Merhaba

MERHABA


Bahar devam ediyor.21 Haziran’a gelinceye kadar bahar ondan sonrası yaz. Ahır dağının fısıltısını duyuyorum. Yavşana gidip, Ulu daz’da serinliyorum.

Zirvelerde ne arıyorum?

Maraş tuhaf bir kalabalıkla güne uyanıyor, caddelerde bir telaş harala gürele yetmiyor bu sokaklar Maraşlıya. Yahudi Mahallesi tenha, Bahtiyar yokuşunda ben, Divanlı camiinde namaz kılanda ben.

Tanıdık simalar azalıyor.

Beni de tanıyanlarda öyle ne oluyor bu kente var oldum iliklerinde yürüyen sızıyı bilirim eksilen biten ne?

Şekle kavuşmayan düşünce bulutları gibi gökyüzünde dağılıp gidiyor. Demokrasi zemini sıkleti taşıyamıyor. Aydınlanma felsefesi olmadan demokrasi mavaldan ibadet!

Demokrasiye inanmam zor!

Anadolu coğrafyasının ideal yönetim biçiminin temelinde ne olmalı diye soruyorum Milcan da bunun cevabını devamlı verdim aslında. Vatandaşlarını zenginleştiremeyen ülkelerde demokrasi azınlığın zulmüne dönüşüyor. Bürokrat oligarşi yanına aldığı Albızın dölleriyle taş üstünde taş bırakmıyor.

Nerede Şahlar Şahı?

İnsanın yönetimi Hakla irtibatlı olmalı ki yürekte kızıl Elma olsun. Gök gözlü Bozkurtlar önümüze düştüğünde, elimizde Zülfikar, gönlümüzde Haydar’ın aşkı belirecek ve biz bir Leyla’nın ahına âlemi boydan boya geçip Kenan diyarına ulaşacağız.

Sefer başladı.


ALİ BÜYÜKÇAPAR

Sürmeli

SÜRMELİ

Kurumuş hanımeli kokusunda
Vakitsiz düştü gördüğüm ansızın uyandım
Daralan sokaklarda kıvrılan hayaldin
Kaçıyordun iğde ağaçlarına usulca

Parmağımdaki ağır çıbanlar
Mühürlü kapıları açıyordu biteviye

Baktım ki
Son kırlangıcın çığlığı şuramda
Dilimledim hayatı senden sonraya
Beş vakit yanıyor içimin ateşi
Ellerimden düşecek kadehim
Uyanacağım seher vakitlerinde

Sorma beni müneccimlere
Ortamca çiçeği masum sende biliyorsun
Masam dört köşe duvarlarda izlerin
Dağılan buğuyu tutmaktı işim

Topladım işte dağdaki ceylanları
Gidiyorum bana en yakın düşe
Yârim uçurumların nerede.

Ali Büyükçapar

Mektuplar

***************************************************************************
M e k t u p l a r
***************************************************************************
Ali bey,

Birkaç kez telefonunuzu aradım, maalesef cevap alamadım.
Milcan’ları daha önce almıştım, en son Yorum’u aldım,hepsi için çok teşekkür ederim.
Yorum’daki “Gün ışığı” adlı köşenizde düşüncenin düşüncesindeki düşüncelerimizi tartışacağınızdan bahsetmemeniz beni ziyadesiyle mutlu etti. Radyo’daki tartışmaları da duymak isterdim. Köşenizde kitabımdaki düşüncelerim ile yazacaklarınızı merakla bekliyorum. Kitabımı yayınlamamdan itibaren benim kuvvetle arzu ettiğimde, kitabımda ileri sürdüğüm düşüncelerin tartışılması, üzerine bir şeyler söylenmesi idi. Bu konuda Kahramanmaraşlı arkadaşların duyarlılığı beni çok memnun ediyor. Bu nedenle size şimdiden tekrar teşekkür eder, selam ve saygılarımı iletirim.

Mehmet Uysal

***************************************************************************

Muhterem Dost;

Kum yazıları yeni yayın dönemine gecikmeli olarak 13.sayısı ile giriyor. Daha saldırgan, eleştirel ve felsefeye açılan bir zemine koymak istiyoruz şiiri azalttık. Logomuzu değiştirdik. Yazı kadromuzu tekrar gözden geçirdik. Kum yazıları şimdi ben ve Muammer Yavaş’ın ekseninde şekillenecek.

13.sayıdan sınırlı sayıda çoğalttığımız için ne yazık sana iki tane gönderebiliyorum. Derginin birisini Bünyamin Küçükkürtül’e ulaştırabilirsen memnun olurum.
Sevgiler.

Ekim 2002 Ordu
Selçuk Küpçük

***************************************************************************

Ali Büyük çapar kardeşime Allahın selamı sana ve bütün inananların üzerine olsun. Peygamberimiz Hazreti Muhammet (S.A.V) de üzerine olsun kardeşim Ali göndermiş olduğun hediye olarak İsmi Azam kitapçığı aldım çok teşekkür ediyorum.
Yüce Rabbim Razı olsun diyor doğum tarihinizi yazmış olduğunuzdan genç olduğunuzu anladım. Hayırlı ömür ve bundan sonraki hayatınızda maddi bilhassa manevi hayatınızda çok başarılar diliyorum. Allaha emanet ediyorum sizi.

Bayram İspir / Bursa (1925 Doğumlu)
22.Mayıs.2005

***************************************************************************

Sevgili Dost;

Göndermiş olduğun 22 Kasım 2001 tarihli Kahramanmaraş’ın sesi gazetesini aldım ve kum yazılarını tanıttığın o güzel yazını zevkle okudum. İlgine, inceliğine müteşekkirim. Sağ olasın.
Yazın beni epey duygulandırdı. Çabamı sizin gibi dostların anlaması, anlamlandırması, aynı kalp atışını paylaşması kuşkusuz benim şu kırılgan dünyamda müthiş bir yer kaplıyor. Allah razı olsun.
Sana yine kum tanelerini gönderiyorum. Ve umarım zahmet vermiyorumdur. Orada uğrak bir kitapevine ve şair/yazar dostlara ulaştırabilirsen çok sevinirim. Şimdiden çok teşekkür ediyorum.

Aralık 2001 Ordu
Selçuk Küpçük

***************************************************************************

Selamün Aleyküm,

Öz hemşerim Allah(c.c) sizden razı olsun. Sayenizde Maraş ve atalarımın tarihi hakkında çok şey çözdüm.
İnşallah Maraş’a gelirsem ziyaret ederim. Abim ilk ortaokulu Maraş’ta okudu. Hangi okullarda kaç yılında okuduğunuzu soruyor?



DR. Ali Sayar / Konya
22.06.2005

***************************************************************************

Merhaba Efendim;

16.15‘te kapınızı çaldım lakin yoktunuz. Bir kavil yenileriz umudundaydım. Belki başka bir yaz…

Selam ve hürmetle.


Recep Şükrü Güngör
11.07.2005

***************************************************************************

Sayın Ali Büyükçapar

‘Yorum’ gazetesindeki ‘gün ışığı ‘ kadar parlak ve bir o kadarda derin yazınızı okudum.
İlginiz ve teveccühünüz için teşekkürler…
En hakiki saygılarımla


Emre Arolat
İstanbul 25.02.2005

***************************************************************************

Ümit Meriç Yazan

Muhterem Kardeşim;

Nikâh, ev taşımak ve hocalık faaliyetlerinin arasında kıymetli mektubunu cevaplandıramadım.
Elbette babam ve hocam Cemil Meriç’le ilgili her çalışmaya elimden geldiği kadar yardımcı olmak isterdim. Bu yıl bende Kültür ve Turizm Bakanlığının arzusu üzerine babamla ilgili bir kitap hazırlayacağım inşallah.
Selamlarım ve başarı dileklerimle.


***************************************************************************

Kıymetli kardeşim

İlimiz Karatekin gazetesinde Kemal Arslan arkadaşımızın çıkan yazısını gönderiyorum. Beğeneceğinizi umarım.
Kemal bey şair. Sana telefonda bahsettiğimi anımsıyorum.
Selam ve selametle

Vadi Çiçekli
19.Eylül.2005

***************************************************************************
***************************************************************************
***************************************************************************

Nefes

NEFES

Kelamında sırrın ya Haydar
Ezel âleminde yanar cerağın
Dağılır sis çarpar yüreğim
Benlik kuru yalan Haydar

Bir varmış bir yokmuş dem
Kadehimi elimle doldurunca
Deli taylar eşer kara toprağı
Benlik kuru yalan Haydar

Kırlangıç avazında hayatım
Kuytularda bitimsiz endişem
Ne var ki aynamda silinmeyen
Benlik kuru yalan Haydar

Maraş içimde büyür biteviye
Zeytin renginde umutlarla
Şah Ali hüznün yetimi öksüzü
Benlik kuru yalan Haydar.

Ejder Polat

Gurgum'da Zaman

Gurgum'da Zaman


Bin dokuz yüz seksen beşten kesitler.

Göklerin açılmasına ne kalmıştı şurada? Melekûtun egemenliğinin seslerini duyuyor vasıfsız yaşayan sözüm ona insanlardan hep uzaklaşıyordum. İslam’ın hakim olmasını düşünmeyen insanla benim ne tür bir ilişkim, beraberliğim dahası yakınlığım olabilir diki.

Bildiğim hakikat benimdi ama bunu benden başkaları niye fark etmiyor anlamıyorlardı. Şaşırdım önceleri Allahın hikmeti der geçerdim ama sonraları düşünmeye başladım.

Hakikat dediğim olgu sadece benimiydi?

Dergâhlar kapatılmış dinin izlerini bulabileceğim yerler azalmış neredeyse tükenmeye yüz tutmuştu. Dindarlık benim hayat memat meselemdi. Kendi varlığımı kurtaramadıktan sonra malım mülküm olsa ne faydaydı değil mi? (Heyhat değilmiş, değilmiş.)

Mistik olgunun aptallıkla eşdeğer tutulduğunu bana yaşatan dostlarıma teşekkürler ederim evet ben saftirik bir “Allahlıktım ve öylede kaldım. Boyandım rengine bir defa ayrılmam artık dercesine kandım, kandım ve dahi kandırıldım, Suya mı? Aşka mı? Hakikate mi? daha başka şeylere mi?

Yangının tam merkezindeyim etrafım ateş çemberi ama ben o ateşin yakamadığı odaktayım her şey yanıyor her varlık kavruluyor ortada ben, bencileyin neler geldi başıma ah neler.

Sevdiğimi zannettim, paralı olduğumu zannettim din eğitiminin beni Maveraya taşıyacağını zannettim.

Dört kelimeyi anlamıyorlar, ilahiyat fakültesinin müfredatı öylesine basit, sıradan ama orada bulunan arkadaşlarımın zekâ seviyeleri algılama düzeyleri sıradan olguları anlamaya bile yetmiyor.

Din eğitimin muhataplarının zekâ seviyesi sorunlu ama ne kadar aşağı olduğunu bir ben bilirim ben.

İlahiyat sorunlarla yola devam eden eğitim dinin konuları zaten soru ve sorun buna birde bu olguları anlamayanları katın o zaman seyreyleyin küçük kıyameti.

Cüzi irademi, külli irademi, imam amelden bir cüzmü, Kur’an mahlukmu, kaderde ne var, kerbelada ne oldu gibi soruları düşünmeye başladım aklıma gelmedik konular kalmadı, başımda ne rüzgârlar esti.

Iranda siyasi bir yönetim tercihi olmuştu ve dünyada devrim adına başka kulvar açılmış bunun sonucu yeni tartışmaları gündeme getirmişti. Furya devam ediyor, yaftalanmalar, mavallar daha neler nelerle hakkımızda söylenmedik laf kalmıyordu.

Konya da durum böyleydi. Saflık, parasızlık, sevgisizlik, dertsizlik, işsizlik, aylaklık ve saftiriklik. Okumaya verdim kendimi başım ağrıyıncaya kadar okudum, okudum, okudum ve Yusuf Pazarlı'yı tanıdım.

Doktor Baybal namazı iş edinmişti. Namaz çetelerimiz hazırlandı ben mi hazırlattım yoksa? Geçmiş namazlarımızı kaza edeceğiz, seccademiz var ”kapı” camiine imsak la varanda benim. Ciltçi Ali Efendi de anahtar var o açar ardından da ben içeri girerdim. Caminin açılması ve ilk cemaat olmak! Hızır Aleyhisselamın Konya da namaz kıldığı yer burası, Hızırla karşılaştım mı? Bilmiyorum ama esrük melal vakitlerdeyim.

Elimde Doktor Baybal’ ın hazırladığı çeteleli takvim.

Durmaksızın namazdayım, niyazdayım günlük işlerimi yapmaya fırsat yok. Yemek, içmek giyinip kuşanıp volta atmak ne demek ne demek.

Sofuyum, dergâhın hizmetinde kıtmırim.

Namazlar bitmiyor. Namazları kıldıkça azaltamıyorum daha da çoğalıyor.

Kapı Cami çıkışında saf olup bekliyorum birazdan Sultan çıkacak, soğuk, üşüyorum, paltom yok, ceketimin içinde gömlek ayağımda Maraş işi şalvar’ım Mollayım eşiğinde bin yıl olsa beklerim.

Arabalara binip giden onlar bakakalan ben.

Kuşluk bitip muayenehaneye varınca yine namaz çetelesine bakılacak sabah namazına gelmeyenlere hesap sorulacak ah sabah, namazı ah.

Kapı camiinin etrafında küçük dükkânlar ayakkabı satanlar biraz ileride manifaturacılar daha ilerisi eski garaj. İlhan Abı vardı bal satardı Erenköy’de. Köşkü de vardı onun köşk temizliği bizler tarafından yapılır kahvaltıda bazen orada olunurdu. Yollar karışık kafam gibi yanında olmadığım farkında olmadığım bir alemin sahnesinde molla rolünü oynuyorum ve molla ama ne molla.

Molla kendini kolla.

Başarıcının kitapçı dükkânı vardı, onun biraz ilerisinde bizim bu yaptıklarımızla alay eden radikallerin kitap evi vardı onlara göre biz tam Allahlıktık.

Azize Camine çıkan yolda “bardakçı” zeytinyağları satılırdı yolun üstünde şekerci dükkânları sıralanırdı. İstanbul Caddesi biraz ileride Aziziye Caminin bitişiğinden geçerdi. Baybalı’ın muayenehanesine hastalar gelirdi, Baybal gönül doktoruydu, ihtisası ise “Basur”du. Bu ulu insandan neler öğrendik neler. Doktorların din anlayışı kendilerini bağlar ama bu alanda doktorlarla kimselerle anlaşamaz.

Dinin alanında söz kimin olacak.
Mehdi geldi de haberim olmadı mı?

Ali Büyükçapar

Varidât

Varidât

Şeyh Bedreddin

Allah'ı bilen kişilerin, ilme'l-yakin, aynel- yakin ve hakka'l-ya-kin anlamlarına dair değişik görüşleri vardır; bunu bil! Bunları buraya aktarmanın bir faydası olacağım sanmıyorum. Bu fakirin aklına gelen ve yalnız birlikte değil aynı zamanda yiğitlik ve cömertlikle de ilgisi bulunan bazı söylenenleri zikredelim. Buna örnek olarak sadece kulaktan kulağa duyulan ve görülmeyene ilme'l yakin denir. Görerek öğrendiği ise, ayne'l yakindir. Kendi yaptığı bir iş ise de, hakka'l yakindir. Böylece ilme'l yakin şüphe götürmeyen bilgidir. Fakat görülmemiştir. Ayne'l yakin ise, görerek bilmektir. Hakka'l yakin ise de, kendisidir. Birlikte gerçekleşmesi için şunlar söylenir: Kişi Hak taalanın varlığını başka bir etken olmadan ve şüphe kanıtı aramadan bilirse, ilme'l yakindir. Bunu tanık, kanıt ve gözle görüp anlamaya çalışansa, bu duruma da ayne'l yakin denir. Bu sözler esasında rüya ve gözle görmeyi değil, hünerin olgunluğunu ifade eder. Zira Allah benzerden ve benzetilmeden münezzehtir. Kişi Allah'tan başka bir varlığın bulunmadığım ve bütün varlığın Allah olduğunu bilirse, buna hakka'l yakin denir. Zira bu hak'la gerçekleşmiştir. Bu durumda varlık kalmaz; bütün varlık Allahuteâlânındır. Allah'ı anma, anan ve anılan birdir ve bu da Allah'tan başka bir varlığın bulunmadığı anlamındadır. Allah varlığın gerçeği dolayısıyla anma, anılma ve anılan üçü de birdir. Bu da ilme'l yakindir. Hakke'l yakin ise, kendini Allah yoluna adayan kişinin bunda tahakkuk etmesi anlamına gelir. Ben bu aşamada dilde dolaşan ve görülen anısın gerçek anısın sureti olduğunu gördüm. Gerçek anışım da gönülde oluştuğunu gördüm ve bundan dolayı gönüle anış adı verilmiştir. Gönüle aynı zamanda Hak adı da verilir. Bütün, bir olmuştur. Bu tıpkı suyun rüzgâr estiği zaman dalgaya dönüştüğü hale benzer. Hâlbuki gerçekte dalga sudan başka bir şey değildir. Gönül ve anışta da durum aynıdır; anış, bütün gönlü kaplar ve böylece gönül bütünüyle anışa dönüşür. Dildeki anış gönüldeki anısın suretidir ve aynı şekildedir. Fakat gönül şekilden münezzehtir. Ama aşama, kesinlikle bunu böylece yüklenmemi gerektiriyor. Bundan da şu anlaşılıyor ki: Gönülde iki düşünce birden birleşemez. Çünkü gönüle gelen düşünce, o aşamada başka bir düşünceye yer bırakmayacak kadar onu kaplar. Bu da tıpkı deniz suyu gibidir; esen rüzgârın etkisiyle dalgalanır ve bu dalga şeklini rüzgar esip dalga devam ettikçe başka bir biçimde düşünmek imkânsızdır. Bunu iyi anla! Öyle sanıyorum ki, bu ince konuyu benden önce kimse ele almamıştır. Allah daha iyi bilir. Bazen kendimi gayet latif olarak görürüm; bu görünümün sebebi ise, bedenimin şeklidir. İşte bu letafet de, bedenî şekille ilgilidir. Ortada görülen nesne bu latif görüntüdür. Latif olan buharın da, letafeti yoğunlaşmadan görünmez; yoğunlaşınca, bulut olup görünür. Bulutun bu biçimi buhardan farklı bir nesne değildir; buharın ta kendisidir; yoğunlaşmış ve ona başka hiçbir varlık eklenmemiştir. Şahıslarda görülen letafet de aynıdır; yoğunlaşınca görünen bir biçim kazanır. Bu sadece bir örnek olup, gözlemlere dair söylediklerimize işarettir. İnsanla buhar arasında hiç bir yönden benzerlik yoktur.
Bazı zamanlar okumaya dalmış meşgul olduğumda, gönlüme sanki pırıl pırıl parlayan bir takım kişilerin görüntüsü düşer. Düşüncelere dalar ve bu kişilerin görüntüsü beni meşgul eder. Her ne kadar bu düşünceyi gönlümden atmaya çalışırsam da, atamam. Bir de bakıyorum ki, ertesi gün o kişi beni ziyaret etmeye geliyor ve böylece onu bilfiil görüyorum. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) buyurmuştur ki: "Peygamberlikten sadece müjde sözler geriye kaldı." Yine Hazreti Peygamber buyurmuştur ki: "İyi rüyalar peygamberliğin kırk altı bölümünden biridir." Böylece Peygamber, rüyaları peygamberliğin ayrıntı kısımlarından biri saymıştır. Bundan dolayı Allah'a ulaşmak isteyen kişi rüyalardan vazgeçmemeli ve yorumlarını da takip etmelidir. Zira onları bilmede büyük faydalar vardır. Onlarla birçok bilinmeyen olay aydınlatılabilir. Kendini Allah yoluna adayan kişinin sağlığı ve kötü halleriyle iyi rüya sahibinin de hal ve duyumları rüyalarla anlaşılabilir. İyi rüyalar gören kişinin aydınlanması için gösterilen Allah'ın ışıklarından bir ışık parçasıdır.

Şeyh Bedreddin