Gurgum'da Zaman

Gurgum'da Zaman


Bin dokuz yüz seksen beşten kesitler.

Göklerin açılmasına ne kalmıştı şurada? Melekûtun egemenliğinin seslerini duyuyor vasıfsız yaşayan sözüm ona insanlardan hep uzaklaşıyordum. İslam’ın hakim olmasını düşünmeyen insanla benim ne tür bir ilişkim, beraberliğim dahası yakınlığım olabilir diki.

Bildiğim hakikat benimdi ama bunu benden başkaları niye fark etmiyor anlamıyorlardı. Şaşırdım önceleri Allahın hikmeti der geçerdim ama sonraları düşünmeye başladım.

Hakikat dediğim olgu sadece benimiydi?

Dergâhlar kapatılmış dinin izlerini bulabileceğim yerler azalmış neredeyse tükenmeye yüz tutmuştu. Dindarlık benim hayat memat meselemdi. Kendi varlığımı kurtaramadıktan sonra malım mülküm olsa ne faydaydı değil mi? (Heyhat değilmiş, değilmiş.)

Mistik olgunun aptallıkla eşdeğer tutulduğunu bana yaşatan dostlarıma teşekkürler ederim evet ben saftirik bir “Allahlıktım ve öylede kaldım. Boyandım rengine bir defa ayrılmam artık dercesine kandım, kandım ve dahi kandırıldım, Suya mı? Aşka mı? Hakikate mi? daha başka şeylere mi?

Yangının tam merkezindeyim etrafım ateş çemberi ama ben o ateşin yakamadığı odaktayım her şey yanıyor her varlık kavruluyor ortada ben, bencileyin neler geldi başıma ah neler.

Sevdiğimi zannettim, paralı olduğumu zannettim din eğitiminin beni Maveraya taşıyacağını zannettim.

Dört kelimeyi anlamıyorlar, ilahiyat fakültesinin müfredatı öylesine basit, sıradan ama orada bulunan arkadaşlarımın zekâ seviyeleri algılama düzeyleri sıradan olguları anlamaya bile yetmiyor.

Din eğitimin muhataplarının zekâ seviyesi sorunlu ama ne kadar aşağı olduğunu bir ben bilirim ben.

İlahiyat sorunlarla yola devam eden eğitim dinin konuları zaten soru ve sorun buna birde bu olguları anlamayanları katın o zaman seyreyleyin küçük kıyameti.

Cüzi irademi, külli irademi, imam amelden bir cüzmü, Kur’an mahlukmu, kaderde ne var, kerbelada ne oldu gibi soruları düşünmeye başladım aklıma gelmedik konular kalmadı, başımda ne rüzgârlar esti.

Iranda siyasi bir yönetim tercihi olmuştu ve dünyada devrim adına başka kulvar açılmış bunun sonucu yeni tartışmaları gündeme getirmişti. Furya devam ediyor, yaftalanmalar, mavallar daha neler nelerle hakkımızda söylenmedik laf kalmıyordu.

Konya da durum böyleydi. Saflık, parasızlık, sevgisizlik, dertsizlik, işsizlik, aylaklık ve saftiriklik. Okumaya verdim kendimi başım ağrıyıncaya kadar okudum, okudum, okudum ve Yusuf Pazarlı'yı tanıdım.

Doktor Baybal namazı iş edinmişti. Namaz çetelerimiz hazırlandı ben mi hazırlattım yoksa? Geçmiş namazlarımızı kaza edeceğiz, seccademiz var ”kapı” camiine imsak la varanda benim. Ciltçi Ali Efendi de anahtar var o açar ardından da ben içeri girerdim. Caminin açılması ve ilk cemaat olmak! Hızır Aleyhisselamın Konya da namaz kıldığı yer burası, Hızırla karşılaştım mı? Bilmiyorum ama esrük melal vakitlerdeyim.

Elimde Doktor Baybal’ ın hazırladığı çeteleli takvim.

Durmaksızın namazdayım, niyazdayım günlük işlerimi yapmaya fırsat yok. Yemek, içmek giyinip kuşanıp volta atmak ne demek ne demek.

Sofuyum, dergâhın hizmetinde kıtmırim.

Namazlar bitmiyor. Namazları kıldıkça azaltamıyorum daha da çoğalıyor.

Kapı Cami çıkışında saf olup bekliyorum birazdan Sultan çıkacak, soğuk, üşüyorum, paltom yok, ceketimin içinde gömlek ayağımda Maraş işi şalvar’ım Mollayım eşiğinde bin yıl olsa beklerim.

Arabalara binip giden onlar bakakalan ben.

Kuşluk bitip muayenehaneye varınca yine namaz çetelesine bakılacak sabah namazına gelmeyenlere hesap sorulacak ah sabah, namazı ah.

Kapı camiinin etrafında küçük dükkânlar ayakkabı satanlar biraz ileride manifaturacılar daha ilerisi eski garaj. İlhan Abı vardı bal satardı Erenköy’de. Köşkü de vardı onun köşk temizliği bizler tarafından yapılır kahvaltıda bazen orada olunurdu. Yollar karışık kafam gibi yanında olmadığım farkında olmadığım bir alemin sahnesinde molla rolünü oynuyorum ve molla ama ne molla.

Molla kendini kolla.

Başarıcının kitapçı dükkânı vardı, onun biraz ilerisinde bizim bu yaptıklarımızla alay eden radikallerin kitap evi vardı onlara göre biz tam Allahlıktık.

Azize Camine çıkan yolda “bardakçı” zeytinyağları satılırdı yolun üstünde şekerci dükkânları sıralanırdı. İstanbul Caddesi biraz ileride Aziziye Caminin bitişiğinden geçerdi. Baybalı’ın muayenehanesine hastalar gelirdi, Baybal gönül doktoruydu, ihtisası ise “Basur”du. Bu ulu insandan neler öğrendik neler. Doktorların din anlayışı kendilerini bağlar ama bu alanda doktorlarla kimselerle anlaşamaz.

Dinin alanında söz kimin olacak.
Mehdi geldi de haberim olmadı mı?

Ali Büyükçapar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder