Merhaba

MERHABA

Kar geldi
Zemheri kendi güzelliği ile Maraş’ı kuşattı. Ahır dağ ak saçlı bilgiler gibi vakur kenti seyrediyor. Zaman ne?
Kimin umurun da olup bitinler, yüreğinde ezel ebet varlık sızısını duyanlar için ne büyük telaş var öyle.
Kendini kurtarmak!
Kim kimden neyi kurtarıyor gibi sinsi sorularla mevzuyu bulandırmak isteyen çaşıtları Zülfikar’a havale edip o yezitleri unutmadan yola devam ediyoruz.
Varlık, bilgi, ahlak.
Üç som hakikat insanlara yabancı değil.
Duyun, eğlence, vurdumduymaz bir hayatı tufeyli duygularla yaşayan yığınlar için ne söz ne kaygı.
Maraş tenha.
Nergis satılıyor Trabzon Caddesinde, sümbül’ler için cemrelerin düşmesi gerek. Mor menekşeli buz gibi sulardan içen ceylanlar hemen ötemizde uzanan yavşan’dan bize bakıyorlar.
Ey varlığımı kuşatan ulu devam!
Senin bize bahşettiğin özgürlükler için neleri feda ediyor nelerden vazgeçiyoruz. Zincirleriyle varlığını ağırlaştıran özgürlük ülkesinin ülküsünü yüreğinde duymayan çıfıtlar uzak durun öteye gidin.
Cennet elmaları kızardı.
Kış için hazırladığımız şıralarımızla ne güzel demler geçiriyor Köroğlu hikâyesinden masalarla geceleri kutlu seherlere taşıyoruz. Namaz niyaz ilahilerle yirmi dört saatin yetmediği kış vakitlerini bahara taşıyıp yeni dirilişlerin muştuları olacağız.

FAZİLET DEMOKRASİ’ sinin ne olduğu soruluyor. Adalet, iffet, cesaret temelleri üzerine bina edeceğimiz egemenlik alanında hak ve hâkimiyet için kadim değerlerin neler söylediğine hep dikkat etmemiz gerekiyor. Demokrasi bu yüzyılın abonesi. Yalnız başına demokrasinin nelere güç yetire bileceği ortada. Fazilet ilkesinin beslendiği kaynak Anadolu’dur. Binlerce yıldır varlığını aşkla sürdürenlere cennetler kutlu olsun.
Ötüken diyarının hoyrat türküleri kupuzların eşliğinde söylenecek, toylar kurulup var oluş neşesinin bitimsiz nameleri kulaktan gönüllere yayılacak.

Medet ya Murtaza

Ceren'in İlk Günü

CEREN’İN İLK GÜNÜ

Seher vaktinin müjdesidir hayalin
Gulyabaniler çekilir karanlıklara
Karanfil düşer kara göklere
İsrail’in yüreğinde kopar fırtına

Işık biraz daha çoğalır sarımolla da
Delişmen atların koşuşu başlar bozkırda
Ocak yerinde kara taşlar
Saçtığın saçların kaplar dünyamı
Güneşler doğar gözlerine
Ceylan sıçrar su içtiğimiz kayalıklara

Tüten ocak ellerinde buğday başak
Dilinde inci mercan gün ha doğdu doğacak
Kuzular meleşir ıssızlarda
Dağlar gecenin sarhoşu bende bir çaren
Eşiğindeyim elimde mürdüm
Yüreğim aşkınla dağlanmış
Çık salın uzun yaylaya
Başlamasın kıyametim

Ali Büyükçapar

Ali Haydar'la Geçen Demler

ALİ HAYDAR’LA GEÇEN DEMLER

O benim için İstanbul eşiği.

