Merhaba

Merhaba

Kış geldi
Maraş daha bir ıssız sokaklar tenha,üşüyor,dalgın yalnız ve kimsesiz kuytularda dolaşıp duruyoruz.Düne göre hayatımız iyi Demokrasi aşısı Türk toplumunda tutacak başka çare yok.
Karlı Tanrı dağlarında gökyüzlü bozkurtların haykırışları duyuluyor.Roma’nın meydanına üç hilal dikip gülbank çekmedikten sonra yaşamın sırları bize açılmayacak.
Kızıl elma ülküsü harlı bir yol elimizde kancık katır sidiğinden suyu verilmiş Zülfikar dilimizde Haydar’ın adı olduktan sonra ne gam!

ALİ BÜYÜKÇAPAR

ASAF HALET ÇELEBİ

ASAF HALET ÇELEBİ

(1907-1958)

Cumhuriyet devrinin psikolojik konular üzerindeki şiirleriyle tanınmış simalarından olan Asaf Halet Çelebi, hayal, masal ve rüya unsurlarını şiirde çok fazla kullanan bir şairimizdir. Şiirlerinde dıştan ziyade içe dönük görüş ve davranış şekillerini yansıtan şair, ilk bakışta çok farklı bir ruh yapısı içinde görülür Bu farklılık, onun şiiriyle aşinalık nisbetinde ünsiyete dönüşür.
“Asaf Halet, yeniliği gariplikte görmeyen ve Sanatta eskimeyen şeye talib olan ve bu tavrını bütün eserlerinde özellikle de şiirlerinde ortaya koyan bir şairdir. Yaşadığı hayatı ve dünyayı mistik temayüllerle ifade ederken İslam kültürünün süzgecinden geçiriyor ve tasavvufun kaynaklarından edindiği ihsaslara da şiirinde önemli yer veriyordu. Bu anlamda onun dile getirdiği hayret ve doğurduğu şaşkınlık, geçici ve bir çeşit suni tuhaflık değil, varlık ve yaratılış hikmetimize bağlı, büyük velilerin bakışında ifadeye kavuşan hayret ve şaşkınlıktır.”
Om Mani Padme Hum adlı şiir kitabının arka kapağındaki şu ifadeler Asaf Halet Çelebi’nin kişiliğini ve sanat anlayışını yansıtması bakımından çok manidardır: “1940larda Türk şiiri büyük bir atılım içindeyken, köklü bir değişmenin kavgası verilirken, şaşırtıcı davranışları, şiirlerinin Doğu kültürüne dayalı ama gerçek üstü görünümüyle, edebiyat dünyasının ilgiyle izlenen şairleri arasında yer alıyordu. Doludizgin Batı’ya yönelinen bir dönemde “Doğulu’ bir yenilikçi olabilmenin sırrına ermiştir.”

l. SAF ŞİİR

Musıkide notanın, resimde boyanın, mimaride taşın hammadde olduğunu belirten Asaf Halet, şiirin hammaddesinin de kelime olduğunu şöyle ifade ediyor:
‘Alim nasıl bu görünen, maddeden ibaret sandığı kainatın açılabilen sırlarını izaha çalışıyorsa, sanatkar da kendi zaviyesinden ideal bir kainatın izahını yapmak sevdasındadır. Bu ideal inşada: bestekarın kullandığı iptidai madde nota; ressamın boya; mimarın taş olduğu gibi şiirin iptidai maddesi de kelimedir”
Genel anlamda şiire ve şiirdeki güzelliğe kelimeleri tertip etmekle ulaşılabileceğini savunan şair, şiire bir inşa olayı olarak bakmaktadır. Gerçek şiirin yapısında kelimeler yeni anlam kazanır ve asıl şiiri oluşturan bu mana diyarı, şiir için çok önemlidir. ‘Kelimede ses unsurunu ve medlulünü seçebiliyoruz. Bu medlul ya düşünce, ahlak, keder, aşk vesaire gibi mücerred bir mefhumdur veyahut kuş, mehtap, saki, kiremit gibi maddi bir varlıktır. Şiir; bir tarafdan bu ses unsurlarının yani ahengin, diğer tarafdan da mana denilen mücerred elemanların ve tasavvuru mümkün olan medlüllerin, yani hayallerin bir araya gelmesinden hasıl olan bir şeydir.”
Saf şiiri bir bütünlük içinde kabul eden ve şiirde kelime kelime mana aramanın gereksiz olduğunu belirten Asaf Halet, şiiri parçalanamayan bir bütün olarak ele almaktadır: “Saf şiir parçalanamayan bir tek kelime halinde olunca ona ne bir şey ilave edebilmeğe, ne de ondan bir şey eksiltmeğe imkan olamaz. Şiirde bazı kelimelerin manalarını aramak da bence lüzumsuzdur. Çünkü şiir kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir, Bir tek kelime hecelere ayrıldığı zaman nasıl heceler başlı başına bir mana ifade etmezse şiirde de teker teker kelimelerin manalarıyla uğraşmak beyhudedir. Şiirde gazete havadisini andıran bir mısra da bulunabilir. Fakat şiiri bütün olarak mütala etmeyenler bu parçayı tek başına alıp ondan şiiriyet özelliği beklerse çıkmaza saplanmış olurlar. Bugünkü saf şiir küçük kristallerden ziyade büyük bir mücevher halinde ışıklanmaktadır.”

II.ŞIIRDE VIJZUI-l

Anlamak kişiden kişiye değişir. Şiir anlaşılmak için yazılmadığı halde bazı insanlar şiirden birşeyler anlamak ister, halbuki şiirde mana aramak abestir:
“Anlamak izafi bir mefhumdur. Bir gazete havadisini bir riyaziyye meselesini, bir insanın hislerini anlamak büsbütün başka şeylerdir. Ammenin dilinde anlamak ve anlatılmak (hülasa edilebilmek) kelimesiyle müteradifdir. Böyle bir anlayış elbette gazete havadisi için kafi gelir. Olaya aynı şekilde bakan bir yarı münevverin okuduğu bir şiir, anlatılmaya yani hülasa edilmeye müsaid değilse, o yarı münevver şiirin şekline, daha doğrusu en sathi kısmına sarılmak mecburiyetinde kalır.”
Şiirde, manadan ziyade his ve heyecan halinin hakim olması gerektiğine inanan şair, bu konuda şunları söylemektedir: “Eski şiire aşina olan birisi Nefi’yi kafiyeleri zengin olduğu için veya Fuzuli’nin bir şiirini tasavvuf ilmine uygun bulduğundan veya bir kelime oyunu yaptığından tebrik edecektir, “anladım” dediği zaman sanatkarı değil cambazı anlamıştır. Şiir ise cambazlığı afaroz ettiği için yarı münevverin ondan bir heyecan duymasına lüzum kalmaz.”
Asaf Halef, şiirin olay ve tasvir yazısından çok uzak olduğunu, şiirin bir duyuş halinden başka kışırlar taşımadığını belirtir: “İnsan hadiseleri süzerek ve kalabalık taraflarını atarak alır. Ancak dışarıdan aldığı intibaları yoğuran, çizerek, şekillendirerek, pişirerek ortaya güzel bir şey çıkaran sanatkarın eseri sanat eseri olabilir. O halde şiirde bu intibaın dışında kalan kısımlarına da lüzum yoktur.”
Şair, şiirin sırlı dünyasına ulaşmak için tasavvur melekesini işletmeyi ve şiirin kendine has olan duyuşu sezmeyi şart koşar: “Şuuraltındaki birikintiler şairin şuurlu müdahalesiyle ve zekanın idaresiyle şekle bürünür ve şahsiyetin kalite ve kıymetine göre sanat kıymeti taşır. Şiir bazı nadir ruh anlarımızdır ve şiir bu anların tespiti demektir. İşte şiirin sathında kalmayıp asıl kıymeti yapan gizli mantığa iki yolla ulaşılır:
a) Her mısraı gazete okur gibi değil, fakat tasavvur ederek okumak.
b)Mukayese etmek, şiirin kendisine has olan ruh haletine girmek mana ve hayaller arasındaki müşterek ifadeyi sezmek.”
Şiirin anlaşılmasında okuyucunun kültür seviyesinin ve şiire olan yakınlığının önemli olduğunu belirten şair, bu konuda en küçük ayrıntıların bile okuyucuya birşeyler verebileceği kanaatindedir: “Şiirin anlaşılması en ufak hayallerin düşünülmesine bağlıdır. Yine aynı mana, şairin kudretine bağlı olduğu kadar okuyucusunun da ruh imkanlarına,irfanına ve hüsn-i niyetine bağlı bir keyfiyettir.”

III.ŞURDE ŞEKİL:

Şiirdeki şeklin şiirdeki umumi havayı vermesi gerektiğini belirten şair “Her şiirin şekli, sedalarının arabeski o şiirin vermek istediği umumi havayı en mükemmel şekilde temin edecek olandır.
Asaf Halet, vezin ve kafiyeyi kudretsiz şairlerin teselli aracı olarak görür.”Vezin ve kafiye her şiir için yeni bir şekil meydana getirme kudretini kendinde göremeyenlerin tesellisidir. Muhtevanın bu kadar çoğaldığı bugünkü şiiri basma kalıp tek şekil tatmin edemez.”
Şiirde şeklin, şairin hizmetinde olması gerektiğini savunan şair, sanatçının şeklin dar kalıplarına sıkışıp kalmasına karşıdır. ‘Şekiller bizleri içlerine alıp dar mahbeslerine sokacaklarına, bizim bu şekilleri istediğimiz gibi yoğurmamız ve şiirin muhitine uygun bir halde icad etmemiz elbette daha muvafık hareket olur
Şiirde harici güzelliğe de önem veren Asaf Halet, her şiirin kendine has bir kompozisyonu olacağını ifade eder: “Şiirde şekil denince sadece ses ahengi değil, şiirin kompozisyonu da anlaşılmalıdır. Ses arabeskleri cihetinden oldukça çeşitlilik ve zenginlik arzeden bir şiir bazan kompozisyon bakımından çok ilkel (iptidai) ve şematik kalabilir.”
Asaf Halet, serbest şiirin sanıldığı gibi nizamsızlık olmadığını, bilakis kendine has bazı ölçüleri olduğunu belirtir. “Serbest nazım da isminin işaret ettiği gibi nizamsızlık değildir. Ancak kendine has muayyen şekillerle kayıt altına alınmıştır. Vezin ve kafiye kati surette lüzumlu değildir. Bugün, muayyen harici şekillerden kurtulan şiir, hissin her tahavvülüne yeni bir nüansla iştirak edebilen bir nazma muhtaçtır. Bunun için de hece ve aruz kalıplarına bağlanmadan, hece sayıları ve hecelerin uzunluk ve kısalığından mümkün olduğu kadar yararlanılmalıdır. Bunu yaparken içi musiki dolu kelimeler seçilmelidir.”

IV.ŞiiRDE RİTİM:

Asaf Halet Çelebi, şiirde ritmi imaleler ve kendi ifadesiyle “formüller” dediği kelime ve kelime gruplarıyla yakalamaya çalişır.
A.İmaleler: Şiirde imalelerin belli bir kalıba uymak için değil ahengi yakalamak için kullanılabilineceğini teklif eden şair kendi şiirlerinde bu yolu takip etmiştir. “Ritimleri belirtmek için bazı kelimelerde imaleler yapmışımdır. Fakat buradaki imalelere bir kalıba uymak için değil şiirin ahenk mantığında zaruri görüldükleri için ihtiyaç his solunmuştur: Ferhd, İbrahim Koyan kim, Selim-i salis, Süz-i dilara, Mara, Bahtiyar.”
B.Formüller: Asaf Halet, ritim için kendi ifadesiyle “Formüller” dediği, farklı kültürleri yansıtan kelime ve kelime gruplarını kullanmıştır. O, bu kelime ve kelime gruplarından anlamdan çok ses yönüyle faydalanmıştır. Bu formüllerin manaları şiirin diğer taraflarında vuzuha kavuşturulmuştur. “Ben de bazı sada arabesklerini manalarımdan tecrid edip teşhir ediyorum. Nerede kaldı ki bir atmosfer vücuda getirmelerine rağmen manasız da değildirler. Ben bu formülleri yarı münevverleri şaşırtmak için şiirlerime sokmuş değilim ancak bir hava vermek için kullandığım muhakkaktır:

Halakassemavat-i vel-ard (Sema’i Mevlana)
Om mani Padme hum (Siddharta)
Ammon ra’ Hotep veya tafnit (Mısr-ı Kadim)
Evloimeni i Vasiliyya tu patros (Kilise)

C Musiki Dozu: Şiire en yakın sanatın musiki olduğunu kabul eden A. Halet bu konuda şunları söylemektedir. ‘Şiir bütün varlığını musikiye borçlu olmamakla beraber komşu sanatlar arasında bünyesine en uygun olanın yine musiki olduğuna inanmaktayım. İşi çıkmaza sokan musikinin şiirde aldığı yerdir. Şiiri vezin ve kafiyeden azat ettikten sora tamamıyla musikiden kurtulduğunu zannetmek hatadır. Çünkü vezinsiz ve kafiyesiz kelimelerle musiki yapılabilir. Önemli olan dozunu ayarlamaktır”

V. AHENK UNSURLARI:

A. Tekrarlar: A. Halet tekrarlamaların yerinde olmak şartıyla ahenk unsurlarından birini teşkil edeceğini belirtir. Eski edebiyatta şiire hamle, hareket ve dinamizm katan tekrarlar, onun şiirinde durgunluk, tembellik ve salıntı vermek için kullanılmıştır. “Kelimelerin son hecelerin aynı sesi vermesi tamim edilmiş kafiye olması, yani tekrarı demek olur (Tekrir) eski edebiyatta çok kullanılan bir edebi sanattı. Fakat eskiler bunu şiire hamle, hareket, dinamizm vermek için kullanırlardı. Hâlbuki ben bilakis durgunluk, tembellik ve salıntı vermek için ihtiyar ediyorum.
Renkler güneşter çıktılar
Renkler güneşe girdiler
Renkler güneşsiz öldüler
Ne renksizlik (Mansur)

Uyanık yollar yürüyorum
Uykuda yollar yürüyorum
Uykuda insanlar görüyorum
Niçin gördüğümü bilmiyorum (Uyanıklık)

B. Aliterasyonlar: Bir mısradaki bir çok hecelerin benzeşmelerini aliterasyon diye tarif eden A. Halet, ahenk unsuru olarak bunu çok kullanır. “Alliteration’lar, birbirine benzeyen iki hece demek olan assonance (yaram kafiye) mefhumunu daha genişletir ve bir mısradaki birçok hecelerin benzeşmeleri haline sokarsak buna alliteration denir. Ben bu alliteration’ları fazla kullandığımı zannediyorum.
Üsküdar’da üsküpüler dokusa gerek kumrular (Cami odalar)(kü,ku)sesleri
Kilimimde namaz kılmaya gelen ayaklar (nedircik Yavruları)(m)sesleri
Meryem anaya mum yakıyorum(kilise)(m,y)’ler dua sesleri
Bir vardım
Bir yoktum
Ben doğdum
Uyudum
Büyüdüm
Annem sustu
Babam küstü(Nurusiyah)
(eda bakımından benzeşmeler)”

VI.MÜCERRET ŞİİR:
Mücerret şiirin varlığını iki unsura bağlayan A.Halet bunları şu şekilde izah eder.
A.Müşahhas Malzeme: şiirde müşahhas malzeme mücerred hayallere yol açar. A.Halet müşahhas malzemenin mücerred alemler meydana getirmek için kullanabileceğini söyler. Sanatkarı taklit eden değil hayatı yeni baştan inşa eden, kendi bünyesine göre yoğuran, mücerred bir alem meydana getiren bir mucid olarak görür. “Mücerred şiir, mücerred mefhumlu kelimelerden mümkün mertebe soyunmuş olan ve toplu bir halde mücerred bir mana anlatan ve bize o ihsası veren ruh anının ifadesini taşıyan şiirdir.”
“ Hayatta bize mücerred fikri veren aslında müşahhas olan şeylerdir.Yani esasen harici alem,müşahhas şeylerden mürekkep olduğu halde bizim kafamızda bir takım mücerred hayaller vücuda getirebilmiştir. Bu mefhumun kafamızda doğabilmesi için sayısız defalar gözlerimizin önünden geçip gitmesi lazım gelmiştir. Bir çok tekrarlardan sonradır ki mücerred ortaya çıkabilmiştir. Muayyen hadiselere göre de tesir ve kıymetlerini değiştirirler.”
“Müşahhas kelimelerin arkasında arzu ettiğimiz hayali canlandırdığımıza kani olabilirsel veya mücerred mefhumlu kelimeyi müşahhas bir hale sokabilirsek bu hal şiir mantığına pekala uygun gelebilir. Mesela Nur-i siyah şiirinde:
“Sebepsiz hüzün hocamdı
Loş odalar mektebinde
Harem ağaları lalaydı
Kara sevdama”
Burada hüznün mualim şekline girmesi ve kara sevdanın harem ağlarından lalası olan bir çocuk olması bu mefhumları gözümüzde canlandırmamıza imkan vermektedir.
B.Teşbih Lüzumsuzluğu: şiirde teşbihi lüzumsuz gören A.H.Çelebi varlıkları olduğu gibi değerlendirmeyi esas alır ve eşyayı vasıta olarak görür. Kavramları ve eşyayı olduğu şekliyle vermeye bunları benzetmeler yaparak ifade etmeye gerek yoktur. Eskilerin ele aldıkları nesneden ziyade onun etrafındakileri teşbih etmekle meşkul olup asıl insanın benliğine inemedikleri görüşünü ortaya atan şair bugünün insanının böyle şeylere iltifat etmediğini söyler. Esasen bugünün adamı her şeyi başka bir şeye benzetmek deliliğinden de usanmış ve bıkmıştır. Lisanlar kelimeler, mütemadiyen kısalıyor. Uzun sözler artık canımızı sıkıyor
Bir şeyin adını süslediğimiz zaman onu hata ve tahayyül edilmeyecek kadar gabi insanlar varsa biz bunlara laf anlatmak için mi şiir yazıyoruz? Şuurumuzu boş yere yormaktan başka bir şeye yaranmayan teşbih ve istiareler artık bizi yoruyor ve zevk de veremiyor .

VII.ŞİİRDE RUH ANI:

A Halete göre her şiirde şairin o andaki hakim olan ruhu sezilir.Yani şairin şahsiyetini yapan şuuraltındakiler bütün şiirlerinde hissedilir. Bununla beraber bir şairin her şiirini birbirinden ayıran özellik şiirin tesbit edildiği andaki ruh haletinin farklı ifadesinden kaynaklanır “Şairin asıl sanatı ruh anlarını ifade etmek hususundaki kabiliyetidir. Herhangi bir şiirin mevzuu bir hikaye, bir itiraf değil, fakat şuuraltının, muayyen bir ruh haletinin yeniden keşfi demektir.
A.Halet, şiirde ruh anlarını oluşturan mana elemanlarını şu şekilde sınıflandırır:
A.Çocukluk: Çocukluk yıllarındaki eşyaya bakış ve eşyayla bütünleşme insanın şuuraltına yerleşir. Bunlar ileriki yaşlarda içinden çıkılamayan mevzularda malzeme olarak kullanılır:
Kilimim de namaz kılmaya gelen ayaklar
ve en küçük parmakları
beni görmeden üstüme hasarlar
şaşarım beni işleyene
Veya içinden çıkılamayan ölüm karşısında şuuraltı, insanı çocukluk yıllarındaki masal diyarına götürür:
bana aynada bir suret göründü
benden başkası
bilmem memleket-i Çinden midir
ya maçinden mi
sordum kimsin diye
bir kahkaha atıp
ben Çin padişahının kızı
çoktandır aşıkınım
dedi.
ancak bir gün
hayalin gibi seni de
bu aynanın içine alıp
kaybolacağım. (Ayna)
B.Buluğ İnsiyakları: Çocukluk sonrasında buluğ insiyakları denilen arzu ve ihsaslar doğar Bu dönemde şuuraltında çoğu kere acı bir yakarış, bir keşmekeş ve emniyetsizlik ifadesi vardır:
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
mara (Mara)
C.Ruh Haletleri: Bazen ruh haletleri şuuraltına galebe eder, ruh haletine göre şiirler yazılabilir:
uykuda insanlar görüyorum
niçin gördüğümü bilemiyorum
D.Sırf İntiba Şiirleri: intiba
intibaın içinde gizlenir:
Üsküdar da
üsküpüler dokusa gerek
kumrular
camları parıldıyor
Üsküdarın evlerinin
akşam üstleri
camlı odalarda
ne olsa gerek İstanbul’a bakıp da
beni görmeyen çocuklar
camlı odalardan,.. (Camlı Odalar)

VllI.ŞİİRDE MİSTİKLİK:

A.Halet, mistikliği, var olmak şuurunu eriterek, ruhun bedenden sıyrılarak zaman ve mekanın ötesine geçmesidir diye tarif eder. Nirvana’ya ulaşmak için muhitini unutan şair, önce kendini kaybeder, sonra zaman mefhumunun ötesine geçer ve daha sonra ruh anının hakim olduğu bir zeminde mücerred formüllere ulaşır. Muhitini unutmak:
“acaba ot gibi yerden mi bittim” (Mısır-ı Kadim) Kendini kaybetmek:
“ben başka yerdeyim” (Cüneyd)
“bahçe oluyorum
insanlığımdan çıkarak” (Mısır-ı Kadim)
Zaman mefhumunun ötesine geçmek:
“zamanı nasıl unutmaktayım’ (Mısır-ı Kadim)
“zaman nedir unutarak” (Trilobit)
Eşya ile bütünleşip bir ruh olmak:
“zaman nedir unutarak açıp ağzımı bütün denizleri içtim” (Trilobit)
KAYNAKLAR
ÇELEBİ, Asaf Halet, 1954-A, Saf Şiir. İstanbul, 9:15-16, İSTANBUL.
ÇELEBİ, Asaf Halet, 1954-B. Şiirde Vuzuh. İstanbul, 10:18-19, İSTANBUL
ÇELEBİ, Asaf Halet, 1954-C. Şiirde Şekil. İstanbul, 11:20-22, İSTANBUL.
ÇELEBİ, Asaf Halet, 1954-D. Mücerred Şiir. İstanbul, 12:19-20. ISTANBUL.
ÇELEBİ, Asaf Halet, 1954-E. Şiirde Ruh Anı. İstanbul, 13:25-27, İSTANBUL.
ÇELEBİ, Asaf Halet, 1954-F. Şiirlerimde Mistisizm Temayülü. İstanbul, 14:24-25,
İSTANBUL.
MİYASOĞLU, Mustafa, 1994. Asaf Halet Çelebi.
(Uyanıklık) şiirleri sesle yapılan bir resimdir.

Hurşit AKBAŞ
Akademi Çerçeve Dergisi

İrşad:Hasan Basri Tapdık Baba

TA’BİRAT

Talib zuhuratında kelb ve ayı görse tabiatında gazab ve hiddetin kendisine galib olduğuna işaretdir. Maymun görse kendini beğenmek ve şerirlikdir, ve gıybet galebesine delildir. Arslan ve kaplan kibirlidir. Kurd haseddir. Karınca hırsdır. Fare buhuldür (hasislik). Tilki hile ve mekr ve tezvirdir, tavşan gafletdir. Sığır benlikdir. Kendini beğenip kimsenin sözünü dinlememekdir ve çok yemeğe dahi işaretdir. Deve kendine hücüm eder görürse kine delalet eder. Eğer durduğunda kendisine muti olursa aşka ve muhabbete dalaletdir. Zira devede itaat ve muhabbet vardır. Çekirge, keçi, eşekarısı havatır-ı şeytaniye ve fesadiyedir. Hınzır şehvet-i ferciyedir ve muhabbet-i dünyadır. Katır dahi şehvet-i ferciyedir. Kedi şehvet-i batn, çok kediler görürse evham ve hayalatın galebesine işaretdir. Kurbağa, yeşilkertenkele şu sıfata işaretdir ki halk ondan nefret eder.
Müşrik ve münafık görmek nefsin kemal-i tuğyanına işaretdir. Kendini çjrkin görürse hubb-i dünyadır. Necaset dahi süret-i dünya. Talib esbabının ve a’zasının kirlenmiş olduğunu görürse meyl-i dünyadır. Ahü görmek sıfat-ı nefisdir. “Deniz canavarları” görmek zahiri ni’metlerin süretidir. Bilmediği kuşlar görürse sıfat-ı melikedir. At sineği de haseddir. Yırtıcı kuşlar görmek, şeriati hor görmekdir. Horoz, bülbül, güvercin ve bunlar gibi sedası olan kuşlar sıfat-ı rüh-i insanidir. Suda yüzen kuşlar sıfat-ı ilimdir. Yarasa görse inaddır. Örümcek görmek maskaralıkdır. Kendini pazara varır görse, tabiatın hükmünü icra ediyor demekdir. Eğer çıplak, ağaçsız, meyvesiz bir dağda kendini görse, Hakdan gafil olduğuna işaretdir. Kendini ma’betde görse, halvetde ise, kimse yoksa cem’ iyet-i havatırdır. Anasmı görse kendi nefsine işaretdir. Baykuş sıfatı, alem nazarında iyi, Hak nazarında müra’i manasınadır. Baba kabilesi de öyledir. Eğer salik kendini yalın ayak yahud esvabi çalınmış ve yahud kendisine mahsus giydiği şeylerden bir şey noksan görürse yolunda tehlike vardır. Güzel elbiseleri giyinmek tahsil-i ilmi zilhirdir. Cübbe ve gömlek ve elbise kendi vücudundan kinayedir. Alet-i cariha görmek tabanca ve kılıç gibi nefis ile mucahede ettiğine delaletdir. Yalnız kılıç görmek doğruluğa delalet eder. Kıymetli taşları görmek elmas, pırlanta gibi bidayetde dünyadır, nihayetde ilm-i ledünnidir. Pişmiş et ve yemek gıda-yı rüha işaretdir. Süt görmek fitrat-ı asliye-i imaniyedir. Şarab ve sair meşrubat bidayetde cezbe, nihayetde ahval-ı şerifedir. Fıstık, ceviz, badem kabuğundan ayrı olduğu halde terakkiye, kabuğu olursa ulum-i resmiyedir. Bunların yağı görülürse esrar-ı marifetdir. Çiçekler görmek maksüde yaklaşmağa delaletdir. Gül suyu ve gül yağı görmek esrar-ı mariftır. Tarla ve çemenzar ve akar sular taravet-i iman ve ihsana, amel-i salihaya işaretdir.
Fi beyan-ı Makam-ı Kalb
Gökleri ve yıldızlan görmek, envarın kalbe sirayet etdiğine işaretdir. Mesacid ve bilad ki ma’ mur ve müzeyyen ola, tasfiye-i kalbe işaretdir. Havuzlar, pınarlar, denizler, vasi’ sahralar, dağlar, akar sular, huri, gılman, cennet-i melaike ve kandil çerağlar cümlesi makam-ı kalbe işaretdir. Deniz üzerinde kendini yürür görürse ve yahud havalarda uçar görse nür-i zikrin kuvvetine işaretdir. Hamama girip tathir-ı beden etmek sıfat-ı kalbe işaretdir. Eğer kendi hanesini süpürür görürse kendi kalbini tathir ettiğine delildir. Eğer görse bir gemiye binmiş denizde gider, şeriata binmiş tarikatta seyr ettiğine işareıdir. Dehliz ve kuyular kendi vücüdundan kinayedir. Salah ve fesdla tabir olunur. Ulemayı görmek, meşayıhi görmek kuvvet-i akiledir. Asker, hizmetkarlar ki kendisine muti olduğu halde görürse nefsin kemal-i derece zebün olduğuna işaretdir. Güzel süretli kadınların kendisine hizmet ettiğini görürse nefsin tabiatına işaretdir. Bu dairede Tevhid-i efal kemal bulur.
Şeyhin dervişde hakkı: Emrine imtisal, Hakkın ta’zim, snrını ketm(gizlemek)
Dervişin şeyhde hakkı: Başlangıcda, tarike kabul, nihayetde tebliğ ve hıfz
Şart-ı tarikat beştir.
1 .Uluvv-i himet
2.Hüsn-i hizmet
3.Tasavvur-i ma’rifet
4.Hifz-ı hörmet
5.Ta’zim-i nasihat

Hasan Basri Tapdık Baba

Okunacak Kitap

OKUNACAK KİTAP



Üç bin yıldır mekan tutulan Maraş’ın saklı güzelliklerine vakıf olabilmek için çokça çaba göstermek gerekiyor.
İsmi bile dile geldiğinde yürekleri titreten Maraş’ın dünden bu güne hangi aşamalardan geçip bu güne geldiği ehline malumken artık bu bilgileri her insan okuyabilecek.
Maraş’ta olup bitenlerle ilgilenmek Türkiye gerçeğini ortaya çıkartacak düzeydedir.
Devlet olmak sırrı!
Alman Genel Kurmay Başkanı da Maraş’ta gelenlerden hitapta Helmuth Von Moltke’nin anıları şöyle başlıyor; “Dün yüksek dağlar üzerinden çok çetin bir yolculuk yaptık.Kar ve yağmur yağıyordu akşamüzeri geniş,muhteşem Maraş ovasına indiğimiz zaman sahne değişti söğütlerin ilk yaprakları sürüyor,özlü bir yeşil içlerinden gümüşten iki nehrin kıvrıla kıvrıla aktığı saatlerce genişlikteki tarlalar ve çayırları kaplıyor…”devamı kitapta.
Emeği geçenleri kutluyorum.

MİLCAN