Sayı:8 Şubat 2005 Merhaba

MERHABA

Kar beyazı kaplamış âlemi. Tek renk bitimsiz ap ak zamanlar. Ufuklar boyunca uzanan sıra dağlar gibi ezelden ebede akan biziz. Baktığımız her nokta önceden görüldü ama ona şimdi bakan bizim" gözümüz.Sırların kapısı akılın eliyle aralanacak.Bu kadar bilinmezleri aşkın potasında eritmedikten sonra hayatın zorluklarına katlanmanın gereği yok.Yeniden yükselteceğiz adaletin bayrağını.Yeryüzü talanında demir pazularımıza gök kuşaklarını indirip gözü yaşlı insanların ayaklarının altına sereceğiz imkanları.Önceliğimiz adalet olacak çünkü mülkün temelinde o var. Adalet çınar ağacı binlerce yaprağı olan bu ağaç varlığı kuşatıp bizlere yaşam zevkini tattıracak. Adalet ulu çınar gölgesinde dinlenecek on binler.Kısık seslerimizle Maraş'tan haykırıyoruz yeryüzünde devam eden zulümler son bulsun! ABD'nin kovboyluk macerası için daha ne kadar insan feda edilecek?Kirli siyaset için temiz sayfa açılması şart öncelik tabiî ki insan ve kadim değerlere ait olmalı.Kurumlaşmamız hiçte iyi değil. Talancı yapıların özümüze vurduğu darbeye cevabımız var oda adaletin gerçekleşmesi.Maraş soğuk!Ahırdağı bembeyaz. Milcan'da kar var. Şıh cami hala 1920'lerde aldığı şarapnel parçasıyla inliyor. Çete bayramı için davullar zurnalar hazır ne tezat ki Fransa'yı bu gün bağrımıza basıyoruz demek ki zıtlar İçindeki mutluluk önemli! Hüzün iki damla gözyaşı, yaptığımız iş kimin umurunda? Orada kimse var mı? Milcan adaletin yanına sevgiyi alarak yoluna devam edecek.

Ali BÜYÜKÇAPAR

UPANİŞAD - II


SEVETASVATARA UPANİŞAD

Sebep ve netice dünyasının aşılmasıyla derin istiğrak hali içinde idrak edilen varlık, kutsal metinlerde Yüce Tanrı olarak ifade edilmiştir. O bir cevher diğer her şey de O'nun gölgesidir. O, yok olmaz. Tanrı'yı tanıyan kişi, O'nu, görülen her şeyin ardındaki tek gerçek olarak bilir. Bu nedenle O'na bağlanmış ve O'nunla meşgul kişiler doğum ölüm ve yeniden doğuş çarkından kurtulurlar.Yok, olan ve olmayan, görünmeyen şeylerden oluşan evreni idame ettiren varlık Tanrı'dır. Tanrı'yı unutan Şahsi ruh kendisini zevklere verir ve böylece dünyaya bağlanır. Ancak Tanrı'ya ulaştığızaman bütün bağlarından kurtulmuştur.

ULU KAPI SIRLI YOL - II

ULU KAPI SIRLI YOL

HAVVA

En güzel isimler O'nun güzel O
Ayaklarının bastığı topraklar bereketli
Nazar kıldığı ağaçlarda tat
Şeftalinin buğusu kirazın rengi
Portakalın kokusu O

Itır reyhan kekik ve lavanta
Buz gibi sular onun letafeti

Bakışı cemre düşmeye görsün cana

Âdem mi O'nu buldu O mu
Âdemi Bu bir sır
Daha önemlisi
Ya seçmeseydi

Havva dünya incisi
Meltem esintisi coşkunun deli boranı

En istenmez neyse O
Günahın ateşi kor gibi dağlayanı
Her yer O'na dar
Varlık elbisesi iğreti
O olmalı başka değil O

Muradına erdi Havva elinde nar
Her bir tanesinde arzu
Toprağa savurunca kendini
Daraldı küçüldü

Ansızın savurdu onları âlemlere
Cebrail'in soluğu
Yenidünyaların hülyası
Ayrılık zamana yayıldı

Her bir karış toprağında dünyanın
Âdem'in vardır ayak izi ya Havva'nın

Arayan aslında özünü arar
Bulan Havva'yı Yitik Cennetini anar
Nasıl inansak zor mu zor
Boşluklar var yar gibi
Kavuşmak çile beraberlik özlem ateşi
Havva'nın dilinde Adem
Adem'de bitmez şarkının nameleri

Havva kadın ırmaklar taşar O'ndan
Gökkuşakları Havva'nın nazarı
Şimşek çakar ansızın
Başlar sağanağı yağmurun

Köşe başlarında sır açılmaya başlar
Panjurlara vuran güneş çocukların hülyası
Kıvrılır yakıcı duman bulutlar ellerinde
Düşen yağmur tanesi
Kara toprakta Kerbela lalesi

Bütün ipekleri dünyanın
Lali Bedahşanın incileri
Gülüşünde tebessüm
Leyla da O'ndan bir nazar
Şirin Belkıs Madonna ve Hacer

Palmiye yeşilliği vurunca mavilere
Yunuslar doğar saçılır inci mercan

Ölüm gülüp geçer
Her dem var yokluk onun için bir masal

Âdem uzatınca düşlerini
Havva buldu kendi hakikatini
Kuleler yükseldi Mavera'ya
Çoğaldı çığlıklar sular gibi âleme

Havva mavi göllerin nilüferi
Âdem kara toprak testisi

Rahman esintisinde Âdem çamur
Havva öz kıyamet suru israfil
Dergâh tarumar bugün
Âdem taze toprak'a karışmış
Ebu Kubeys de hüzün
Havva Cidde'de som sütun


Bütün çocuklar öksüz yetim
Dünya daracık Havva yok bu güneş
Yaksın kavursun özleri

Her kadın Havva dünya ilk gününde
Mona Lisa da tebessüm
Çarpıyor var oluş neşesi
Bahardan güze ve yaza
Toylar düzenleniyor gökler altında
Açılan her duvak
Havva da sonsuz mutluluk

Adem anılsada gün batımlarında
Havva bir güneş karanlık O'nunla aydınlamakta

Âdem kırık bir çizgi
Havva bitimsiz senfoni

İDRİS
Babil'in mermerli kaldırımları da bir toz
Çöl ateşi ulaşmıyor Fırat Dicle'ye
Göklere varan yol yıldızlar merdiven
Samanyolu bir durak

Kent nede çabuk unutuyor ahdini
Palyaçolu sirkler kafeslerde aslan
Perde de bir oyun

Kulelerde bayraklar dalgalanıyor
Sikkelerde başlar altınla taşlanıyor
Evlerin bahçeleri içe kapalı
Akan su kaynayan yürek
Eşikte kurban ediliyor maral

Âlemde Peygamber soluğu
Laleler güneş pırıltısı

Sorulara cevap İdris'te
Elinde pergel kâğıttan şehirler
İşte yükselen mabet
Kubbeleri çölü saracak

Taş dile gelince mermer konuştu
Duvarlar O'nun elinden âleme çekildi

Babil de Uhnuh elinde tomar
Açıp okuyor seherlerde gözü yaşlı
Ahdini hatırlayınca kente dönüyor

"Kitapda İdrisi de an
çünkü o çok sadık bir peygamberdi
biz onu pek yüce bir yere yükselttik"

Gökler ötesi dünyaların habercisi o
Kimse bilmezken sırlarını kitapların
Sayfalar onun pınarları
Yüksekçe taş mihrapta o
Fısıltısı gümbürdetiyor Babil'i
Özünüze sadık olun
Varlıkı karartana karşı uyanık
Çizdiğiniz sınıra uyun
Pencerelerini gönlümüzün O'na açın

Kovukları sahiplerine bırakıp
Kentler kurun birer hayal olan düşlerini
Mermerlerin raksına bırakın

Kuleler yükseltin burçlara
Güneşi tutun saçlarından
Bulutları sıksın pazularınız
Çeşmelerden aksın kevserler
Çocuklar susuz ölmesin

Taşımadığı için bu gün mimarlar bilmez
İdris'i
Kentler ona öyle muhtaç
Kıraç topraklarda kim görür düşünü kentin
Ev insanın yuvası zamanın bittiği mekan
Gelsin İdris tuğlalar aşkta pişmiş
Harcına dostluk karılan toprak
Evler nazar boncuklu olacak

Aldılar önce insanin evini
Esen yel sızlatır yağan her damla
Düşen kar tanelen
Evi hatırlatır

İdris Nebi'nin çizdiği kent
Ortasında Beytullah eşiğinde zemzem
zemzem
Sütunlar arasında mezmur okunur

İnsan giymeli yakışanı
Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın
Nasıl çalışırlar ne de iplik eğirirler
Ama size şunu söyleyeyim
Tüm görkemine rağmen Süleyman
Bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi
Bugün var olup yarın ocağı atılacak olan
Kır otunu böyle giydiren
Tanrı'nın sizi de giydireceği kesin değil mi?

ALİ BÜYÜKÇAPAR



l - Malabadi - 33 şiir
2- Kitap Pusulası
3- Kırk Hadis
4- İsmi Azam (Esma’ül Hüsna)
5- Necip Fazıl

Ali BÜYÜKÇAPAR'ın kitapları
Temin Adresi: PK. 115
KAHRAMANMARAŞ

KİTAP TANITIMI

KİTAP


"İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu"

"İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu" çok ciddi ve ilmi bir eserdir ve anlaşılması kolay olmayan konuları kapsamaktadır.Allame İkbal'in dokunduğu temel felsefi konuları ve ileri sürdüğü görüşleri tam olarak kavrayabilmek için insanlığın temel sorunları kültür ve medeniyetin son gelişmeleri, felsefe tarihi ve kavramları ve bunun yanı sıra İslamiyet'in geçmişi ve bugünkü durumu çok iyi bilinmelidir. Her an değişmekte olan dünyamızın baş sorunu ve bu konuda İslamiyet'in görüşü nedir? ikbal bu soruları cevaplandırmak üzere ilk adımını atmıştır. Kendisinin, bu kitabın ön sözünde de belirttiği gibi, "bilimsel nitelikteki bir din bilgisine duyulan ihtiyaç'a kısmen de olsa cevap vermeye çalışmış, kendisinden sonra gelecek filozof ve bilim adamlarına varılarak hedefi göstermiştir. İslam dünyasının yeniden canlanması için Allame İkbal Müslümanları zihnen ve fiilen hazırlamaya çalışmıştır. Fakat böyle bir yeniden doğuşu kolaylaştıracak ortam bulunmadığı için, anlatmak İstedikleri uzun bir süre ya ciddi şekilde ele alınmamış; veya alınmışsa da uygulanmamıştır. Ama İslam dünyasındaki son uyanışta "İslam'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu" gibi abidevi eserlerin büyük rolü olduğu inkar edilemez.

Yusuf PAZARLI

SAMİMİYET

Edebiyat Notları

SAMİMİYET

Yazının samimi olması ne demektir? Yazı ile insani bir duygu boyutu olan samimiyet arasında nasıl bağlantı kurabiliriz?Kelimelerin büyülü dünyasından içeri girmenin şartı içtenliktir. Yazının yürekten kopması, akıl süzgecinden geçirilip tecrübeler ışığında yazılması gerek. Okuduğumuz metinler ne kadar samimi ve kuşatıcı.Zamana direnen ustaların bıraktığı yazıların çok samımı olduğunu görüyorum. Bekli de kendi zamanlarını aşmalarının en önemli sebebi bu. Upanişatlar böyle, Kitabı Kukaddes böyle, ilahı Komedya, Leyla Mecnun Hüsnü Aşk böyle değil mı? Şu satırları okuyalım. "Harika öğütlerin var, bu yüzden onlara candan uyuyorum. Sözlerinin açıklanışı aydınlık saçar saf insanlara akıl verir. Ağzım açık soluk soluğayım çünkü buyruklarını özlüyorum. Bana lütuf la bak, adını sevenlere her zaman yaptığın gibi. Adımlarımı pekiştir verdiğin söz uyarınca hiçbir zaman suç bana egemen olmasın. Kurtar beni insan baskısından koşullarına uyabileyim. Yüzün aydınlık saçsın kulunun üzerine kuralların; öğret bana. Oluk oluk yaş akıyor gözlerimden, çünkü uymuyorlar yasana" Bunlar Davut'un mezmurları. Bu içtenliği bulan elbette binlerce yıla direnecek.Samimi olmanın ilk şartı konuştuğu dili özümsemek ve onu yerli yerince kullanmak değil midir? Sevgi bu işin ikinci şartı. Yazdığımız dahası okuduğumuz her kelimeyi kendi elimizle büyütüp ondan esenliğe açılan bir pencere olmasını istiyor muyuz. Zamana damgasını vuracak üçüncü önemli ilke ise rasyonelite-dİr. Nesnel yapıyı algı boyutu içine alıp duygularla yoğurmadıktan sonra işimiz zor olacak belki de zamanla anlamını yitirecektir.

MİLCAN

MAKÂLÂT - 2

HORASANLI HACI BEKTAŞ'IN MAKÂLÂT KİTABI

HİKAYELER

Nitekim, Isa Peygamber Aleyhi's-selam günlerden bir gün geziye çıkıp yürürken bir dağ dibine ulaştı; su buldu ve içti. Fakat o su acıydı ve o dağ sürekli sallanıyordu. Bunun için İsa Aleyhi's-selam hal diliyle dağa sordu: bu su, niçin acıdır ve sen, niçin sa ianırsın? O dağ, o zaman şöyle karşılık verdi:- Ya Ruhulllah, şöyle bil ki, Musa Peygamber Aleyhi's-seiam zamanında bir yiğit gezerken birden buraya geldi ve bu ayeti okudu:"Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu o ateşten koruyunuz ki onun odunu insan ve taşlar olacaktır."(Kur'an LXVI-6)Sonra (dağ), bu ayet Tevrat, incil, Zebur ve Kuran'da var mıdır? dedi. O zaman Isa Aleyhi's-selam, incil, Tevrat, Zebur ve Kuran'da bu ayet vardır diye cevap verdi.O zaman, dağ: - Ya İsa, incil senin, Kur'an Muhammed Mustafa'nındır. Şimdi, Ya Ruhullah! Senin duan kabul görür, dua ette Calap Telaya beni bu titremekten kurtarsın, dedi. O zaman, Isa Aleyhi'sselam dua etti ve o saat içinde o dağ titremekten kurtuldu, acı suyuda tatlı oldu dua etti ve o saat içinde o dağ titremekten kurtuldu, acı suyu da tatlı "afdurO zarrraTr, crdağ şöyfe dedir- Ya Ruhullah! Benim İçimde bir pir vardır; ta Beni israil zamanından kalmıştır. O, Muhammed'i ümmetini görmeyi arzular. Fakat o yiğit;"Yakıtı insanlar ve taşlar olan ve kâfirler için hazırlanan ateşten kendinizi koruyun"Yukarıdaki ayeti okuyunca, bu pir o zamandan beri gece gündüz ağlardı. Bu acı su onun gözyaşıdır. Bu pirin gözyaşı başka bîr çok suya da karıştı, hepsini acı kıldı. Şimdi, Allah'a şükür, senin duan bereketiyle ağlaması son buldu ve acı sular da tatlı oldu.Isa Aleyhİs's-selam bu heybeti görünce İbrette kaldı. Dünyada, bir çanağı, bir asası ve bir iğnesi vardı; onları da ele bıraktı.Bundan dolayı, azizim! Bu, dünyalık biriktirenler türlü türlü azaplardan nasıl kurtarılacaklardır? Nitekim, Res'ul Hazreti Aleyhis's-selam buyurmuştur. "Bu dünya, bir derin denizdir, İnsanların çoğu onun içinde boğulmuşlardır,Zahidlerin ibadetleri; gece gündüz Tanrı'yı zikretmek, bismi'llahİ'rrahmanı'r-rahim'i her işte yad etmek, korku ve ümit içinde olmak ve arzulan dünyada ahiret için yararlı işler yapmaktadır. Halleri de iim-i ledün (gayb ilmi) ne ermektendir ve kendi bilgilerinden memnun kalmışlardır. Nerden gelip nereye gittiklerini bilmezler. Çünkü, bunlara hidayet kapısı açılmadı. Eriştikleri her mertebeye kendi gayretleri ile gelmişlerdir. Bunların bölüğü de hemen bukadardır.Üçüncü bölük, ariflerdir. Bunların aslı sudandır ve bunlar marifet taifesidir. Su, hem kendisi temizdir hem de temizleyicidir. Bu sebeple arif de hem temiz olmalı hemde temizleyici.Soru:K-sselâm ey Ifâd-î rah-; l/.udtı afKİ-i AliArifler katında her sözün üç yüzü önü ve bir arkası vardır. Mana ehli katında ise (her sözün) yetmiş iki ve bir ardı vardır. Ayrıklar, cahiller bilmediklerinden kelimenin ardını söylerlerde kendilerini ateşe atarlar. Fakat, arifler her kelimenin yüzünü söylerler de ateşten kurtulurlar.Şimdi, su lemizdir sonra, temiz su herhangi bir kaba girerse o kap suya döner su (gibi temizlenir). Aynı zamanda kendinden başka şey kalmaz (birikmez) ve rengi de belli olur. Pisliği dışarıda bırakır (mikrobu temizler).Ariflerin arılığı zahirdir; tekrar aslına, erer, birikir. Arifler katında şirk murdardır (pistir); onu içlerinde bırakmaz, dışarı atarlar. Kendilerini arıdırlar ve başkalarını da arıtırlar.Öyleye, şöyle bilmek gerekir kİ kendisini aratmayan başkalarını da arıtmaz (arıtamaz).Şeriat katında ve tene pislik bulaşsa, suyla yıkanınca temizlenir. Su, hem donu hem teni arıtır, cenabeti giderir ve abdest reva olur. Fakat, arifler katında suyla ne elbise ne ten temizlenir.ne de cenabet giderilip abdest reva olur. Çünkü, yıkayıcı arınmayıncı, yumakiık ile yıkanan şey arınmaz. Şimdi, insan gerek ki suya su gerek kî abdestte; abdest, gerek ki namaza; namaz gerek ki Çalap Ta'ala'ya yarasın. Nitekim,Hak Subhanehu ve Ta'ala buyurur:"Değme dil beni anlamaya, değme ten bana ibadet etmeye, değme ibadet benîm marifetimi bilmeye, yaramaz."Bundan dolayı, azizim! iyi düşünmek gerekir ki kişide yaramaz fiil olmasın. Kişi her~zaTTTaTT~ferniz olmalıdır. Insanrn arışız (pis katışıklı) olmasına sebep şeytan fiilinin olmasıdır.Eğer inanmazsan bir kaba içki koy ve ağzını kapat ve denize bırak. O kabın dışını on yıl yıka. Kabın içindeki içki önceki eski içkidir ve murdardır, (yine pistir)Bir başka mana (örnek) de şudur:Bİr kuyuya bir damla içki damlasa, o kuyunun suyunu bir kere boşaltsalar, dışarı dökseler, o suyun döküldüğü yerde ot bitse de o otu koyun yese; takva ehli kavlince o koyunun eti haramdır. Şunun içindir ki içkinin haramiığı ve murdarlığı şeytan fiilİndendir. Nitekim Hak Ta'ala buyurur:"içki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın işleri cümlesinden olan pisliklerdir; onlardan kaçının ki felaha eresiniz."(Kur'an V/90)

(ÇEVİRİŞ MİLCAN)
DEVAM EDECEK

SOKRATES'IN MUDAFASI II

SOKRATES'IN MUDAFASI



Eflatun



III. -Baştan başlıyarak, benim kötülenmeme yol açan ve Meletos'u bu davayı aleyhime açmaya cesaretlendiren suçlamanın ne olduğunu araştıralım. Bir defa, bana iftira edenler bakalım ne diyorlar. Beni dava ettiklerini farzederek bunların suçlamalarını şöyle kısaca bir toplıyacağım: "Sokrates kötü bir insandır: yer altında gök yüzünde olup bitenlere karışıyor, eğriyi doğru diye gösteriyor, bunları başkalarına da öğretiyor: Suçlamanın aşağı yukarı özü bu. Aristophanes'in komediasında gördüğünüz gibi: Sahnede Sokrates adlı bir adam dolaştırılıyor, havada gezdiğinden, benim hiç ama hiç anlamadığım şeylerden dem vurarak bîr sürü saçma sapan sözler söylüyor. Bunu, böyle bir bilgisi olanlar varsa onları küçültmek için söylemiyorum. Meletos'un bana açtığı bu davadan kurtulamryayırn ki, Atinalılar, gerçekte benim bunlar.üzerinde en küçük bir fikrim bile yoktur. Burada bulunanların çoğu bunun doğru uğuna şahittir, onlara hitabe ediyorum: Beni dinliyenler, içinizde bu meseleler hakkında şimdiye kadar tek söz söylediğimi bilen varsa buradakilere söylesin... Cevaplarını işitiyorsunuz. Suçlamanın bu kısmına verdikleri bu cevap karşısında, geri kalanın doğruluğu hakkında da bir hüküm verebilirsiniz.IV- Bunun gibi, benîm para ile ders vernıUKie oı'cYOyünfa air aoıaşan sözün ae nıç bir temeli yoktur, bu da ötekiler kadar asılsızdır. Doğrusu, bir kimsenin insanlara gerçekten bir şey öğrenmesi mümkün olsaydı, buna karşılık para alması bence o kimse için bir şeref olurdu. Leontinoi'li Gorgias gibi, Keos'lu Prodikos gibi, Elis'li Hippias gibi şehir şehir gezerek ders veren gençlerin kendi hemşerilerinden parasız ders almaları pekâlâ mümkün iken, onları bu hemşerilerinden ayırarak kendilerine çekecek kadar kandıran, dersleri için para almakla kalmayıp üstelik bu parayı lütfen kabul ettiklerinden dolayı bir de teşekkür ettiren kimseler var! Şimdİ Atina'da Paros'lu bir bilgin varmış. Bu adamı tanımam şöyle olmuştu: Bİr gün, bilgici ( sofist ) Serin uğruna dünya kadar para harcıyan Hipponikos oğlu Kallias'a rastlamıştım; bu zatın iki oğlu olduğunu biliyordum, onun için kendisine sordum: Kallias, dedim, iki oğlun olacağına iki tayın veya buzağın olsaydı, bunları, eline verecek birini bulmakta zorluk çekmezdik; onları kendi tabiatlarının mümkün kıldığı ölçüde yetiştirecek ve olgunlaştıracak bir seyis veya bir çiftçi tutardık; mademki birer insandırlar, onları kimin eline vereceğini bı iyor musun? Onları bir insan ve bir yurttaş olarak yetiştirecek biri var mıdır? Her halde, senin oğulların olduğuna göre, bu meseleyi düşünmüşsündür? Ne dersin, böyle bir kimse var mı? Kallias bana evet vardır, dedi. Öyleyse kim? Nere i? Derslerini kaça veriyor? Diye sorunca, Paroslu Evenos, dersine beş mina alıyor, cevabını verdi. O zaman kendi kendime düşündüm ve dedim ki: Evenos gerçekten böyle bir bilgin ise, bu bilgisini bu kadar ucuza öğretiyorsa, doğrusu bahtiyarmış. Bende cTe^lSoyle bir bngı olsaydı, gerçekten bende gurur ve sevinç duyardım; fakat Atinalılar, doğrusu benim böyle bir bilgim yoktur. V- Belki içinizden biri bütün bunlara karşı diyecek ki: Sokrates, bunların hepsi güzel ama uğradığın bu suçlamalar nereden çıkıyor? Her halde alışılanın dışında bir şey yapmış olacaksın ki, aleyhine bu gibi suçlamalar var. Sen de herkes gibi olaydın bütün bu dedikodular çıkmazdı; o halde, hakkında acele bir hüküm vermemizi istemiyorsan bize bunların sebebini anlat... Bu itirazın haklı ve yerinde olduğunu kabul ederim; onun için ben de size bu kötü şöhretimin nereden çıktığını anlatacağım. Lütfen dikkatle dinleyiniz. Bazılarınız belki şaka ediyorum sanır; arna inanın ki, tamamiyle doğru söyliyorum. Atinalılar, bu şöhret bende bulunan bîr nevi bilgiden, sadece ondan, çıkmıştır. Bunun ne biçim bir bilgi olduğunu sorarsanız derim ki bu, herkesin elde edebileceği bir bilgidir; ben de ancak bu manada bilgim olduğunu sanıyorum. Hâlbuki sözünü ettiğim kimselerin bende olmadığı İçin size anlatamıya-cağım İnsanüstü bir bilgileri var. Benim böyfe~bir bilgim olduğunu sayfiyen yafan söyler/ bana İftira eder. Atinalılar, size belki mübalağa ediyorum gibi gelecek, fakat sözümü kesmemenizi dilerim. Çünkü size şimdi söylîyeceğim sözler benim sözlerim değildir. Size güvenilir bir şahit göstereceğim. Benim bir bilgim varsa, bunun nasıl bir bİlİ olduğunu Delphoi Tanrısından dileyin. Khairephon'u tanırsınız; çok eski bir arkadaşımdı; sizin de dostunuzdu, geçen sürgünde o da sizinle birlikteydi, dönerken de birlikte gelmiştiniz. Khairephon'un huyunu bilirsiniz; kafasına koyduğu şeyi muhakkak yapardı. Bir gün Delphoi'ye git-mİş, - lütfen sözümü kesmeyiniz - benden daha bilgin bir kimse olup olmadığını Tanrıya Çekinmeden sormuş; Pytho'lu tanrı sözcüsü de benden daha bilgin bir adam olmadığını söylemiş. Khairephon bugün sağ değil, ama kardeşi burada mahkemededir, söylediklerimin doğruluğunu tasdik edebilir.



(ÇEVİRİ: MİLCAN)

DEVAM EDECEK

Sayı:7 Ocak 2005 Merhaba

.
Merhaba

Yeni bir yıla girdik. 2005'in tüm insanlık için mutlu geçmesini dileğim ama bu zorun zoru. Mevcut şartlarda var olan İnsan kimliği hayatı paçavraya çevirmiş vaziyette. Kıyamet sonrası yaşanıyor
Anadolu-coğrafyası keder, deri ve aşağılanmayı hak etmiyor. Gavurdan medet uman bizmiyiz inanmak bile istemiyorum. Kopenhang kriterlerine mahkum edilmemeli bunun üst çıtasını kendi kültür ve uygarlığımızdan koyabilmeliydik. Bu duruma bizleri kim düşürdü?
Nerede insan?
Çaput çürüğü adamlar ne kadar çoğalmış, ilkeli olmalı ve bunun kültür ve medeniyet perspektifi oluşturulmalı bu yapılmazsa zulüm daha da ağırlaşır. Özgürlük sayhası yalçın kayalıklarda çınlayınca yüreklerde kıpır kıpır cemreler hareket etmeli. Yapacak İşimiz çok göreve talip olan erenler işte Milcan dergahı.
iki önemli ilkemiz var; Adalet, İhsan.
Yeryüzündeki pas silinecek insan olmanın burçlarında adalet ve ihsanın sancağı dalgalanacak.
Çağrım her an yeni gönüllere ulaşacak ve esenlik muştulan Kızıl Elma'yı kaplayacak, insan, hak ve görev tanımlarını çağdışı buluyorum, mevcut referansların değişimi gerek ama bu hiçbir zaman Avrupa'nın ölçütleri olmamalı.
Adalet ve İhsanı öneriyorum.
Biri mülkün temeli diğeri varoluşun. Kendine güveni tam, emeği yücelten dostlar elbet ortak düşümüz gerçekleşecek.
Milcan'da mevsim kış. Maraş sokakları tenha, deli poyrazın her gün başka bir şarkısı çınlar kuytularda, hüzün hiç yanımızdan ayrılmayan yoldaşımız. Çaya selam, tütüne devam, dostlara da kelam.

Alî BÜYÜKÇAPAR

UPANİŞAD - I

SVETASVATARA UPANİŞAD

Bu geniş evren, bir çarktır. Üzerindeki bütün yaratıklar doğum, ölüm ve yeniden doğuş neticelerine hedeftirler. Bu çark daima döner ve hiçbir zaman durmaz. Bu çark, Tanrı'nın çarkıdır. Kişi, onun Tanrı'dan ayrı bir varlık olduğunu düşündüğü müddetçe, doğum, ölüm ve yeniden doğuş kanunlarına tabi olan bu çark üzerinde dönüp durur. Fakat Tanrı'nın lütfü ile, bu çarkın Tanrı ile aynı varlık olduğunu idrak eden kişi, artık bu çarkın üzerinde dönmez. Ölümsüzlüğe ulaşır.

ULU KAPI SIRLI YOL - I


ULU KAPI SIRLI YOL

Bahar -Yaz
-Hüzün Günlerî-


Yürek dile gelir usulca kelimeler hazır
Harlı bir ateş sınanmamak olmaz.
Hüzün insana yakışan yoldaş
Önceden başlar Kenan'a ulaşır
Zaman sırlı ayna kendini orada görmek
yakışırsa da
Ansızın kınalı bir el siler onu usulca

Nasıl başlamalı dersem bu uzun efsane
Bilenler sessiz bilmeyenler şaşkın
Rahmet olsun esenlikle barışık
Bahar çiçekler gibi kardelen
Avazı tutsun alemleri ebabillerin
Kırlangıç kanadında kara yazgılar
Kuytulara gizlensin

Özlemin o diyorlar kulağıma
Yanık mektuplar küllerinden dirilir anka
Şeyh Galip pirim
Mumdan kayıklarla geçer ateş ummanını
Kalır geriye nurun aydınlığı

Kara perçemlerinde gün batmayan yar
Düşler ülkesinin maral'ı hayra yor
Ruhum zerre zerre dağılmış
Gulyabaniler tutmuş sokak başlarını
Dolunay üstünde çınar ağaçlarının
Kent garip yollar dolambaçlı
Kalede O'nun kulları

Alem piramid gözüm onun ışığı
Yer aç nilüferlerime ey mavi göl
Ne varlık sıkleti ne de yokluk hafakanı

Neşeyle doğan güneş mi
O'na bakıp usulca annesinin kucağına
Yok yok rahmetine

Eski kitap kapağında şu söz
Temiz olanlar sürebilir el

Binlerce yıllık sayfalar
Uçarcasına yıldızlar saçan adam
Kim ne bilsin ne anlatsın
Eleğimsağmalar salınsın göklere
Mavilikler ezilsin bulutlarla

Varlık O'nun umudu diriltir geceyi
Kara göklere saçılmış yıldızlar
Bak sonsuzluklara zamanı tanı bilmeden
Kayan yıldızlara hükmeden kim

Olmazsa kızıl çiçeği nar'ın
Bitmez gece
Yeşil yapraklarda kıyamet güneşi
Kök tutmuş toprağı
Essin deli poyrazlar başlasın sağnak

Yosun yeşilliğinde bin düş
Aynaları güneşe tutar çocuk
Gece yaklaşır sessiz soluksuz
Dünya yalanmış bunu anlamak
Yıldızları bileğinden tutmakmış

Tepelerde sevgilinin siyah şalı
Masalları söyler bir Ece
Toprakta ay yüzlü Belkıs

Dolunaylı gece denizlerin sesi uzaklarda
Çöllere vuran güneş
Marallarda bir telaş

Şahid olsun Deli Höbek doğan yıldıza
Şimşek dağlamış kayının gövdesini
Karıncaların duası rızık endişeli
Poyraz savurur kayaların yalnızlığını

Yol bulmalı yıldızlara
Işık daha ışık dolmalı Nirvana'ya
Elini uzatırsa Mesih
Korkarım kıyamet hemen yanı başında
insan şekil öz de O'nun sızısı
Sırlı yüzler
Dudaklar mühürlü

Belki sonbahar gecesi
Yaklaşır usulca evlere masallar
O'nun emaneti verilir sırası gelene

Dört mevsim aramızda dolaşır
Günden geceye seherden akşama
Dağlara bakar bir Şaman
Korku ümit bozlaklar dilinde dolaşır

Sabah şarkısı hazır dillerde
Göz de mahmurluk yürek çöl
Güneşi getirir dost melekler
Çevreye saçılmış dağlar vahalar
Kiraz ağaçları boz bulanık ırmaklar
Balıklar dönüş telaşında
Kaynakta hayat

Uzayıp kısalıyor gölgeler
Aynalar ülkesinin yolları dolambaçlı
Bir çocuk elinde taş
Kırarsa hakikati eyvah ki eyvah

Nasıl başlamalı bu şarkı
Hoyrat namelerde sızı göz yaşı
Söz olmalı yürek dağlanmalı
Bin baharı bin güneşle
Bu pazarda bir pula satmalı

Oyun başlıyor
Perde dedi bir ses
Midye kabuklarında telaş
Mihrapta kaygılı söz
Sıralarda umut çağrılın kim
Sahne hazır yavaşça aralanıyor hakikat
Aşk vuruyor gönüllere
Dil de O'nun adı vira bismillah.

ADEM
ilk harf onun adı sanki kapının eşiği
Varlığından kendi habersiz
Çalabın nazarı düşmüş balçık'a
Su hüzün toprak elem ruh cevalan
Adem olup bitenin farkında değil
Bir köşede dört mevsim
Gulyabaniler bakıp bakıp gülüyor

Merhametin sağnağı başlar başlamaz
Adem de bir telaş bir telaş
Her varlık O'nun dilinde
Kelimeler büyülü o O'nun meftunu

Önce ellerine baktı yüreği şuracıkta
Pır pır atan narin kelebek
Yüzünü gördü Çalabın esmasında
Secde de dile geldi

Ne ana ne de baba sevgisi
Adem de ilklerin sancısı

Her kelime belirince aklında
Denizin dibinde kendine yer bulmakta
Bildim her varlığı derken
Nar ağacığının gölgesinde uyuya kaldı

Düşler ülkesinde çağlarken ırmaklar
Koştu Adem kayalardan geçti bulutlara ağdı
Yarlara saldı kendini
Baldan ırmaklar sütten çayları tattı
Kelebeklerin kanatlarındaki göze bakıp
Renklerin cümbüşüne daldı



Mevsim o vakit bahardı
Umut fısıltıyla dolaşıp muştular dağıtırdı
Çiçeklerde meyve telaşı
Yapraklar yeşil hoyratlığında
Esen yelde hayat neşesi

Alem baharı böyle tanımaya başlarken
Güneş biraz daha yaktı
Önce çiçekler ardından da gölgeler
Bir el değiştiriyordu dünyaları

Sıcak su derinlere kaçma telaşında
Kuruyan dalları sara dursun güneş
Işık kavurmakta alemi

Gözler baygın umutlar savruk
Kayalara saplanıp kalan güneşi
Adem nasıl çıkaracak

Üzüm erik derken incir ve nar
Meyvelendi bağlar her tat da ayrı zevk
Çift çift her mahluk Adem kimsesiz
Dolaşırken bunu anladı

Sıktı onu elleri bilginin
Irmakların şarkısında vardı yalnızlık


Güz geldi yaz bitince
Söğüt dalları kurudu havuzların suyu çekildi
Kırlangıçlar çoktan döndü
Derken havada ilk kar belirdi

Adem şimdi beyaz
Karda Adem'in ayak izi
Ateş daha sıcak
Rüyalar gerçeklerin içinde fırtınalar dalları
kırmakta
Akşamdan sabaha karanlık
Güneşle başlıyor aydınlık
Küçük gülümseyen yüzüyle güneş
Bulutlar sarmaş dolaş

Mevsimler erdi yine bahara
Adem gördü cemreyi göklerde
Su toprak dirildi onunla
Açtı gönlünü kendi cemresine

Mana çetin bilmece zor iş sorular ağır
Düşmemek mümkün değil
Varlık emanet vücut narin hoyrat
Doğan her günde sır
Ne olup bittiğini gel de bir de Adem'e sor

Zaman öncesinin öncesi belki de kıyamet
Adem bilge güvelerden haberli
Tabloda O kendine secde edenler

Çoğalırken her varlık geçiyor asırlar
Her şey aynı gibi ama değişen bulutlar

Yalnızlığın ormanında dolaşırken Adem
Birden O'nu gördü
Varlığının tamamlayıcısı
Irmakların yatağı
Nilüferlerin toprağı
Papatya sarısı
Ve
Nar çiçeği

Buluştu iki can
Eridi karlar toprakta yediverenler
Adem buldu Havva'yı
Ayna da şekil ve mühür

ALİ BÜYÜKÇAPAR

KİTAP TANITIMI


KİTAP

"Batıyı Büyüleyen İslam"

Kitabı îki özelliğinden dolayı okuyabilirsiniz. Birincisi bu kitap bir Cemil Meriç çevirisi, ikincisi kitabın adı "Batıyı Büyüleyen İslam". Arada ne tür ilişki olduğunu arif olanlar bilir ama biz sözümüzü yinede söyleyelim. Meselemiz bir medeniyet düşünü yeniden canlandırıp onu yaşadığımız hayatın merkezine getirebilmektedir.
Batıyı Büyüleyen İslam kitabı iki bölüm ve iki ekten oluşuyor. Batının İslam doğu ile ilgili görüşleri, Avrupa'da Arap ve İslam araştırmaları, eklere gelince, İslam da siyaset ve savaş, Richard Simon ve doğmalardan sıyrılış. Cemil Meriç kitaba yazdığı girişte Türk okurunun profilini çıkarıyor. Farklı bir kitapla karşılaştığımı? uyarısı var aman ha dikkatli olun deniyor sık sık.
" İslamiyet, insan soyunun gelişmesine büyük katkılarda bulunmuş... İslamiyet yalnız dîn olarak değil medeniyet olarak da ele alınıyor. Nitekim kitabımızda İslam ilahiyatı, felsefesi, mistisizmi, dini kanunları, esas teşkilat nazarîyesi'ne ilaveten başka konularda işlenmektedir ve bu bölümler eserin en geniş kısmıdır, İslam'ın siyasi, İktisadı, kültürel tarihi, İslam da güzel sanat ve mimarlık, İslam da tıp, İlim ve musiki gibi". (Sh.l 0)
Kitabın İslam’da siyaset ve savaş bölümü üzerinde durulmalı bu bölüm sıkça okunmalı kî keşmekeş son bulsun, düşünceler apaçık olsun.

Yusuf PAZARLI

BULUŞ


BULUŞ (7)

Yeni olanı bulmak nedir? Söyleyişe dünden farklı boyut getirebilmek her edebiyatçının arzusu ama bu zorun zorudur. Çevremizi kuşatan olgular değişmezken başkalarını farklı olana davet edebilmek has sanatçının işi.

Söz söyleyen kim olursa o!sun kulaklara işittiği kadar konu ettiği obje öne çıkar. Dört mevsim yedi kıta dönüp dolaşan aradığı nesneyi daha sonra kendi yüreğinde bulduğunu söyleyene ne diyebiliriz?

Buluş edebiyatta keşif demektir. Amerika kıtasının keşif edildiği anda orayı bulmanın manası kim tarafından hakkınca anlaşıldı acaba? İhtiyaçların buluşları kolaylaştırdığı ortada. Bireysel ve toplumsal zaruretlerin sanatçı yapısında devinimlere yol açtığını görüyor bunun buluşları çerçeveleyen gizi araladığını düşünüyorum. Duygusal zeka seviyesi alt eşikte bulunanlara selam olsun. Nerede Michalengo'nun izlerini üzerinde taşıyan emanetçiler?

Şiirimiz kent dokusuna uyum sağlıyor. Kırsal kesimlerde koyun çobanlığı yapanların medeniyetin getirdiği yeniliklere hiçbir katılımı olamaz! Köylülük Anadolu halkının gri tarafı bu iğreti elbiseden soyunmadan edebiyatımıza yenilikler gelmeyecektir.
Sanatın onlarca dalında buluşlara ihtiyacımız var. Kendi toplumsal ihtiyaç ve ülkülerimizden beslenen sanatçı dünya ve varoluş sızılarını şiirle, dansla, notayla, heykel, sinema ve tiyatro ile göstermeli.
Modern fizik ve yüksek matematik bilmeyen sözüm ona şairler siz gidin çocuk tekerlemeleriyle uğraşın. Newton fiziğini terk eden dünya Kuantum teorisinin sanata kapı aralamadıktan sonra çıkmazlara mahkum olacaktır.
Entelektüelin coğrafyadan mimariye sosyolojiden ekonomiye bilim dallarında olup bitenleri takip edip bu alanların akıl tortularını sanat potasında eritmedikten sonra ne yapacak acaba?
Buluşlar fen bilimlerinde ve teoremler de öyleyse yeni dünyalar önümüzde demektir.

Milcan

MAKÂLÂT - 1

HOROSANLI HACI BEKTAŞ’IN MAKÂLÂT KİTABI

(Pir Hacı Bektaş-i Veli)
Esselam ey Hâd-ı râh-i Hudâ nesl-i Ali
Esselam ey Kutb-i âlem Hacı Bektaş-i Veli

Kaddesallahu sirrehu'l-'aziz
Bismillahi'rrahmani'rahim

Tanrı Tebareke ve Ta'ala Hazretlerine sonsuz şükür minnet ve senalar olsun ki biz zayıf, çaresiz kulları, yoktan var eyledi ve bizlere iman ve İslam'ı nasip etti. Bütün yaratılmışların rızıklarını tespit ve taksim kıldı.
Selam ve selavat O peygamberler serverine, resuller ulusuna ve enbiya ve evliyaların büyüğüne olsun ki bütün alemi O'nun dostluğu için yarattı.
O'nun sahabelerine ve ehl-i beytine de selam olsun ki "Onlar" tam pişip olgunlaşmış, temiz, mübarek zatlardır; (Tanrı) hepsini tam selamete erdirsin.
O alem Padişahı yüce Tanrı Ta'ala bütün İslam ehlinin o itibarlı ruhlarını ahîrette merhum ve mağfur kıldı.
O Resulullah Hazretlerine ve O'nun sahabelerine de selam ve salat olduktan sonra:
O esrar sözlü, tatlı ve hoş dilli, güler yüzlü, Makalat sahibi, şeriat suyu, terbiye ve bilgi dolu,hakikat hazinesi, tarikat ehlinin makamı, şerait kavminin müftüsü, ilimler hazinesinin maliki, o bilinen kutup Horasanlı Sultan Hacı Bektaş kaddesa'llahu sırrahu'l-aziz (Allah aziz sırrını kutsal kılsın.
O dinin ışığı iman nurunun yağı , hakikat aleminin bağı ve erenler durağı; şöyle der:
BİRİNCİ BÖLÜM
Hak Subhanehu ve Ta'ala Adem'i dört türlü nesneden yarattı, dört bölüğe ayırdı. Dört bölüğün de dört türlü ibadetleri, dört türlü arzuları ve dört türlü halleri vardır.
Bundan böyle, insanın yaratıldığı bu dört türlü nesnenin ilki toprak, İkincisi su, üçüncüsü ateş ve dördüncüsü yeldir.
Yarattığı dört bölük İnsana gelince:
Birinci bölük, abidlerdir; bunlar şeriat kavmidir ve asılları yeldendir. Yel (Hava),
hem şifa verici hem de kuvvettir; bu sebeple bunlarda gece gündüz Hakkın ibadetinden ayrılmazlar. Yel esmeyince ekinler samanından ayrılmaz, bütün alem kokudan helak olurdu. Öyle ki bu dünyada ne varsa; helal, haram, temiz ve pis hepsi şeriat ile malûm olur. Çünkü şeriat kapısı ulu kapıdır. Nitekim Çalap Celle Celalühu her çeşit nesnenin varlığını Kuran içinde yaddetti:
"Yaş veya kuru her şey apaçık bu kitap içindedir."
(Kuran Vl/59)
Öyleyse, aziz kardeşim: Çalap Ta'alanın buyurduğunu gayret gösterip tutmak ve sakının dediğinden sakınmak gerek. Bunun içinde insan olarak kendilerini tez ulu bileler ve Hak Ta'ala, bu gibi insanların amel ve hallerinin nasıl olduğunu Ma'rifet gelip canı diri kıldığı yerde (mahşer) hatırlarız.
Abidlerin ibadetleri: Namaz kılmak, oruç" tutmak, "zekat vermek, hacca gitmek, seferberlik olunca gaza eylemek, cenabedden gusül ederek temizlenmek ve nefse ait arzuları istemeyip, dünyayı terk ederek ahireti sevmektir.
Bunlar avam (halk) taifesidir ve işigücü birbirlerini incitmektir, kibir, haset, buğuz, cimrilik ve düşmanlık bunlarda her zaman görülür. Bunların taifesi hemen hemen bu kadardır.
İkinci bölük, zahitlerdir. Bunların aslı ateştendir ve bunlar tarikat taifesidir. Bu sebeple gece gündüz yanmaları, kendilerini yakmaları lazımdır. Her kim, bu dünyada kendisini yarın ahirette türlü azaplardan kurtulacaktır. Şunu iyi bilin ki bir kez yanan başka yanmaz:
"(Kur'an'a nazire yazmayı) eğer yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız- o ateşten sakının kî onun odunu insan ve taşlardır."
(Kur'an II/24)

ÇEVİRİ: MİLCAN

SOKRATES’İN MÜDAFASI - I


SOKRATES’İN MÜDAFASI

Eflatun

l . - Atinalılar!
Benî suçlayanların üzerinizdeki tesirini bilemiyorum; fakat sözleri o kadar kandırıcı idi ki, ben kendi hesabıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum.
Böyle olmakla beraber, inanın ki doğru tek söz bile söylememişlerdir. Ancak, uydurdukları bir çok yalanlar arasında, beni usta bir hatip diye göstererek sözlerimin belagatine kanmamak için sizi uyanık bulunmağa davet etmelerine çok şaştım. Ağzımı açar açmaz hiç de güzel söyleyen bir adam olmadığım meydana çıkacak, yalancılıkları elbette anlaşılacak olduğu halde, bunu söylemek için insan doğrusu çok utanmaz olmalı. Eğer onlar her doğru söyleyen adama hatip diyorlarsa, diyeceğim yok. Bunu demek istiyorlarsa ben hatip olduğumu kabul ederim; ama onların anladığından bam başka manada. Her halde, demin de dediğim gibi, söylediklerimde doğru bir taraf hemen hemen yoktur; ben ise size bütün hakikati söyleyeceğim. Fakat, Atinalılar, ben onlar gibi baştan başa parlak ve gösterişli sözlerle bezenmiş hazır bir nutuk söyleyecek değilim; Tanrı korusun. Hayır, şu anda iyi kötü dilim döndüğü kadar söyleyeceğim; çünkü bütün diyeceklerimin doğru olduğuna inanıyorum.

İçinizde kimse benim doğrudan başka bir şey söyleyeceğimi sanmasın. Toy delikanlılarımız gibi huzurunuzda bir takım süslü cümlelerle konuşmak benim yaşımdaki bir adama yakışmaz.

Sizden yalnız şunu dileyeceğim: Kendimi müdafaa ederken öteden beri. alışık olduğum gibi konuştuğumu, agorada, sarraf tezgahlarında, o gibi yerlerde nasıl konuşursam burada da öyle konuştuğumu görürseniz şaşmayınız, o yüzden de sözümü kesmeyiniz. Çünkü ben yetmişimi aştığım halde ilk defa olarak hakim huzurunda bulunuyorum; bu yerin diline bütün bütüne yabancıyım. Bunun için, bir yabancının ana dili ile, kendi yurdunun adetlerine göre konuşmasını nasıl tabii karşılarsanız beni de tıpkı bir yabancı sayarak alışık olduğum gibi konuşmama müsaade ediniz. Bu dileğimi yersiz bulmayacağınızı umarım. Söyleyiş iyi veya kötü olmuş, bundan ne çıkar? Siz yalnız benim doğru söyleyip söylemediğime bakınız, asıl buna önem veriniz. Zaten hakimin asıl meziyeti buradadır: nasıl ki hatibinki de doğruyu söylemektir.
II- Atinalılar! Önce bana çevrilmiş olan daha eski suçlamalara ve beni çok daha eskiden beri suçlayanlara cevap vermek isterim, bundan sonra yenilerine cevap vereceğim. Çünkü Atinalılar, yıllardan beri haksız yere beni size karşı suçlayıp duran bir çok kimseler olmuştur; Anytos ile arkadaşları benim için daha az tehlikeli olmamakla beraber, ben bunlardan daha çok korkarım. Evet, hakimlerim, bunlar daha tehlikelidirler; çünkü bunlar bir çoğumuzu ta çocukluğunuzdan beri yalanlarla kandırarak güya göklerde olup bitenlerle uğraşan, yerin altında neler geçtiğini araştıran, yanlışı doğru gibi göstermeyi beceren, Sokrates adlı bir bilgin olduğuna sizi inandırmışlardır. Beni suçlayanlar içine en çok korktuklarım işte bu masalı yayanlardır; çünkü bunları dinleyenler, bu gibi meselelerle uğraşanlar tanrılara inanmaz, sanıyorlar. İnanınız bu adamlar çoktur; eskiden beri beni bununla suçluyorlar. Üstelik bunları, çocukluğunuz da olsun, gençliğiniz de olsun, daha çok tesir altında kalabileceğiniz çağlarda iken, kulaklarınıza doldurmuşlardır. Hem bu suçlamalar, karşılarında kendilerine cevap verecek kimse yokken, benim arkamdan oluyordu. Bir komedia yazarına bir yana bırakırsak, ötekilerinin ne adını biliyorum, nede size söyleyecek durumdayım, işin en korkunç tarafı işte bu. Kıskançlıkları, kötülükleri yüzünden, bazen ilkin kendilerine bile inandırmaya kadar vararak, sizi bütün bu suçlamaları inandıran bu adamlar, uğraşılması en güç olanlardır, çünkü bunları ne buraya getirmek nede söylediklerini çürütmek mümkündür... Bu yüzden kendimi müdafaa ederken sadece gölgelerle çarpışmak, karşımda cevap verecek biri olmadan iddialarının yanlışlığını göstermek zorunda kalıyorum. O halde, deminde dediğim gibi, düş manlarımın iki çeşit olduğunu görüyorsunuz: bir beni şimdi suçlayanlar, bir de eskiden suçlamış olanlar. Umarım ki, ilkin ikincilere cevap vermeme sizde yerinde bulursunuz; çünkü bunları hem ötekilerden daha önce, hem de daha sık duymuşsunuzdur.
O halde, Atinalılar artık müdafaama başlayabilirim. Yıllardan beri kafanızda kökleşmiş olan bir suçlamayı kısa bir zamanda söküp atmaya çalışmayalım. Eğer hakkımda ve hakkınızda hayırlı ise bunu başarmayı ve kendimi temize çıkarmayı temenni ederim. Ama bunun kolay bir iş olmadığını da iyice biliyorum. Her ne ise, bunu Tanrının buyruğuna bırakalım bana düşen vazife, kanunun emrine göre kendimi müdafaa etmektir.

ÇEVİRİ:MİLCAN