Hatıraların sis perdelerini aralamak göründüğü kadar kolay değil. İstanbul kelimesinin büyüsüne tutulanlar bilirler ki iflah olmak mümkün değil. Çok uzun yıllar aklıma geliyor ali haydar haksal deyince yağmur, gökkuşağı, martı sesi ve heybet.
İmzalı kitapları var “aziz dost” hitabıyla başlıyor esenlik dilekleriyle devam ediyor.
Yayınlanan kitaplarını masama yerleştirip şöyle hatıralar ışığında biraz okudum. İç kitap kapağında yer alan biyografik bilgiler o’nun hayatta hangi imtihanları nasıl geçtiğini anlatıyor:
“ilkokulu bitirdikten sonra 5 yıl ara verme durumunda kaldı. Özel valilik izniyle Elazığ imim hatip lisesine başladı. İki yıl paralı, beş yıl parasız yatılı okudu. Erzurum üniversitesi edebiyat fakültesi, Türk dili ve edebiyat bölümü’nü bitirdi... Marmara üniversitesi, ilahiyat fakültesi İslam düşüncesi anabilim dalında yüksek lisans yaptı. Kuran-ı kerim’de güzel kavramı üzerine tez hazırladı. İşte bu satırlarda insanımızın gerçek hayatının izleri var. Anadolu’da yaşayanlara imam hatip okulu kültürün irfanın kapısını aralayıp onları Firdevs’e kanatlandırmıştır ali haydarda onlardan birisi Konya’da ilahiyat fakültesinde okurken farklı dergileri takip ederdim. Andırın’dan ikindi yazıları gelir, İstanbul’dan diriliş ve yedi ikliminde abonesiydim.
Dergileri seçmemde etkili olan edebi dünya görüşümün izlerini oralarda bulmamdı. Paralel evren anlayışı gibi Türkiye’nin bütün renkleri o yıllarda hayatımın vazgeçilmesi idi.
Dergileri can suyu bellemiş ilahiyat tahsilinin sınırlarını çok ötelere götürmenin erdemiyle gönenip durmuştum.
Yedi iklim yazarlarının anlattıkları çevremde yaşadıklarımda behreler taşıyor, ortaya koymuş olduğu ülkü değerlerini misyon olarak kabul ediyorum. Necip fazıldan o’nun ideali büyük doğudan söz edilmesi yüreğimi coşturuyor, Sezai Karakoç’un kitaplarına gönderme yapılması ortak buluşma noktamı çoğaltıyordu. Nuri Pakdil’in ara sıra adının geçmesine hayret ediyor Zarifoğlu, Özdenören kardeşlerle hemşeri olmanın bu dergiyi okumama yeteceğine inanıyordum. Derginin her ay yayınlanması muştuydu.
Postacının evimize İstanbul’dan dergiyi getirmesi mahallede sosyal konumumuzu artırıyor imrenilen kişiler arasına yerleştiriliyordum.
Yedi iklimden çok derin mevzular öğrendim.
Varlık, bilgi ve ahlak konusunda insanımızın neler söyleyip bunları yazılı olarak paylaşmalarındaki sırlara vakıf oldum. Zarf, mazruf ilişkisi denilen nüansları belledim, şiirlerle yoğrulup İstanbul irfanından Maraş’a yeni söylem biçimleri taşıdım.
Türkiye’nin dört tarafından yazılan mevzuların bir tek hakikatin aydınlatılması olduğunu öğeleriyle dünya dengesinin nelerden, baret olduğunun farkına vardım.
Periyodu aksasa da yedi iklim dergisini her ay her mevsim takip edip o dergiden yapmak istediğim ülkü değerlerinin şekilleriyle ilgili incelikleri gözlemledim. Hasan Aycı’nın çizgileri, röportajlar, medeniyet yazıları ve sadece kendimiz olabilme erdeminin her vakit geçer ilke olması derginin verdiklerinden başta geneliydi.
Yedi iklimde bizden olandan motifler vardı.
Hüzün, aşk, eser koymanın engin hazzı hep yüceltiliyor İslam irfanı orada gündem buluyordu.
Bütün bunları yapan Ali Haydar nasıl biriydi?
İstanbul’a gidip o’nu görmek, tanışıp sevgi ışığından nasiplenmek arzusu içime doğdu bunu için yola çıktım, muradım hasıl oldu.
Kadıköy deki nalbur dükkânının üst katın da kitap koridorlarından geçip Ali Haydar Haksal’a ulaştım. Yer kitap, duvar kitap tavana kadar kitap ve kitaplar arasında bir insan, şaşırdım, öylece etrafta bulunan zamanın tanığı kitapları seyrederken kitapların yakıcı ateşi aklıma şeyh galip den şu dizeleri getirdi ve onları şöyle okudum.
“Gül ateş gülbün ateş gülşen ateş cuybar ateş semender tıynetanı aşka bestir lalezarateş hayali hasreti halinde ah ettikçe uşşakın Şebi firkatte her dem ahteran eyler nisar ateş. Bana düzahtan ey meh dem urur gülzarlar sensiz dıraht ateş nihal ateş berkü bar ateş çera-ı bezmi hicr oldum yapmış yakıştırmış. Gönül pervanesine vuslat ateş intizar ateş meger kilk-i sebük cevlanın olmuş germ rev galib zemin ateş zaman ateş bütün nakşu nigar ateş.”

Böylece başlayan dostluk kapısını açtım. Üsküdar meydanda bulunan yedi iklimin o küçük sahaf dükkânında güzel vakitlerim geçti.
Çınar ağacı, gölgeli mekân sıcak demli çayla İstanbul’dan tanıdık simalarla hep orada buluştum. Asım gül tekini tanıdım, Cevdet Karalla o mekâna yakın yerde konuşup hem hal oldum.
Yedi iklimin başyazılarında medeniyet vurgusuna dikkat çeken Ali Haydar’ın tespitinin önemli olduğu zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacak. İslam dininin hareket zemini ezel ebed varlığımızın belirtisi ortaya koymuş olduğu yaşam ilkeleri yolumuzun işaret levhaları Ali Haydar kısa öyküler yanında uzun metinlere de imza attı. Hayata tutunmanın, varlıkta doğal ahengin, çalışıp gayret etmenin başarıp başaramamanın sırları hep, yazıların içinde gizli örneğin: uzun yola talip oldum.yarı yolda kalacağımı düşünmedim hiçbir zaman. Nasılsa sonunu getiririm diye düşündüm. Yoluma, gene kendim ayna oluyorum.
Yürüdükçe dizlerimin gücü artıyor. Yoruldukça soluklanmam için nedenim var. Yol, sonsuzluğa açılan bir kapı gibi(içim su berraklandığında.sh94)
Milli gazetede yazılar yazması Ali Haydar’ın doğru kararlarından biriydi her gün yayınlanan gazete ve sosyal çevre o’nu hayatın doğal ihtiyaçlarına gerçekçi çözümler üretmesi hususunda uyardı oda bunu hakkıyla yaptı.
Maraşta Ali Haydar’ı misafir ettim.
Mehmet Akif hakkında hazırlamış olduğu konferansı Maraşta beğeni buldu, salon o’nun heyecanlı konuşmasıyla o gece coştu. Maraş yazıları kaleme olan ali haydarın o yazıları en çok ilgi gören yazıları oldu. Elektronik ortamda ne zaman bilgisayarını açsam o’nun günlük yazıları dikkatimi çekmiştir.
Geçen yıl 2009 da İstanbul’da görüştük yapıp ettiklerimizi anlatıp yüreklendirici sözlerine muhatta oldum.2010 İstanbul ziyaretimde Bingöl’de olduğumu öğrendim yeğenime selam karımızı saygılarımızı emanet edip Maraş’a döndük.
Hülasa sözümü şöyle tamamlamak gerek.

“Ne zühd ile ne ilm ile müstesnayız
Hayran’ı ezel aşıkı bipervayız
Feyzi nefesi pir ile guya oluruz
Her neyse neyiz bendei mevlanayız

Ali Büyükçapar

HAK SUALİ

HAK SUALİ

Katar olmuş hakkın kulları
Caferi sadıktır önderleri
Mavi yeşil al sancakları
İmam aliyi gördünüz mü?

Gül bank çekilir meydanda
Koşuşur leventler muhabbetle
Çekilmiş sancağı haydarın
İmam aliyi gördünüz mü?

Gün akşam olmada usulca
Börtü böcek kimsesiz kutuda
Laleler açılır gün batımında
İmam aliyi gördünüz mü?

Şah alim gel hele divana
Sırları açma yazıya yabana
Sormazlarsa sana adabınca
İmam aliyi gördünüz mü?

Ali Büyükçapar

Köroğlu Hikayesi - Hacı Ali Özturan

Kasapbaşı marzıman eşeğinden, ötekiler atlarından indiler. Köroğlu sırtını kalın bir meşeye dayadı. Kuşağının bir katından tabakasını, bir katından emziğini (ağızlık), bir katından kavını, bir katından çakmak taşını çıkardı. İki sigara sardı. Birini Kasapbaşına verdi.
-Kasapbaşı Ağa, dedi. Paran yanında mı?
-Yoo! Yanımda değil.
-Olmadı gurban! Ben İstanbula neden döneyim? Paramı aldım mı, “Al Allah kulunu, zapteyle delini…” der, giderim. Kasapbaşı Ağa, gurbanım sana, biz aha burada bekliyik. Sen parayı al gel.
Kasapbaşı kalktı. Eşeğine bindi. İstanbula doğru sürdü.
Köroğlu sigarasını bitirince Ayvaza sordu:
-Ne o gurban, senin okun yayın da mı var ne?
-Var ya Ağa.
-Eyi vurur mısan?
-Aha şuraya dinel, saçının tellerinin arasından geçireyim.
-Vışşş! Essah mı lo?
-Ne sandın ya Ağa?
Köroğlu kalktı:
-Aha dineliyim. Haydi bakalım, yeteneğini göster.
Köroğlu, keçe külahını başından aldı. Oraya dineldi.
Ayvaz omuzundan yayını çıkardı. Sadağından bir ok seçti, yaya yerleştirdi. Köroğlundan yirmi adım uzağa vardı:
-Bu uzaklık yeter mi Ağa?
-Yeter gurban, yeter. Haydi bakalım.
Ayvaz yayını gerdi, gözledi, bıraktı. Ok vınlayarak gitti, Köroğlunun yanağını sıyırıp geçti. Köroğlu elini eline vurarak güldü:
-Yahu sen de amma acemiymişsen, dedi.
Ayvaz utanmıştı. Köroğlu kendi kendini övmeye başladı:
-Lo Ayvaz, ben öyle ok atarım ki, havaya attım mı yarım saat sonra yere düşer.
Bu kez de Ayvaz gülmeye başladı:
-Aman Ağa, daha neler… Hiç ok yarım saat havada kalır mı?
Deyince Köroğlu:
-Gel bahse girelim lo, dedi.
-Girelim… Nesine?
-Yüzelli koyununa! Var mısan gurban?
-Varım.
-Getir senedi.
Ayvaz, kuşağının arasından senedi çıkardı, yazdı. Köroğlu bu kez “ALİ” mührü yerine “KÖROĞLU” mührünü çıkardı, bastı. Ayvaz bu mühre bakmadı bile... Köroğlu senedi aldı, meşenin görünür bir yerine astı. Ayvaz:
-Haydi bakalım. Göster yeteneğini Ağa, dedi.
Köroğlu:
-Her yiğidin bir yoğurt yeyişi vardır lo. Ben oku, at dört nala giderken atarım.
-İyi. Bin bakalım atına.
Köroğlu Kayseri eşeği gibi boyadığı Kırata bindi. Ayvaza:
-Bin terkime, dedi.
-Niye?
-Niye olacak lo? Atım dört nala giderken sen de yanımda olmalısın ki, görmelisin.
Ayvaz bindi.
Köroğlu belinden kuşağını çözdü. Ayvazla kendisini sıkı sıkıya bağlamaya başladı. Ayvaz şaşırdı:
-Ağa ne yapıyorsun?
Köroğlu Kıratı hafifçe gıdıkladı. Kırat durumu anlamıştı. Huysuzlandı. Sağa sola çifte atmaya başladı.
-Benim atım biraz oynaktır gurban. Belki düşersin de babanın canı sıkılır.
Köroğlu kuşağını yedi kez doladı, düğümledi. Sonra Kıratı mahmuzladı.
Kırat hızlandı, tırısa geçti, sonra dört nala kalktı. Tozu dumana katarak uzaklaştı. Köroğlu içinden, “Al Allah kulunu, zapteyle delini…” demişti. Kıratın yönünü Sivas Dağı Çamlıbel kalesine çevirmişti.
Ayvaz:
-Haydi bakalım Ağa, dedi, göster yeteneğini!
-Bak Ayvazım, burada kuşlar kanat çırpmadan, süzüle süzüle uçuyor. Demek ki burada aşağıdan yukarıya doğru bir hava akımı var. Burada ok atarsam belki karşı çıkarsın. Az daha gidelim gurban.
Kırat derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi aşıyordu.
Bir zaman sonra Ayvaz:
-Ağa saate bakayım mı? dedi. Atacak mısın?
-Saat ne gurban?
Ayvaz zar zor ellerini kullanabiliyordu. Güç halle kuşağının arasından saatini çıkardı.
-Aha buna saat derler Ağa! dedi.
Köroğlu saati aldı:
-Bu teller neci?
-O tellerin birine yelkovan, ötekine akrep derler.
-Akrep mi? Akrebin yanında yılan olur. Yılanın yanında yalan olur. Ben yalanı sevmem.
Köroğlu saati yola attı.
Biraz daha gittikten sonra Ayvaz Köroğlunun niyetini anladı. Bu adam kendisini kaçırıyordu. Kurtulmak için çırpınmaya, ağlayıp dövünmeye başladı. Köroğlu Kıratın dizginlerini saz misâli aldı. Görelim ne söyledi:
Kıratıma Ayvaz binmiş çarpınır
Yüreciği deli deli çırpınır
2/30 Acem kuşak bin koyuna çözülür
Al Ayvazım ver evladım ağlama

Ayvazın şalı da Bağdat gayette
Şalına süs olmuş da altın firkete
2/31 Üzengimin her bir teki bin teke
Al Ayvazım ver evladım ağlama

Köroğluyum yaptım sana bir oyun
Serttir çekemezsin Kıratın yayın
2/32 Attan inme pişmancalık bin koyun
Al Ayvazım ver evladım ağlama
Deyip bağladı. Böylece kendisinin Bermahbupoğlu Ali Ağa olmayıp, Köroğlu olduğunu açıkladı.
Ayvaz Köroğlunun kendisini kaçırdığını anlamıştı. Dövünmeye, ağlamaya başladı. Köroğlu onu yatıştırmaya çalışıyordu. Ayvazı öz oğlu gibi koruyacağına yeminler ediyordu. Çamlıbeli övüyor, binbaşıları övüyor, yaptıkları işi övüyor, mertliği ve yiğitliği övüyordu.
Ayvaz ağlamasını sürdürüyordu. Köroğlu, Kıratın dizginini bir kez daha saz misâli aldı. Görelim ne söyledi:


Devam Edecek...

Pendname, Feridüddin-i Attar,

ESENLİK SEBEPLERİ

Ey Aziz; Esenliği arıyorsan onu dört şeyde bulabilirsin. Emniyette olmak aile saadeti sonra vücut sağlığı feragattir. Bu nimetlere sana bir ehemniyet hasıl olursa hafiyet ondan bir nişan olur. Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır. Acının anlamsızlığı yaşamın anlamıdır.

Feragatli bir gönülle beraber sağ ve esen olursan dünyada başka bir şey aramak gerekmez. Ey oğul; elinden gelirse nefsin dileklerini yerine getirme ki nefsin tuzağına düşmeyesin. Nefsinin heveslerini ayak altına al. Ona hoşlandığı şeyleri haz ver. Nefis ile şeytan seni yoldan çevirir kuyuya düşürür. Nefsinin başına vur, onu daima hor tut. Elinden gelirse pisliklerden uzaklaştır.
Kötü nefsini doyuran kimseler onu günah işlemekte kahraman yaparlar. Boğazını her lezzetten uzak tut ki her belaya he günaha girmeyesin. Karnını dudaklarına kadar su ve yemekle doldurma. Hayvan gibi kendine ahır arama. Oruçlu değilsen gündüzleri çok yemek yeme. Hayvan değilsen o kadar fazla tıkanma. Ey bütün gece sabaha kadar uyuyan zavallı yarın yatacağın karanlık toprağa da bir kandil yak.
Uyku ve yemek hayvanların adetinden başka bir şey değildir. uyuyanlara bu nimetten pay yoktur. Ey oğul; kalk uyan ki yarın çok uyuyacaksın. Kendinden haberin varsa uyan demeden önce yerinden fırla. Bu alçak dünyaya gönül bağlamak hatadır. Eteğini ondan toplarsan daha yerinde olur. gönlünü bu bayağı dünyaya ne bağlıyorsun? Burada ebedi kalacak değilsin ki. Ey zavallı; dışını süslemeye bakma. Bir ay parçası gibi için nur olsun.
Her güzel görünen surete talip olma. Atlas ve diba sevdasına koşma. Kuru sevdalardan geçte tanrıya kul ol. Sana vücut sağlığı lazımsa eski hırka da yetişir. Yün hırkayı omuzla. Muratsız yaşamının zevkine er (dünya kaygılarından sıyrıl) Ey hırkasını sırtına çeken derviş önce kalbini kibirden temizle. Ahiret nasibi istiyorsan git o süslü elbiselerden soyun.
Tekellüfsüz ol. Süs saltanat isteme. Rahat ve tembelliği bir tarafa bırak. Dünyada güzellik arama. Sırtında süslü elbisen, altında yatacak yatağın olmamasını dile. Sofu gibi yün palaslar içinde geçin. Tanrı sıfatı ile sıfatlan. Yol adamına (tanrı erlerine) hasır halı yerine geçer. Sonunda yastığı kerpişten olacak değil mi?
Esma-i hüsnayı zikret.

DERVİŞLİK SIFATI VE DERVİŞLERİ SEVME BAHSİ
Eğer aklın ilmine yakın ise derviş ol. Dervişle otur.
Dervişlerden başkalarıyla düşüp kalkma. Elinden gelirse onların gıybetinde bulunma. Dervişler sevgisi cennetin anahtarıdır. Onların düşmanları lanete layıktır. Dervişin libası abadan başka bir şey değildir. o Murat ve boğaz peşinde koşmaz. Nefsinin başına ayağını koymayan yiğit. Tanrı katına nereden yol bulabilir. Tembellikten kurtulan herkes nefsinin arzularını yenen bir sultan olur.
Tanrı yolunun erleri saray ve bağ sevdasında değildirler. Onların gönüllerinde dert ve dağdan başka bir şey yoktur. İstersen sarayını göklere yükselt. Nihayet topraklar altında gaip olup gideceksin. İstersen Rüstem gibi kudret ve şevketin olsun yerin behramı- Gür gibi mezar olacaktır. Keyhusrev gibi uzun yıllar saltanat sürsen de sonunda yine bir mağranın içinde kalacaksın. Ey oğul; Ahiretten kafil olma bu dünya varlıklarına o kadar da sevinme.
Cihanın belalarına karşı sabırlı ol. Nimet zamanında Allah’â şükret.

TALİHSİZLİK ALEMETLERİ
Dört şey bedbahtlık eseridir. Cahillik, tembellik bunlar çok zordur. Hele bikeslik (kimsesizlik) nakeslik (bayağlık) bütün bu dört alamet kötü talihin belirtileridir. Kulluk sevdasında koşanlar şüphesiz ki saadet ehli olurlar. Her kim kendi heveslerini ayak altına alırsa nefisçiliği ile savaşabilirler.
Cihan da yalnız uyku ve yiyecek düşüncesinde olan kimse kıyamette ateşten kurtulamaz. Murat ve arzularından yüz çevir de tanrı katına yönel. Murat sürmenin yolu Muratsız kalmayı gerektirir. Tanrı adamı iyi ün bırakmaya çalışır. Ey biricik Oğul; madem ki Allah’ın emirlerini nehyini tutuyorsun murdar nefsin arzularına uyma. Allah’ın emirleri ve nehiyelerini Kur’an dan dinle. Dünya sevinç yerleri değildir. Aklını başına al!
Bahtiyarlık sevdasından vazgeçenlerdir ki, aksine olarak yaşamanın zevkine ermiş olurlar.