Nedim

Nedim

2.21. Kelle-pûş: Takke yerinde kullanılır bir tabirdir. Başı örttüğü için bu tabir meydana gelmiştir. Kavuğun altına giyilirdi (Pakalın, 1993; 238 II. cilt).

Gayri der- kâr- ı safa gördükçe reşkinden hemân
Aşk- ı piçan gibi olup âşıka bend- i miyan

Ruy- ı pîçîden olunca çehre- i sâkide iyon
Râzını bî gânelerden eylemek içün nihân

Kelle- pûşun perde- i ruhsâr- ı âl eylerdi yar (Mus 233- VI/5) (bk. Resim 3).

2.22. Kemer: Bir şerit şeklinde yapılan ve giyilen esvabı belden sıkıp tutmak için veya sâdece süs olarak kullanılan ve bele yalnız bir defa dolanarak önden bir toka ile tutturulan şey.

Eski toplum hayatımızda kadın ve erkek tuvaletinde pek çok çeşidi kullanılmıştır.

1. Yüksek tabakanın kullandığı ağır kumaşlardan yapılmış ve çeşitli mücevherlerle bezenmiş murassa kemerler.
2. En kıymetli kumaşlardan yapılmış altın sırma ile işlenmiş kemerler.
3. İnce kuyumculuk işi altın ve gümüş tellerle örülmüş altın ve gümüş kemerler.
4. Altın ve gümüş paftalardan (plaklardan)yapılmış kuyumculuk işi murassa kemerler
Bu kemerlerin tokaları da kendi başlarına yüksek kıymetler taşıyan mücevherler olurdu. Kıymetlerine baha biçilmesi güç bu eski Türk kemerlerinin en güzel örneklerini Topkapı Sarayı Müzesindedir.
Eski bir gelenekti, düğünlerde gelin kızın beline babası, yoksa en yakını olan erkek, gücünün ölçüsünde kıymetli bir kemer bağlar, hediye ederdi.
5. Orta halli kimselerin, avamın bağladıkları alelâde kemerler; meşin kayış kemerler.
6. Palaska denilen kayıştan asker kemerleri. Tanzimattan sonra bu kemerin tokaları Osmanlı Devleti arması ile gemi çapası, top namlusu ve güllesi, ay- yıldız gibi amblemler taşımıştır.

Kemer zamanımızda da hayli yaygın olarak kullanılmaktadır; esvapların kumaşından veya en güzel, ince derilerden yapılmış, zarif tokalarla, fiyonglarla bezenmiş kemerler, çok güzel zarif giyimlerde yer almaktadır. Bilhassa deri kemercilik kendi başına sanat olmuştur.

Erkeklere gelince kemer, ancak pantolon kemeri olarak kullanılıyor. Kadın ve erkek pardösüleri, paltoları arasında da kendi kumaşlarından kemerle olanları vardır.

Eskiden bir de “altın kemeri” kullanılırdı; sağlam ve yumuşak bir bezden yahut yumuşak sahtiyandan 4- 5 parmak enlilikte iki katlı olarak kesilip dikilen bu kemerlerin iki katı arasına altın paralar yerleştirilip teker teker dikilir, tespit edilir ve kemer bele çamaşır altında, ten üzerine bağlanırdı; altın kemerleri tokasız idi, iki ucuna birer uçkur dikilir, kemer bele yerleştirildikten sonra bu uçkurlarla üzerinden sımsıkı sarılarak bağlanırdı. Altın Kemerleri, kervan devrinde, seyahatlar da kullanılırdı.

Bütün giyim eşyaları gibi güzelleri tasvir yollu yazılmış şiirlerde kemer üzerine de terennümlere rastlanır (Koçu, 1970; 152).

Desem ol şûha çözerken kemerin mestâne
Sevdiğim hançer- i gaddarına kurban olayım (G 317- 82/4).

Açıldı bunca muhkem kal’alar ey şûh- ı meh- pare
Kemer bendin senin feth etmeğe olmaz mı bir çâre

Gûşad eyle aman ol düğme- i zerrîni bir pâre
Meserret vaktidir ruh- ı revanın gül açıl şâd ol (Mus 248- IV/2).

Küleh şikeste vü ser- tâ- be- pay nahved ü nâz
Kemer güsiste zenah tâ- be- nâf hûsn ü cemal (K 38- 8/33).

Divanda; (G 291- 35/2), (G 298- 47/2), (G 355- 119/3), (G 340- 129/1), (K 18- 4/23), (K 31- 7/2), (K 34- 7/44), (K 46- 10/38), (Kıta 198- 81/1), (Mus 222- 1/2), (261- II, 2)bu beyitlerde geçmektedir.

2.23. Kuşak: Beli sıkı tutmak için sarılan uzun ve dar kumaş, şal vs. Eski Türk giyim kuşamında hem erkek hem kadın belinde çok önemli bir yeri olmuştur.

Erkek kuşakları iki çeşittir: Biri beli sıkmak için içdonu ve iç gömleği üstüne ve esvap altına, arkada kuyruk sokumu hizasından önde meme altına kadar dolanıp sımsıkı sarılır; bu iç kuşakları mevsime göre pamuk, pamukla karışık yün, yahut sırf yün kuşak olurdu. Diğeri üstlük kuşaktır; şalvar, çakşır, potur ve mintan üstüne sarılır ve saltanın, cepkenin, cameganın, yeleğin etekleri kuşak üstüne düşer. Zeybekler bu dış kuşaklarını göbek üstünden, hemen koltuk altlarına kadar pek nümayişli şekilde sararlardı. bu dış kuşakları; saranın kese kudretine, ictimaî mevkiine göre alelade, yün ve pamuk kuşaklardan başlar en kıymetli taşlardan, şallardan yapılmış kuşaklara kadar çıkardı. Eski Türk giyiminde beline dış kuşağı sarmayan erkek yoktu; yalın ayak yarı çıplak bir pırpırı dahi beline bir şey bulur sarardı. 1828 ten önceki eski kıyafette, daltaban kopuktan padişaha kadar herkes kuşaklıdır. Ancak saray hayatında bazen kuşak yerine erkek kemeri kullanılmıştır, hatta bazen kemer de kuşak üstüne bir lüks olarak kullanılmıştır. Silahlar da kuşak üstüne bağlanır ve takılırdı.

Eski kıyafette kuşak hem bir erkek süsü olmuş, hem de öne gelen kıvrımlarından cep gibi istifade edilmiştir. çevreler, bıçaklar, hançerler, çubuklar, tütün ve kav çakmak keseleri, para keseleri, enfiye kutuları, saatler, anahtarlar kuşak kıvrımları arasına sokulup taşınmışlardır.

Harcı alem dış kuşaklar beyaz, siyah yahut kırmızı pamuk ve yün kumaşlar olmuştur; esnaf tabakası, herhangi bir iş tutmuş bekar uşakları, kayıkçılar, hamallar, adamlık kılıklarında fırın uşakları, dellaklar hep bu tek renkli kuşakları bağlamışlardır; bu kuşakları bağlayanlar zamanımızda da vardır.

Eski kadın giyim kuşamında da entariler üstüne sarılan dış kuşakları önemli yer almıştı, bilhassa şal kuşaklar o eski kıyafetlere pitoresk bir revnak verirdi. Zamanımızda mükellef kadın dış kuşakları hiç görülmez.

Mütevazı ev hayatında kadın entarileri, kendi kumaşlarından yapılan bir uçkuru andıran dar kuşaklarla bağlanırdı, bu kuşaklar bele ancak bir defa dolanır ve önden bir düğümle bağlanırdı (Koçu; 1967; 160- 161).

Kuşağın tüğmesin çözmek de havfım yoktur ammâ kim
Yürek titrer kemer- bendindeki hançer husûsunda (G 335- 119/3).

2.24. Külâh: Türlü çeşitleriyle yüzyıllar boyunca yalnız erkekler ve asker ile her tabakadan halk tarafından giyilmiş bir serpuş; son külahlar cumhuriyet devrinde şapka kanununun çıkması üzerine fes ile beraber kalkmıştır.

Külahı kavuktan ayıran hususiyet, dikişsiz, bir tek parça keçeden yapılmış olmasıdır; külah denilince keçeden bir serpuşun hatıra gelmesi gerektiği halde ayrıca “Keçe Külah” tabiri de kullanılmıştır.

Mevlevi külâhı müstesna külahın tepesi sivridir. Külah hem sade, sarık sarılmadan “dal külah” olarak giyilir, hem de sarık sarılıp giyilirdi. Bütün esnaf tabakası külah giyegelmiştir. Kalender meşrep şairler tarafından esnaf civanları şanına yazılan manzumelerde, onların pitaresk kıyafetlerinden bahsederken külahları da unutulmamıştır, hem divanlarda hem de halk ağzı yazılmış destanlarda, koşmalarda, semaî ve türkülerde külahlı şehbaz tasvirlerine çok rastlanır (Koçu, 1967; 162).

Bir küleh başına fağfur da olsan besdir
Değmez ey hâce cihan mâli bu cüst ü cûya (G 349- 143/3).

Küleh şikeste vü ser- tâ- be- pay nahvet ü nâz
Kemer güsiste zenah tâ- be- naf hüsnü cemâl (G 38- 8/33).

Bana cevr ü sitem eksik midir baht- ı siyahımdan
Ne hâcet imtinân ol gırra mest- i keç- külâhımdan
Dem- i mestîde bâri sakınup şemşir- i ahımdan
Edüp câm- ı lebın asûde zehr- ab- ı nigâhımdan
Beni mahrûm- ı bezm- i vasl eden mest- i müdâm olsun
Dil- i mecrûhumun kanın içenler şâd- kâm olsun (Mus 227- 111/2).

Divanın muhtelif yerlerinde geçmektedir: (K 14- 3/14), (Kıta 133- 6/9), (Mus 235- 11/2), (G 349- 143/4), (K 36- 8/2)


Birgül Büyükçapar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder