama baktılar; omuzlarında çarşaf kadar geniş sırmalı maşlah; maşlahın altında kıl aba, kıl şalvar; belinde acem kuşağı, ayaklarında toz toprak içinde yedi körüklü çizmeler... Çelliği deyneği bıra-kıp Köroğlunun çevresini aldılar. Çocuklardan biri öne düşüp, Köroğlunu Kasapbaşının evine getirdi.
Çocuklar Köroğlunun Kürdüvâri giyimini o denli yadırgamışlardı ki, yanından ayrılmak istemiyorlardı. Köroğlu Kasapbaşının evinin kapısını çalacak ama çocuk başı Deli Omar gibi, peşinde bu denli çocuk varken Ay-vazın karşısına nasıl çıkardı?
Köroğlu elini kesesine attı. Bir avuç bozuk para çıkarıp, uzağa doğru fır-lattı:
-Lo çocuklar, şu paraları kapın da şeker meker alın, dedi.
Çocuklar Köroğlunun fırlattığı paraları kapışmak için koşuştu. Yalnız kalan Köroğlu, Kasapbaşının evinin kapısını çaldı. Az sonra yakışıklı, boylu poslu bir genç kapıyı açtı.
-Buyur Ağa!
Köroğlu içinden “Ulan bahçıvan, dediğin kadar varmış.” dedi.
-Buyuran sağolsun yeğen. Kasapbaşının evi burası mı?
-Burası….
-Lo sen Ayvaz mısan gurban?
-Ben Ayvazın hizmetçisiyim. Ayvaz Ağa yukarıda.
Köroğlu düşündü: “Ayvazın hizmetçisi bu denli yakışıklıysa, kimbilir Ayvaz ne denli yakışıklıdır?”
Hizmetçi sordu:
-Sen Ayvaz Ağamla mı konuşacaksın?
-He gurban.
-Kim geldi derse ne diyeyim?
-Bermahbupoğlu Ali Ağa…
Hizmetçi gitti. Yukarıya çıkıp Ayvaza durumu bildirdi:
-Bir dağlı Kürt gelmiş, seninle görüşmek istiyor, dedi.
-Adı neymiş? Kimmiş?
-Bermahbupoğlu Ali Ağaymış…
-Yaa! Şu zengin yoz tüccarı Ali Ağa… Yaylalarda yüzlerce sürüsü var-mış. Adını çok duydum.
Ayvaz kalktı. Merdivenin başına dineldi. Aşağıya doğru seslendi:
-Hoş geldin Ali Ağa! Yukarıya buyur hele!
Köroğlu Ayvaza baktı. Gerçekten de Çamlıbeldeki o elma gibi kırmızı yanaklı bir delikanlıydı. Çocukluktan yeni çıkmış, genç irisi biriydi. Köroğ-lu içinden, “Peh Maşallah!” dedi. “Ulan bahçıvan, Çamlıbele varınca ete-ğini altınla dolduracağım.”
Köroğlu Ayvazın gücünü de sınamak istedi:
-Lo gurban, uzaktan gelmişem. Yorulmuşam. Yaş da ilerlemiş. Dizlerim ağrıyor. Elimden tut da yardım et.
Ayvaz elini Köroğluna uzattı. Köroğlu inat eden keçiler gibi ayağının birini merdivenin birinci basamağına dayadı. Ayvaz Köroğlunu hafifçe çek-ti. Köroğlunun ayağı merdivende… Köroğlu kımıldamadı bile. İkinci ham-lede Ayvaz Köroğlunu öyle bir çekti ki, Köroğlu kuş gibi havalandı. Bir anda kendini merdivenin en üst basamağında buldu. Köroğlu, Ayvazın bu denli güçlü olmasına sevindi. “İşte Çamlıbele yakışır bir yiğit.” dedi.
Ayvaz Köroğlunu buyur etti. Köroğlu yerdeki döşeklerin en kalınına va-rıp, tek dizi üstüne, yeleli aslan misâli oturdu. Hizmetçinin hölbeli fincanla getirdiği kahveyi iki höpürdetmede bitirdi.
Hizmetçi nargile basmaya giderken sohbet de başladı:
-Ağa, sorması ayıp olmasın, ne için geldin İstanbula?
-Elli-altmış sürü davar getirdim, satıp paraya çevireceğim. Bizim oralar-da töre böyledir gurban. Ağalık vermeyinen, beylik kökten sürmeyinen olur. (Köroğlu açıkladı.)
-Yani, beylik babadan oğula kök sürmeyinen olur. Ağalık ise vermekle, akıtmakla olur. Irgat para bekler; öksüzler yoksullar para bekler, hısım ak-raba para bekler. Bunlara para vereceksin. Paramız kalmadı mı, böyle elli-altmış sürü satarız, parasını harcarız. Kasapbaşı yok mu?
-Babam İstanbul yakasına geçti. Yarın ya da ertesi gün döner. Dönünce-ye dek biz seni konuk ederiz.
-Pekey gurban.
Meğer o gün Ayvaz arkadaşlarına şölen veriyormuş. Kasapbaşı evde olmayınca, şölen yeri olarak bahçeyi seçmişler.
Hizmetçiler hazırlığa başladılar. Akşam olup hava kararmaya başlayın-ca, Ayvazın arkadaşları birer ikişer gelmeye başladı.
Gelen bakıyor ki, Ayvazın yanında iri yarı bir Kürt, tek dizi üstünde ye-leli aslan misâli oturuyor.
Konuklarının gelmesi tamamlanınca Ayvaz Köroğlunu tanıttı:
-Arkadaşlar, bu arkadaşa Bermahbupoğlu Ali Ağa derler. Bize davar satmaya gelmiş.
Köroğlunun görünüşü İstanbul giyimine o denli yabancıydı ki, gençler gülmekten kendilerini alamıyorlardı.
-Davarların da iyi mi Kürdoğlu, diye sordu biri.
-Eyi ya gurban! Yayla otuyla beslenen hayvanın eti lezzetli olur. İçle-rinde bir de dört boynuzlu bir koç var.
Ayvaz heyecanla atıldı:
-Dört boynuzlu koç mu?
-He gurban.
-Bir kafada dört tane boynuz mu var?
-He vallah… Onu sana armağan edeyim.
Ayvaz sevindi.
Köroğlu:
-Oğlum Ayvaz, dedi, burası içki meclisi. Olur ki, içer sarhoş olurum. Sonra da sözümden dönerim. Getir bir kağıt da senet yazalım. Ne demişler, “Hatırda kalmaz da satırda kalır.”
Ayvaz bir kağıt getirdi Köroğlu dedi ki :
-Benim okur yazarlığım yoktur. Sen yaz, ben möhür basayım.Yaz! “Dört boynuzlu koçu Ayvaza verdim.”
Ayvaz yazdı, Köroğlu kuşağının arasından ALİ mührünü çıkarıp kâğıda bastı. Köroğlunun adı Ali olduğu için mühürde de Ali yazıyordu. Ayvaz da mühürdeki Alinin, Bermahbupoğlu Ali olduğunu sanarak kâğıdı kuşağının arasına soktu.
Köroğlu:
-Lo gurban yandık tutuştuk. Verin hele şundan iki tas içeyim.
Sofranın ortasına bir teşt rakı konmuştu. İçinde altın bir tas yüzüp duru-yordu. Ayvaz kollarını sıvadı. Altın tasla Köroğluna rakıyı uzattı. Köroğlu içti. Sonra ötekiler içmeye başladı.
Köroğlu maşlahın altındaki sazının tellerini hafifçe tıngırdatınca genç-lerden biri:
-Kürdoğlu sazın da mı var ne? diye sordu .
-He gurban.
-Çalar mısın?
-Çalmasına çalarım da gurban, benim sazım kürdüvâri çalar. Siz anla-mazsınız. Ayvaz sazını versin de onunla çalayım.
Ayvaz arkasında dayalı duran sazını Köroğluna verdi. Köroğlu sazı aldı. Evirdi, çevirdi.
-Lo Ayvaz, ne güzel saz bu, dedi. Sesi de eyi mi ola?
Tellerini ayarladı. Perdelerde gezinmeye başladı. Sonra kesik makam-dan aldı. Köroğlu, bakalım ne dedi:
2/6
Çayıra getirdim yozu
Ayvaz kimden aldın sazı
Saz pahası yirmi yozu
Al Ayvazım ver evladım

Ayvaz güldü:
-Yok Kürdoğlu. Sazım satlık değil, dedi.
Bunun üzerine Köroğlu bir daha aldı:
2/7
Yücelerden gelir soyun
Gel eyleme bana oyun
Saz pahası elli koyun
Al Ayvazım ver evladım

Ayvaz yine satmadı. Köroğlu üsteledi:
2/8
Ayvaz bana ver bu sazı
Sensin yiğitler zorbazı
Yüz koyun sazın pahası
Al Ayvazım ver evladım

Ayvaz şaşkınlıkla sordu:
-Yüz koyun mu?
Köroğlu aslı yok yaylasındaki koyunları bol keseden dağıtıyordu:
-He gurban! Yüz koyun.
-Sattım gitti!
-Yaz gurban. Senedin altına ekle. Olur ya, insanoğlu çiğ süt emmiştir. Belki vaz geçerim.
Ayvaz senedin altına saz pahası yüz koyunu ekledi, Köroğlu “ALİ” mührünü bastı.
Ayvazın arkadaşlarından biri Köroğluna takıldı:
-Kürdoğlu!
-He gurban?
-Kafan iyi mi?
-Eyi gurban.
-Bir saza yüz koyun veren kafanın neresi iyi?
-Bizim kafa kürdüvâridir yeğen. Yüz koyun da verir, bin koyun da... Ben senet verdim mi?
-Verdin.
-Eh… Gerisinden korkma.
Köroğlu Ayvaza:
-Oğlum Ayvaz, dedi, hele bir tas daha doldur.
Ayvaz altın tasla teştten rakıyı aldı. Köroğluna uzattı.
Köroğlu rakıyı içti. Sazı yeniden kucağına aldı. Görelim ne söyledi:
2/9
Ayvaz bana ver bu tası
Sensin yiğitlerin hası
Yüz koyun tasın pahası
Al Ayvazım ver evladım

Ayvaz “Satmam.” dedi, Köroğlu üsteledi.
2/10
Ayvaz sen bu sazdan vazgeç
Dolusuyla sen bize geç
Yüz koyun,sekiz yüz öveç
Al Ayvazım ver evladım

Ayvaz yine satmadı. Bunun üzerine Köroğlu tasın pahasını artırdı:
2/11
Ayvaz bu tas benim olsun
Bahçeni sümbül bürüsün
Çevir Kürdün bir sürüsün.
Al Ayvazım ver evladım.

Deyince Ayvaz kabul etti.
-Sattım Ağa! dedi.
Senet yeniden çıkarıldı. Yazıldı. Köroğlu, altına “ALİ” mührünü bastı. Ayvaz yavaş yavaş Köroğluna ısınıyordu. Köroğlunun bol keseden dağıttığı koyunlar, Ayvazı Köroğluna yakınlaştırıyordu. Bunu sezen Köroğlu sevindi. Sevincini saza döktü:
2/12
Seni Haktan dilemişim
Varım sensin Kasaboğlu
Arş-ı asumana çıktı.
Zarım sensin Kasaboğlu

2/13
Seni bana veren Haktır.
Kerimdir ihsanı çoktur
Senden gayri yiğit yoktur
Canım sensin Kasaboğlu

2/14
Kürdoğlu der acem acem
Elif dizer be’dir hecem
Hem ustamsın hem de hocam
Ustam sensin Kasaboğlu

Deyip bağladı.
İçki âlemi o gece geç saatlerece sürdü. Sabaha karşı dağıldılar.

Pendname - Feridüddin-i Attar

Dilekleri Yerine Getiren Tanrıya Yalvarış

(günahlardan özür dileme)
Ey padişah suçlarımızı bağışla, biz suçluyuz, sen yargılayıcısın. Sen iyilik işleyen(tanrı), bizse kölüklere uğraşan(kul)larız, sayısız, ölçüsüz günahlar yüklenmişiz. Yıllarca isyan ve kötülük ettik, nihayet ettiklerimize pişman olduk. Gece gündüz fenalıklara dalmış, saçlarımızdan, ayaklarımızdan tutulup cehenneme sürükleneceğimiz gafil olmuştur.

Daima isyan kaydında dolaşmış nefis şeytanına yakın bulunmuşuz. Günahsız bir saatimiz geçmedi. Gönül hoşluğuyla sana kulluk edemedik. Dergâhından kaçan yüzsuyunu isyanla dökmüş olan kul, katına geldi. Lütfünden mağfiret umar. Zaten sen rahmetimden umut kesmeyin dememiş mi idin? Senin lütfünün denizi bitip tükenmez. Rahmetinden umutsuz olan da ancak şeytandır.

Ey Kerem sahibi! Nefis ve şeytan benim yolumu kesti. Bu yolda yardımcım senin rahmetindir. Umarım ki beni kabirde toprak etmeden önce günahlarımdan temizleyesin. Canımı bedenimden soyup götürdüğün zaman beni cihandan iman nuru ile göçüreceksin.

Nefsi Emareyi Kötüleme

Akıllı odur ki Tanrı nimetlerine şükreder. Sonra nefsine hâkim olur. Ey delikanlı: kendi öfkesini yenebilen cihanda kendini kurtarmışlardan olur.
Halkın en budalası odur ki nefis ve havasının ardından koşar. Sonra o bozuk fikirli sanır ki; nihayet Allah kendisini affedecektir. Ey oğul dervişlik gerçi zor bir iştir. Fakat dervişlikten daha hoş bir meslek de yoktur. Dik başlı, nefsini emri altına alan kimse iyi ün kazanmış akıllılardan olur. Riyazetle kötü nefsin terbiyesini ver ki, seni günaha sokmasın.
Selametle kalmak isteyen, bütün halkın dedikodusundan yüz çevirir. Halkı baştanbaşa gaflette bil! İnsan ancak cihandan gittiği vakit uyanır. Seni incitenlerin özürlerini kabul et. Mağfiret bulmak istersen onu yakalama1 halkı inciteni Allah sevmez. Böyle bir huy dindar bir adama yakışmaz. Sitemle bir kalbi yaralayan o yarayı kendi vücudunda açmış olur.

Gönül incitme kaydında olan bir kimsenin cezası sonunda ağlamaktır. ey oğul: Gönül incitmeye heves etme. Allah’ından hoşnutsuzluk kazanma. İtibar bulmak istersen halkın adını iyilikten başka bir şeyle anma. İyiliğe gücün yetmezse kötülük yapma, kendi kendine sayısız sitemler etme. Git halkın gıybetinden dilini tut ki, bir gün elini ayağını bağlanmış görmeyesin.
Dilini gıybetten korumamış kimse Tanrı cezasından kurtulmuş değildir.

Susmanın Faydalarına Dair

Ey kardeş sen hakkı arayan bir insan isen Tanrı buyruğundan başka bir konuda ağzını açma. eğer hiç ölmeyecek olan Allah’a dair bir bilgin varsa ağzına sükut mührünü vur. Yavrum: öğüt dinle, kurtuluş istiyorsan dilini tut. Çok konuşanların göğüsleri içinde kalbleri hastadır.

Akıllıların âdeti sükût, cahilin âdeti unutkanlıktır. Gıybet ve yalancılıktan ziyade sükût gereklidir. Daima söylemeye düşkün olan kimseler ahmaktırlar. Kardeşim: Hakkı öğmekten başka söz söyleme. Doğru sözü de halkı kötüleme yolunda sarf etme. düzgün varsa hepsi yağmaya gider. Çok konuşmak kalbi beden içinde öldürür. O sözler isterse Aden incisi olsun.

Sanatlı söz söylemeye çabalayanlar da gönüllere ıstırap verirler. Git dilini ağzına hapset halktan hiçbir şey bekleme, kendi ayıbını görebilenlerin ruhlarında bir kuvvet belirir.

Kitap Tanıtımı




Okunmayan Kitaplar


Ancak dinin emel ve arzusu, felsefeninkinden çok daha yüksekte uçar. Felsefe, eşyayı akıl ve idrak yoluyla görür; ve bundan dolayı, tecrübenin bütün tenevvü zenginliğini bir sisteme bağlamak istemez. Hakikati Mutlakayı uzaktan müşahede eder. Din hakikati Mutlaka ile daha yakın bir temas ister. birisi nazariye, diğeri ise tecrübe, münasebet, samimi yakınlıktır. bu samimi yakınlığı elde etmek için akıl ve idrak kendinden yükseğe çıkmalı, ve dinin dua diye tavsif ettiği bir zihni davranışta tatmin etmelidir; o dua ki, İslam peygamberinin dudaklarından çıkan son sözlerinden olmuştur.