Mektup


Selam Ali

Her şey gizlendi. Aşikâr olanlar bile gizlenerek kendilerine bir çekicilik verdiler. Nereye bakarsan sırların insanı yutan cazibesi, Doyumsuzluğun çağrısı… Yaşamak kendini zorla sunuyor bizlere… İçimizde duran bizde bulunan birden dönüşmüyor, hafif yalın şeylere… İlle de nar çatlayınca gözüküyor, kırmızı taneler. Kendimizi kapattığımız mahzende, kaç yıllık olduğumuz meçhul… Adı şanı belirsiz tarihimizin billurlaşan damlalarından kendimiz anlıyoruz. Bir yudum alan sarhoş… Ne olduğunu bilmeden dönüyor. Bizse kanıyoruz. Orda içimizde hava kabarcıkları… Kahkahalara kanıyoruz. Demimiz bir demin altında… Bir sekip giden kekliğin kanadında… Öyle bir zarafetle yürüyor ki deminiz herkes göz ucuyla olsun selam veriyor… Ateşin pişirdiği balçığı bütün alemler kutsuyor… Ayrılıp gelmişiz, ellerimiz böğrümüzde… Vücudumuzda bir kıvılcım dolaşıyor durmadan… Kuruntunun saraylarını yakan ateşte uzanıyor… Aramızda madenlerin erimesinden oluşmuş bir deniz… Bütün büyüklerini yayınlıyor… O’ küçük dünya umulmadık kadar geniş, yaşanmayacak kadar dar, ellerimiz büyünün dumanında. Nasılsa bütün insanlığı gizleyen, bizide onun hangi renk olduğunu bilinmeyen gözlerini de gizler… O’ oynak alevlerin çürüttüğü kalpler… her gece yüzüne derin çizgiler çeken hayaller, rüyalar… gündüzün yorgunluğu bir akşam gezintisinde unutup gelen, sisli yaşam örücülerinin dünyası. Beyazın vaz geçilmez bir tutku, sevda olduğu bir alemde, ağır ağır gezinen düş düşüncesini işleyenler… nerede kaldı en eski hazinenin bilgisiyle bileşmek…. Artık özümüzü sunuyoruz aleme… hayatın usaresi bir mey gibi ağzımızda acı bir tad bırakıp gidiyor. Birde o mahmur gözler ve kaynayan o deniz… geceye damla, damla düşerken sabah güneş ışıklarıyla ışıldarken, kuşluk rüzgarı geride hiç bir şey bırakmıyor. Uzaklaştıkça dünyadan, akşam vakti, yolu nu şaşıran yıldızların ışıltısıyla tekrar dönen benmiyim. Yoksa ayrılıp giden benim bir yanımıydı? Kendini her şeyimi bırakıyorum yayıyorum dünyaya geride ben. Dilimde kaybettiğim virdlerim, bir beyaz rüzgarın altında uçuşur dururuz. Sadece baktıkça uzaklaşan bir ufuk ve o gezgin korkularımız içinde dolaşmadık yer bırakmayacak. Her açtığı kapıdan içeri doluşanlar yanlarında yeni yeni renkler boyayacaklar, her yan renk renk kopkoyu… ah! Bu kadar doğal olanı görmeseydim. Doğal olana bu kadar uzak olduğumu bilmeseydim… yaşamaktan bu kadar korkar insan ancak …ben kadar …sen….bütün dünyada damla damla gönlüme yerleşiyor. Her damla düşümde pır pır uçan kuş içimde, biraz deli olmayan dünya ve prensesi cazibe . ellerimi o yabansı duyğuların arasından çekip, bir gövezi karanfile verdim. Oysa adımlarım gayet kısa… senin düşüncen uzadıkça uzadı, ahtopot gibi sardı dünyayı. Şimdi kendi kurduğun dünyanın tek tutsağı yine benim mor sümbüllü bir dağın eteklerinde kaldım. Gözlerim kapandı gördüklerim gereğin dışına taştı. Bitiştim dünyamın yalanlarına… hadi elini ver bana… düşünme artık kendini… beni düşün: benki sevdiğin insan… ama her taraf ben iken seni nasıl düşünebilirim. Sen diye düşündüğüm benim zaten kendimi böyle kandıramam ki… gözlerimi açtım ismimim unutmuşum… ve diğerlerinide bir zeytin ağacının gölgesinde… ha bre durmadan koşturuyor kalbim… onu görüyor geçiriyor. Bir türlü istediğinin nerde olduğunu seçmiyor. Ve bir ses yükseliyor denizlerin dibinden fırtına yolunu şaşırıyor… kalbim kaderini anlıyor birden… dünyadan uzaklaştıkça yakınlaştığımız yer neresi? Kendimize insana tanrıya yaklaştıkça nereye uzak kalıyoruz..? yoksa artık kestane gölgelerinde söylenecek sözlerimize bizlerde mi inanmıyoruz. Esmer bir gün geliyor. Kızıl bir gece… Hepsinin orta yerinde biz. Ne elimiz belli ne de gözümüz… Ağırlaşıyor rüyalarımız… ardına kadar açık kapılarımızdan tenhalık giriyor odalarımıza… Dönüyor ıssızlık çıngırak seslerinin sağırlığında… çok zaman önce aldığımız bir yara büyümeye başlıyor. Birdenbire kangren oluyor orada…. Acıyla koşuyoruz dağlara… Dağ dedimse sığınaklardan bahsediyorum. Çiçeklerden, düşlerden, yazılardan… Tepelerde türküler ilerliyoruz. Rüzgar alıp götürüyor onu da… bu ara çaresiz biliyoruz… Bir çeşme şarkı söylüyor bir kıza ve zambaklar çağırıyor bizi hayata… Yollar mahurlaşıyor… O yürüyüş meye kalb okuyor. Salına salına…. Gözlerimiz kanıyor şaraba. Artık sözlerin yeri yok hayatımızda…. Bir adım daha yaklaşıyoruz yakamızı bırakmayan acımasıza. Biliyorum ki anlaşılmazlık kolay. Anlamak ve gelişine dayanmak güçtür. İşte bak adımı unuttum yine yine unuttum harfleri….

Yusuf Pazarlı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder