Merhaba

MERHABA

Eylül’ü ne kadar ihmal ettik. Ramazan’dı Oruç’tu bayram’dı dedik ah Eylül bu mevsim senin hakkın veremedik, af dilerim senden ey gizemli ay.
Ekim’le sizleri selamlıyorum.
Maraş’ta havalar soğudu sıcaklık 20 santigratta. Gök yüzünde öbek, öbek beyaz bulutlar ara sıra geçip giden göçmen kuşlarının avazların duyuyorum çevremdeki insanlara o sesleri soruyorum “ Hangi sesler” diye bana cevap veriyorlar.
Ah ki Ah
“Zahid o mehveş bir nurdur kim
Büttür demezsin iman edersin
Madam uçarsın gözlerde amma
Ruyun perives pinhan edersin
Tabl-ı tehiden gümdür su hanler
Bi-hude galip Efkan edersin”
Yolumuzun piri Şeyh Galip olmasaydı ne yapardım! Demokrasinin karşılığı için hangi bedelleri vereceğiz.
Türklük sevdamızın karşılığı ülkü değerimizdir.
Gök gözlü bozkurtların sayhalarında karlıtanrı dağlarından Kızıl Elma’ya ulaşacağız. Roma’nın putperes meydanlarında tevhit sedalarıyla üç hilali dalgalandırıp Kürşatların, Blade’lerin ruhlarını şad eyleyeceğiz.
Ötüken diyarının meltemleri dünyanın dört bir yanına yayılacak bunda Maraş türkülerinin ülküleri yüreklerde muştu olacaktır.
Zülfikar elimizden Haydarın duası dilimizden üç hilalin gölgesi üstümüzden eksik olmasın Çalabım.
Yolunuz çılgın cehennemlerden geçsin dostlarım!

Nefes

NEFES

İmam Ali’dir can içinde
Şah Hüseyin’im onun yolunda
Hasan Zeynel Abidin’le
Bakır salar aleme avazı

Caferi Sadık tuta alemi
Musa Kazımın al sancağı
İmam Rıza Hak’kın nefesi
Taki oldu pirin otağı

İmam Nakiye can feda
Askeriye göründü hüda
Gelecek Mehti bu çağa
Hidayetle olur sefa

Kara donlu Beytullah’a
Aşkı dokur sırrı hüda
Kalem divit okka yaza
Ehli beyt oldu ehli aba

Muhammet akşam güneşi
Sırlarla açıldı gök kapısı
Şah Ali onun divanesi
Medet pirlerin ankası.

Ejder Polat

SERKAN TARİFÇİ



SERKAN TARİFÇİ

Güzel bir insan. Işıltılarıyla ufuklar ötesini saran gözlerini gördüm. Delişmen arzularına gem vuran duygularının gök kuşaklarından Mavera’ya yol bulan ezel ebet sevdalısı.
Hz. Mevlana’nın diliyle şöyle demişti yıllar önce Maraş’ta: “ Kusuruma bakmayın benim, dostlar, bağışlayın beni. Ben davullara, bayraklara aldırmayan bir padişahın yoluna düşmüşüm. Deli divane olmuşum. Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben, çok uzaklardan geçen bir hayal gibi. Ama yokta sayılmam hani, var olan bir şeyim ben.”
Aslen Konyalı. Muhacir pazarına yakın bir yerde mukim dedesi. Tarifçi soy adının onlarla bir ilgisi var.
Ailesini Havzandan tanıdım.
Battı çıktının hemen ötesinde meram yeni yoldaki evlerinde misafir oldum kahvelerini içtim.
Serkan Tarifçi.
İstanbul sevdasında yaşama ülküsünü Polatlarından bir dost. Konya’dan İstanbul’a varıp o kentin büyüsünde kendini bulan bunun içinde gayretler gösteren Fatih.
İstanbul’da “Fizik” okudu.
Kütle ile ağırlık arasındaki nüansı bilir. Üçgenin iç açılılarının derecelerinden haberdar, suyun kaldırma gücüne aşina, ateşin kavurucuculuğuna hayran, E = m.c2’nin sırlarına vakıf.
Maraş’a geldi.
Mercimek tepede bulunan Kahramankent kolejini ilk öğretmenlerinden. Fizik okuttu orada, Maraş’ı yaşamanın Fizik bilgisini öğretmekten daha çok önemli olduğunu anladığında dostluk eşiğimizde hazır ve nazır idi.
O gün Serkan’a şunları dedim:
“Bu ne güzel koku böyle
Bu ne güzel koku
Gül bahçesinden yoksa gelen omu?
Bu ne güzel koku böyle
Bu ne güzel koku.
O pazardan tezcicik yoksa o mu geliyor
Yoksa güzelimiz gerimi geliyor ne?
Bu nasıl yüz böyle
Bu nasıl ışık
Bu nasıl ay beyle, bu nasıl güneş
Mağaradan mı çıktı, dağdan mı iniyor
O yalnızlığın, o dost?
Boş yere arama şarap testisini sen
Koklama onun ibriğini sen boş yere
Şu meyhaneciden mi geliyor sandım onu
Dostum, onu sen kendin girip belleme
Yolda o yapa yalnızsa ne olur
Başında sarık yoksa ne çıkar
Ne bundan güneşe leke olur
Ne ayın gösterişine zarar olur
Bu gece uyuma dostum, uyuma
Bir kolayına getir onu bul
Sarhoşlar meclisine hep böyle
Geceleyin gelir o
Bu gece uyuma dostum, uyuma
Biz duvarda asılı duran resimleriz
Bizi yapan ressamın varlık şavkı
Duvarın üzerine bir vurdu mu
Bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldamışız
Onun Selvi boyu bir göründü mü
Bakarsın dünya güllük gülistanlık.
Kalktı bir salındı, kendini bir gösterdi mi
Bakarsın kıymet koptu gitti
Bakarsın calınus gibi
Hastalar ülkesindedir o
Bakarsın hayret yurdunda
Dolaşır hastalar gibi
Sustum artık ben,
Sustum artık.
Böyle başladı arkadaşlık, geldi Maraş’ı dolaştık, dilimizde İstanbul oldu, Acemlide yürüdük Laleli dedik, Yahudi mahallesinde adımladık, Vezneciler dedik, çocukbahçesine vardık Sultan Ahmet dedik dahası Serkan’la hep İstanbul konuştuk İstanbul masalına dalıp esenliklere gark olduk.
O Maraş’ı sevdi, Ahır Dağına baktı, Musa gibi Turu Sina da ki ilhamlara nazar etti, çayını yudumladı ve derken İstanbul onu tekrar çağırdı.
Maraş’tan ayrılırken beraberliğimizin sırrını sordu O’na şunları dedim: “Kaplana silahsız saldıranı, nehri kayıksız geçmeye çalışanı ve ölmekten yana hiçbir endişe duymayanı yanıma almam. Benimle beraber gelecek kişi, sorumluluğu anlayan ve hazırladığı planları seve seve yerine getirebilen kişidir.”
Yirmi yıl geride kaldı.
Nice insan suretinde yaşayanlarla birlikte yürüdüm yüzlerine baktığımda hiçlik gördüm. Benim görmek istediğim kişiler kutsal insanlar değildir. Görmek istediklerim büyük ve üstün insanlardır. İşte istediğim budur. İyi insanlar, benim görmek istediğim kişiler değildir. ilgi duyduğum kişiler ölümsüzlüğü kazanmış insanlardır! İşte istediğim budur.
Serkan’ bunları gördüm.
Günler geçtikçe Serkan neleri kazandığını anladım, aylar ilerledikçe neyi kazandığını unutmadı ve öğrenmeyi gerçekten sevdi. Ecnebiler onun bu yaptıklarına Felsefe diyorlardı.
Büyük ve üstün insan her zaman memnun ve rahattır. Küçük insan ise her zaman üzüntü ve telaş içindedir.
Serkan’ın hayatında var olan temalar şunlardır: Dürüstlük, gerçeklik, hakikat, iyilik, güzellik, bütünlük, birleşim, bütünleşme ikilemi aşma, canlılık, teklik, mükemmellik, tamlık, adalet düzeni, simetri, ritim, sadelik, zenginlik, kolaylık, evecenlik, kaygı, neşe, kendine yeterlik, seyahat buldukça derinleşme arzusu, gark olma, ütopya, fısıltılar, dağ doruk özlemi.
Bu mücevher işlenecek ortaya hakikatin bin bir yüzünden en güzeli çıkacak!


Ali Büyükçapar

İSTANBUL’UM

İSTANBUL’UM
‘O ŞEHRE’

Kaç sevdanın yorgunuyum
Öpüp ellerini hoyrat zamanın
Beklemek yedeğimde
Bilmiyorum bir gün
Omuzlarıma değecek İstanbul’un

Martılar asınca duvarı
Konunca omuzuma o sis o duman
Yargılayınca o parmak izimi
Hiç görmediğim
Hiç öpmediğim şelale

Nergizler toplar ki ellerim
Elimde değilsin
Sürmen gelmez hayale

Dillenir mercek
Açarsın vakitsiz perdelerde sen
Yürek taşıyla yumuşar bir su
Küllenir serzeniş gülünde
Kah sağaltıp çağrımı
Kah budayıp ufkumu öpülen belde

SERKAN TARİFÇİ

İRŞAD : Hasan Basri Tapdık Baba

Ey aşık!.. Eğer nerden geldin ve nereye gideceksin, bunu bilmek istersen şunu bil ki; ihtiyarlıktan mukaddem, vasat bir yaşda idin. Andan mukaddem civan idin. Ve ondan mukaddem çocuk idin, ve ondan mukaddem rahimde cenin idin. Ve ondan mukaddem mudga idin. Yani, bir lokma et parçasıydın. Ve ondan mukaddem alaka olmuş idin (çamur halinde
bir kan). Ve ondan mukaddem rahimde nutfe-i müctemia idin. Ve ondan mukaddem sulb-i pederde ve sine-i maderde meni idin. Ve ondan mukaddem uruk(damar) içerisinde dem idin. Ve ondan mukaddem gıda-i peder ve maderde idin.Ve ondan mukaddem hayvan idin. Ve ondan mukaddem nebat olmuş idin. Ve ondan mukaddem ecza-yı anasına mümtezichal
idin. Ve ha.kden mukaddem cism-i mutlak idin. Ve ondan mukaddem Tabiat-ı külliye idin. Ve ondan mukaddem cevher-i mücerred idin.
Eğer bir kimse hal ile bu makama gelirse ol kimse nefsini anlayıp bilmişdir. Ve mevlasını tanımış ve bulmuşdur. Ve nereden gelüp nereye gideceğini bilip arif ve vasıl olmuştur. Ve bu mirac-ı rühani ile her müşkili hal olup ve her muradı hastı olmuştur. Saadet-i hakiki, ba’de’l-mevt vaki’ olacak ahvali burada müşahede etmekdir. Şakavet kendi vücüdunun varlığına giriftar olmak ve Hak’dan gafil olmakdır.
Mazhar-ı sırr-olmak vakıf-ı kelam olmağa mutevakkıftir. Adem bir isimdir. Üç harf iledir. Bu üç harf, halet-i cem‘de bir ismi isbat eder. Nokta-i farkda ayndırlar. Cem’ etdiğinde Adem okunur. Tefrik olundukda elif, dal, mim, okunur. Vahdet içinde kesret ve kesret içinde vahdet. Vahdet, kesretle zahir olur. Kesret zahiri isbat eder. “el-fark bilacem”. ya’ni ma’nası: cem’siz fark”, ilhad. “Vel-cem’ bilafark”: “farksız cem” ma’nasmı ifade eder, bu da “şirkdir”. El-cem’ maal-fark, “farkla beraber cem” ma’nasını ifade eder, asıl tevhid ise budur.
Vahy üçdür. Zahir, batın, sırt.
Vahy-i zahit şeriattır. Avama mahsustur.
Vahy-i batın tarikattır. Hasa mahsustur.
Vahy-i sırt ma’rifetullahtır. Ehassü’l-havassa mahsustur,
Ehl-i şeri’at: (eş-şeriat{i-akvali) Şeriat: Benim anlatdıklarım ile kildir.
Ehl-i tarikat: (et-tarikatü ef’ali): Tarikat Benim yapdıklarım ile amildir. Zahit vücuddur. Batın ruhdur, İbadet-i şeri’-i zahiri vazife-i vucuddur. İbadet-i tarik-ı batini gıda-i ruhdur. İbadet-i şer’i lazıme-i şeriattır. Niyaz-ı tank bir Müfe-i beya’t, secde-i şükr mi’rac, cilve-i vuslattır. Şeri’at alem-i nasut, tarikat alem-i melekut, ma’rifet alem-i ceberut, hakikat alem-i lahutdur. Şeriat ibadeti, cismani namazı talim eder. Tarikat ibadeti ruhani niyazı tefhim eder. Namaz isbat-ı ubudiyet içindir. Niyaz isbat-ı vahdaniyet içindir. Şeriat risalet-i Muhammediyeyi, tarikat hakikat-ı Muhammediyeyi gösterir. Şeriat iman-ı gaybiyi ilmel-yakın, tarikat iman-ı şuhudiyi aynel-yakın isbat eder. Mahall-i icra-yı ibadet-i zahiri camidir. Makam-ı icra-yı ayin-i cem’ ve erkan meydandır. Sırr-ı ihrami taallukdan tecerrüddür.
Kademe-i meydan dörtdür. Makam-ı evvel bab-ı şeriat; akval-i zahire-i Muhammediyedir ki sahib-i şeriatdır. Makam-ı sani bab-ı tarikat; efa’l-i batine-i Muhammedi’dir ki, pir-i tarikattır. Kademe-i salis ki bab-ı velayetdir; insan-ı kamildir. Makam-ı rabi’ bab-ı hakikatdır ki; esrar-ı rububiyetdir. Leyle-i bey’at, yevm-i hilkatdır.
Anesinden iki kere doğmayan
Oldu “Basri” onun hali çok yaman
Adem, halifetullahdır. Yevm-i hilkat, hazreti Adem’de cari olan ahval-i lazıme-i imtisaldir. Bu hilkat-ı hakikiyye nümune-i hilkat-ı ezeliyedir. Ahval-i ezel ef’al-i temeldir. Meydan ziyaret-i beyti mukaddesdir. Güzergahdır. Cami niyetdir, sıfata tabidir. Meydan leyldir. Zata mazhardır. Cami neharen mekşuf, leylen mestur ve mahcubdur. Meydan neha-ren mestur ve mahcub ve leylen mekşuf ve meftuh. Cami Alem-ı sıfatdır. Meydan sırr-ı zatdır. Camide ibadet borcu ödemek içindir. Meydanda niyaz mi’raca varmak içindir. (esselatü mi’racü’1-mü’min) “Namaz mü’minin mi’racıdır” sırrı sabit olur.