Köroğlu Hikayesi

MARAŞ AĞZI KÖROĞLU HİKÂYESİ - 3

Tayların sıcaktan boyunları sünmüş, kulakları el terazisi gibi yana sarkmıştı. Gözleri çoramıklıydı, çapaklıydı. Çapakları kirpiklerine bulaşmış, bir kısmı da burunlarına aşağı akmıştı. Bakımsızlıktan belleri bellerine geçmişti. Eğe kemikleri, “Bir, iki, üç…” diye sayılır olmuştu. Tüyleri uzamış, kirli sarı bir renk almıştı. Taylar gübrelikte ağnandıkça uyuzlarına sürülen katrana gübre bulaşmış, gübre kokusundan tayların yanlarına yaklaşılacağı kalmamıştı. Tayların kımıldamaya dermanları yoktu ama, Yusuf taylar kaçar korkusuyla her ikisini de yelesinden yakalamış, çapaklı gözlerinden şapur şupur öpüyordu. Bir yandan da tayları inceliyordu. Evet, Deli Yusuf yanılmıyordu: Bu ikiz ve uyuz taylar hayalindeki atın, tay hâliydi. At hayal ederken tay bulmuştu. Daha iyiydi… Bir ata tayken emek verilirse, kişi onu istediği gibi eğitirdi. Tayları gübrelikten indirdi. Oralarda küsküç oynayan çocuklara sordu:
-Ulan çocuklar, bu taylar kimin? Nerede bunların evi?
Çocuklardan biri, “Hıh!” deyip küskücü çamura sapladıktan sonra:
-Deha şo kapı emmi, dedi. Fatma Karının evi.
Meğer Fatma Karı kimsesiz ve yaşlı bir kadınmış. Deli Yusuf atın dizginini omuzuna geçirdi. İki eliyle iki tayın yelesinden tutarak Fatma karının evine vardı. Avluya girdi:
-Ev sahibiii! diye seslendi.
İçeriden kocakarının sesi duyuldu:
-Kim o! Ne diyon!
-Tanrı misafiriyim Ana, gel hele!
Yaşlı kadın dışarıya çıktı. Çoktandır evine konuk gelmemişti. Yusufu görünce şaşırdı:
-Hoş geldin amma oğlum, bu köyün ağasına beyine kıran mı girdi de bula bula beni buldun?
-Benim işim seninle Ana, dedi Yusuf.
-Neymiş benimle işin, de bakalım.
-Bu taylar senin mi Ana?
Yaşlı kadın birden hırçınlaştı :
-Benim. N’olacak?
-Bana satar mısın?
Meğer köyün delikanlıları tayların uyuzluğu ile alay etmek için Fatma Karıya, “Bu tayları sat, kaç para istersen veririm.” derlermiş. Kocakarı bu sözlere kızar olmuş. Elindeki deynekle, tay lafı edenin kafasına, gövdesine vurur olmuş.
-Bre itin dölü, sen de mi benimle eğleniyorsun?
Deyip sopasını Deli Yusufa indirdi. Kocakarı haklıydı. Bu uyuz taylara kim para verirdi. Deli Yusuf kaçtı, kocakarı kovaladı. Yetiştiği yerde Deli Yusufun sırtına sopayı indirdi. Avluda dört döndüler.
Deli Yusuf varıp atından heybeyi indirdi. Kapının eşiğine bir avuç altın koydu. Aldı Deli Yusuf. Bakalım ne dedi:
1/15
Sensin bu köyün anası
Anam tayları bana sat
Bir avuç altın pahası
Anam tayları bana sat

Kocakarı sandı ki bu adam kendisiyle alay ediyor. Sopayı çekti. Yetiştiği yerde Yusufa vura vura avluyu bir daha dolandılar. Aldı kocakarı:
1/16
Gören seni adam sanır
Eğleşme ulan benimle
Hem yaşlıyım, hem de fakir
Eğleşme ulan benimle

Deli Yusuf heybenin yanına vardı. Bir avuç altın daha alıp eşiğe döktü. Aldı Deli Yusuf:
1/17
Ana sana ben ne dedim
Arayıp tayları buldum
İki avuç altın verdim
Anam tayları bana sat.

Kocakarı, Deli Yusufun niyetini kestiremedi. Bu öneri gerçek miydi, yoksa alay mı ediyordu? Bu uyuz taylara iki avuç altın verecek kadar aptal görünmüyordu, öyleyse alay ediyordu. Elini beline atıp söyledi:
1/18
Ulan seni tutmaz mıyım
Sakalını yolmaz mıyım
Bu tayları bilmez miyim
Eğleşme ulan benimle.

Deli Yusuf dinledi. Şu anlamı çıkardı: “Bu kadın tayların değerini biliyor. İki avuç altına bu tayları satar mıyım?” demek istiyor.
Varıp heybenin bir gözünü silkeledi, kesik makamdan bir daha aldı:
1/19
Bunlar tay değil fırtına
Sür denize bin sırtına
Bir heybe gözü altına
Anam tayları bana sat
Kocakarı iyice şaşırdı. Bu adam ya delinin biriydi, ya da kendisiyle eğleniyordu. Aldı kocakarı, bakalım ne dedi:
1/20
Bizim bağların siyeci
Ete batar acı acı
Bu altın ne, taylar neci
Eğleşme ulan benimle

Deli Yusuf içinden “Tamam. Bu kadın bu tayların değerini biliyor.” dedi. Koşup heybenin ikinci gözündeki altınları da “Caaav!” diye boşalttı. Atının dizginlerini saz misali tutup bir daha söyledi.
1/21
Deli Yusuf der n’edeyim
Başka param yok vereyim
Bir heybe altın ödeyim
Anam tayları bana sat

Kocakarı şöyle düşündü: “Bu adam benimle eğleşmeye eğleşiyor ama, bir de peki diyeyim. Bakalım ne olacak? “
-Peki oğlum, sattım.
Deli Yusuf avluda iki basıp bir sıçramaya başladı. Atı yedeğine aldı, tayları yelelerinden tutarak hızla köyden uzaklaştı. “Ya kadın vazgeçerse?” korkusuyla, “Al Allah kulunu, zapteyle delini!” deyip Erzurumun yolunu tuttu.
Kocakarı koşup bir çuvaldız getirdi. Altınları heybeye koyup ağızlarını dikti. Ahırdan beyaz mı beyaz bir at çıkarıp bindi. Heybeyi terkine aldı. “Ya bu deli adam pazarlıktan cayarsa?” korkusuyla Deli Yusuf atını nereye sürmüşse tam karşı yöne doğru atını dört nala kaldırarak köyden çıktı.
Bu tayların öyküsü neydi? Deli Yusuf yanılıyor muydu, yoksa haklı mıydı?
Meğer Nilin ötelerinden gelen bir kervan Osmanlı topraklarına doğru yol alıyormuş. Kervanda çok iyi cins kısraklar varmış. Bu cins kısraklara rastgele aygırlar aşmasın diye, öteki atlardan uzak tutuyorlarmış.
Kervan Nil kıyısında konaklamış. Cins kısrakları her zamanki gibi ötekilerden ayırmışlar. Yemlerini suları vermişler, tımar etmişler.
Dolunaylı bir geceymiş…
Vakit geceyarısını geçip, kervan uykuya dalınca, Nilde bir kıpırdanma başlamış. Sancılı bir kıpırdanmaymış bu… Sonra Nil çalkalanmaya, dalgalanmaya başlamış. Üzeri köpük köpük olmuş. Suyun ortası kabarmış; köpükten bir kubbe olmuş. Bu köpük yığınından dört yana sular fışkırıyormuş. Bu köpük birden parçalanmış, içinden köpüklerden daha beyaz bir deniz aygırı çıkmış. Derin Nilin üzerinde tozlu yolda yürür gibi şapır şupur yürüyerek kıyıya varmış. Göz açıp kapayana dek kısa bir zamanda kısrakların en beyazına aşmış ve geldiği gibi, nehre girerek kaybolmuş.
Kervanın seyisi sabah namazından sonra atları yemlemeye vardığında bir de ne görsün, beyaz kısrağa bir aygır aşmamış mı? “Eyvah!” demiş. “Bu kısraktan doğan tay rasgele bir tay olur. Ben bunu Osmanlı sultanına nasıl armağan edeyim?“ Ah, vah etmiş, dövünmüş. Cins ata bir soysuz aygır aştı sanmış. Kervandakiler düşünmüşler, taşınmışlar, kısrağı orada bırakmaya karar vermişler. Nil kıyısında giderken, Fatma Karının köyüne uğramışlar. Kocakarıya kısrağı vermişler. Demişler ki:
-Ana bu kısrak sende kalsın. Dönüşte yolumuz düşerse alırız, kat kat emeğini öderiz. Yok eğer yolumuz düşmezse kısrak sana anamızın ak sütü gibi helal olsun.
Kervanın yolu o köye bir daha düşmemiş. Beyaz kısrak günü gelince biri al, biri doru ikiz tay yavrulamış. İkisi de erkek olan bu taylar bakımsızlıktan zayıflamış, hastalanmış, uyuz olmuş.
Meğer Deli Yusuf bu tayların ne olduğunu bilerek almış. Bu taylar deniz aygırının dölündenmiş.
Alalım Yusuftan haberi:
Deli Yusuf, uyuz tayların çapaklı gözlerinden öpe öpe Erzuruma yaklaştı. Bey Çayırına varınca konakladı. Aşağı yukarı yarım saatlik yol kalmıştı ama deniz aygırının taylarına bir karşılama gerekirdi. Tayları ve atını çayıra saldı. Kendisi de erinmedi, üşenmedi ateş yaktı; nargilesine tütün bastı, ağacın birine yanını vererek nargilesini tokurdatmaya başladı.
Deli Yusuf, Erzuruma giden bir oduncu görünce seslendi:
-Heeey! Oduncuuu! Erzuruma mı?
-He gardaş…
-Bana Deli Yusuf derler. Lala Hüseyin Paşanın istediği atı getiriyorum. Var Hüseyin Paşadan muştuluğunu al. Ben burada kendisini bekliyorum.
Oduncu gitti.
Deli Yusuf, taylar hangi yana geçerse nargilesini oraya götürüyor, izlemeye doyamıyordu. İzledikçe coşuyor, coştukça nargilesini hızlı hızlı tokurdatıyordu.
……………………………………………………..…………………

Alalım oduncudan haberi :
Oduncu Erzuruma varınca doğru Paşanın konağına varıp, huzura çıktı.
-Paşam, düşmanının ömrü bu kadar olsun, dedi.
-Hayır mı?
-Hayırdır Paşam… Deli Yusuf istediğin atı bulmuş.
-Nerede?
-Bey Çayırında konaklıyor.
Paşa:
-Oduncuya muştuluğunu verin! diye seslendikten sonra sevinçle ayağa kalktı. Meğer İstanbulun kasapbaşı da Erzuruma gelmiş, Hüseyin Paşaya konuk olmuş. Hüseyin Paşa at konusunu ve Deli Yusufu Kasapbaşına anlattıktan sonra:
-Kasapbaşı, konuğumsun, kusura bakma, ama bende sabır kalmadı. İstersen birlikte gidelim, şu eşsiz atı bir görelim.
-Hay hay Paşam!
Hazırlandılar. Yanlarına Erzurumun ileri gelenlerini aldılar. Peşlerine askerlerini takıp Bey Çayırına doğru yola çıktılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder