SEZAİ KARAKOÇ ŞİİR ANLAYIŞI


SEZAİ KARAKOÇ
(D. 1933)
Fatih OKUMUŞ


II. ŞİİR ANLAYIŞI

Sezai Karakoç’a göre şiir “kelimeler ülkesi”dir. Bu ülkeye girmenin bir usulü erkanı vardır. 0 da ‘atalara uyarak” bu kelimeler ülkesine “gülle” girer. Şair adlı şiirinde de şaire şöyle seslenir “Ve sen şairsin kelimeler ülkesindeki bilge”.
Her ülkenin olduğu gibi “kelimeler ülkesi”nin de kendine özgü kanunları, nizamları vardır. Tüm sanatların kaynağı olan şiir, haddini bilmeli, kendi alanını muhafaza ettiği gibi başka alanlara da tecavüz etmemelidir.

A. Şiir Tüm Sanatların Kaynağıdır:

Sezai Karakoç’a göre şiir tüm sanatların kaynağıdır. Bütün sanatlar onun ateşini çalmış, böylece, her sanata şiir yayılmıştır. “Bunun içindir ki musiki parçasında şiir, resimde şiir, mimaride şiir, sinemada şiir aranır. Ama, yine de şair, şair olarak kalmak ve kaynağını saf ve arı korumak zorunda.”

8. Şiir Dinin Yerine Geçmeye Kakışmamalı:

“Şiir şiir olarak kalmalı, dinin yerine geçmeye kalkmamalı. Buna kalkarsa, kendi kendine de ihanet etmiş olur. Hz. Peygamber, bu ölçü içinde, şiiri yüceltmiş, şiir eğitimine değer vermiştir. (...) İslam isteseydi, cahiliye devrinin inançları gibi şiirini de yok edebilirdi.”

C. Şiir Diğer Sanatlar İçin Kullanılmamalı:

“Şiir görüntü gösterilerinin bir unsuru yapılmamalı. (...) Televizyon ekranları, tiyatro ve sinema salonları, şiirin bir kurban gibi boğazlandığı sunaklar olmamalı. (...) Yalancı tanrılar, putlar yaklaşamamalı bu tapınağa ve bu törene. Rahibi, şair olmalı bu törenin; Madem ki, kurbanı odur.” “Şair, eserinin, bütün art niyetler ve öbür sanatlar uğruna kullanılışına paydos demelidir.”

D. Edebi Sanatlar:

“Şiir için imaj ve her türlü edebi sanat gereklidir. Ama şiir bunlara kurban edilmemelidir. Çağımız şairleri de aslında bütün sanatları gerektikçe kullanmışlardır. Şu farkla ki, onlar, bunu adeta, şuuraltından yapmıştır. Adeta bilmiyormuşçasına.”

Evet, çağımız şairlerinin çoğunun bu edebi sanatları bilemeyecek tarzda yetiştikleri açıktır. Belki de şuuraltından edebi sanat kullanmak, Amerika’yı yeniden
keşfetme çabasıdır.

E. Sanat Eseri, Yaratışın Taklididir:

Kula ‘yaratma kelimesinin izafe edilmesi meselesi tartışmalıdır. Estetik biliminde çok tartışılan bir mesele de taklittir. Karakoç, gerçek sanatçının yaratma eylemini taklit ettiğini söyleyerek konuya orijinal bir açılım kazandırmıştır. Sanat eseri üretme ameliyesinin püf noktası işte burasıdır.

“Sanat eseri, yaratışın taklididir, yaratılanın değil. Yapıt, yaratılanın taklidi
oldukça değerden düşer. Yaratışın her an yeni kalışındaki, orijinal oluşundaki sırrı
anladıkça da yoğunlaşır.”
F. Sanat Eseri Bir Ülküye Alet Olabilir:

Günümüzde de tartışması sürmekle birlikte, Karakoç’un edebiyat dünyasında ilk boy gösterdiği yıllarda hararetle tartışılan, sanat eserinin ideolojik bir mesaj taşıyıp taşıyamayacağı, bir davaya alet edilip edilemeyeceği tartışmasına “Sanat güdümlü de olabilir, şartlanmış da. Bir ülküyle şartlanmak, sanat eserinin estetik bir değer almasına engel değildir. Çünkü bir sanat eseri, bir ülküye alet olduğu kadar, o ülküyü alet olarak kullanır. Bu açıdan, sanatın işlemi çift değerlidir, kullanır ve yayar.”

G. Şiirde İnsan:

“Merdüm-i dide-i ekvan” olan insandan müstağni kalan şiir uzun ömürlü olamaz. Aslında yalnız şiir için değil her sanat, her düşünce için geçerlidir bu hüküm. Ancak her sanatın, her felsefenin, her dinin insana bakış açısı, insanı ele alış tarzı farklıdır.
“Roman, somut insanın peşindedir. Şiir soyutlaştırmıştır insanı. (...) Yani roman, genel insanı bile özelleştirir, somutlaştırırken, şiir, özel kişiyi, genel insanı olduğu gibi, niteliklere indirir, soyutlar; bu şartla özel kişilerin kokusunu taşıyabilir. Somut insan, en çok, bir enstantane olarak şiire girebilir.”
“Şiirin gerisinde insan olmalıdır. “Her çağda, her şiirle yenilenen” İnsansız şiir tez ölür. Şiirimizdeki bazı serüvenler, iyi olmayan örnekleriyle tepki ya da ilgisizlik uyandırıyorsa, insansızlıklarındandır 0 şiirlerin. Şiirine insan ya insanlık fonunu koymayanlar kaybedecek, okur, şiirlerinde, bozuk bir geometriden başka bir şey bulunmayanları fark edecektir hemencecik.”

H. Şiirde Mantık:

Sezai Karakoç’a göre şair, düşünceyi, ya olağan dışı bir zekayla donatarak, ya aptallaştırarak kullanır. Şiir mantığı, düz yazı mantığı ile başlar; en az odur. Ama onunla yetinmez; onu, kendi yapısının gereği işlerle yükler. Eski şiirle yeni şiiri ayıran, mantık karşısındaki durumlarıdır. “Yeni şair, mantık karşısında daha açık ve daha aktiftir. Her şiir geldikçe mantık değişir gibi oluyor. Giderek bir özel mantık doğuyor (Şiir mantığı), adeta.”

İ. Şiirde Form:

“Şiirin birimi şiirdir. Onu biçim (şekil) ve öz (muhteva) diye ikiye ayırmak sadece poetikada olabilir. Yoksa biçim ve özü şiirden ayrı ayrı çekip çıkarmak mümkün değildir. Kendine mahsus bir özü olmayan şiirin biçimi de yok demektir. Var gibi görülen ses ve geometri, sadece boş bir kalıptan başka bir şey olamaz. Nasıl ki maskeye de insan yüzü denemez. Öte yandan, biçimi olmayan şiirin özü de yok demektir. Yüzü olmayan insan olmayacağı gibi, şekilsiz şiir de olamaz.”
Sezai Karakoç’a göre klasik şiirle modern şiiri ayıran, ilk bakışta sanıldığı gibi birinin, formu olan şiir, öbürününse şekilsiz (amorf) şiir olması değil, sadece, birinde, ortak biçiminin görünür planda, farklılıkların daha iç planda olması, öbüründeyse, tersine, farklılıkların görünür planda, ortak yanlarınsa iç, görünmez planda bulunmasıdır.
Karakoç, vezin ve kafiyenin aslında tamamen kaybolmadığını serbest nazımda gizli bir aruzun söz konusu olduğunu, kafiyenin de mısra içlerine kaydığını ve daha genel bir çağrışım düzeni halini aldığını söyler.
“Vezin ve kafiyenin görünüşte ölümüne aldanmamalı. Aruz ve hece sesi, her şiirde, belki her mısrada değil ama, yer yer, yoklamasını yapıp durmada. Gizli bir aruz, gerçek şiiri içten besleyen, ses mimarisi, tarihin ölmez mirasıdır. Kafiye, belki, sondan mısra içlerine kaymış, daha genci bir çağrışım düzeni haline gelmiştir. Serbest nazım ya da şiir dediğimiz zaman, akla düz yazının bir türü, ya da bütün koşullardan bağımsız bir şiir türü gelmemelidir. Serbest nazım ya da şiir, vezni ve kafiyesi şairi tarafından aranıp bulunan, sonra da şiirde kaybedilen şiir demektir.”

K. Gelenek ve Şiir:

Uygarlık süreğendir. Sezai Karakoç yeniliği “geleneğe bir adım daha attırmak” olarak anlar. “Her yeni uygarlıkta, bazı arketiplerin ve leitmotiflerin ön plana, bazılarının da arka plana geçtiği görülür. Kimisi, gelişir, serpilir, güneş gibi parlar. Kimi atan hale gelir. Ay gibi bulutlar arkasına saklanır. Kimi arkaikleşir, kimi güncelleşir. Ama, aslında, şu ya da bu şekilde, her biri hayatını şiirlerde sürdürür,”

“Her yeni şair, onlardan vareste kalamaz. Her yeni şiir, onların içinde doğar. Ve onlar, ne kadar değişik olursa olsunlar, ne yapıp ederler, her yeni şiirin içinde yeniden doğarlar.”

Gelenek, uygarlığın kendi bünyesinde taşıdığı, şairin istese de kurtulamayacağı bir özdür. “Aslında ne gazel ölmüştür, ne de kaside. Küçük aşk şiirleri, gazelin süreği değiller midir? Kasideler, mevsim tasvirleriyle başlardı. Şimdi, kaside uzunluğundaki şiirler, kimi zaman yaz, kış, sonbahar, bahar şiiri adını almakta, ya da onlardan yola çıktıktan sonra kasidelerde olduğu gibi, asıl konuya girmekte. Kasidelerde kişilere olan bağlılık, günümüzde doktrinlere, sistemlere, dünya görüşlerine bağlılık biçimine girmiş durumda. Kitaplık çapta şiirler de Mesnevilere karşılıktır,”
Şiirimiz mensubu bulunduğumuz İslam uygarlığından beslenmiş ve sırası geldiğinde İslam şiirinin meşalesini de taşımıştır. “Nasıl Osmanlı varyasyonu, İslam Uygarlığı içinde üçüncü büyük atılımıdır. Şiirimiz, Arap ve Acem şiiriyle, ortak bir köke sahiptir bu yüzden Ama orijinalliğe erişmiştir. Orijinal olmak demek, köksüz ve geleneksiz olmak demek değil, tam tersine, çok cepheli, engin bir gelenek temeli üzerinde yeni olabilmek demektir. Divan şairlerimiz, daha önceki, Arap ve Acem, ya da çağdaşları Acem şairleriyle yarışmışlardır. Onları taklit etmemişler, onlarla yarışmışlardır. 16. yüzyıldan sonra da yarış bayrağını artık bizim şairlerimiz elden ele devreder olmuştur. Şiir meşalesi bize geçmiştir (1988, s.106)
Yenilik, geleneğe bir adım daha attırmak şeklinde anlaşılmıştır. Mazmunların dışını değil, içini yenilemişlerdir. Bir Baki mazmunu, bir Nedim mazmunu, bir Galip mazmunu vardır. Ayni mazmunun çağ çağ yenilenişi ve zenginleşmesi olarak.
“Tümüyle Divan şiirimiz, sanki, 500-600 yıl yaşamış ve hiç ihtiyarlamamış bir
şairin Divanı şeklindedir. Her yüzyılda yeniden gençleşen bir şairin divanı.”
Sezai Karakoç serbest şiirin köksüz ve nevzuhur olduğu iddialarına karşılık
kendi tercihi de olan bu tarzı savunur. Avrupa’nın serbest şiiri Endülüs yoluyla
aldığını belirterek, bu tarzın İslam uygarlığının öz malı olduğunu hissettirir.
“Serbest şiir, sanıldığı gibi, yirminci yüzyılın getirdiği bir tarz değildir. Eski Yunan, Latin ve İslam öncesi Arap ve Türk şiirinde de örnekler vardı. Vezin ve kafiyenin, bir kale duvarı sağlamlığı ve düzenine, ancak İslam uygarlığında ulaşıldı. Batı da bu düzeni, Endülüs yoluyla aldı. Hem seste, hem biçimde, hem de konularda, modern çağ batı şiirinde devrim, Endülüs etkisiyledir.”

L. Na’t

Sezai Karakoç na’t türüne özel bir önem verir. Na’t’ı şiirin ufku olarak niteler. Kendisi de na’t yazmıştır. “İnsanın ufku mümindir. Müminin ufku Peygamber. Peygamberin ufku da, mutlak gerçeklerin habercisi, her peygamberi şahsiyetinin katlarında bir yaprak gibi bulunduran Son Peygamber... Peygamber nasıl insanın ufkuysa, Na’t da şiirin ufkudur.”
Na’t “sahabeliğe bir uzanış”tır. “Na’t, Peygamberin şiirle yapılmak istenen bir portresidir. Her şair, durduğu yerden ve görme kabiliyeti ölçüsünde Ona bakar; O büyük mükemmelliğin karşısındaki duygularını zapt etmeğe çalışır. Bütün na’tlar adeta, tarih boyunca yapılan tek bir portrenin farklı cephelerden birer örneği gibidir ve tek bir portre içindir.”

M. Şiir ve Şair Ölmeyecektir:

Çağdaş toplumda şiirin ve şairin değerinin bilinmediğinden şikayetçi olan
Karakoç, her şeye rağmen şiirin ve şairin geleceğinden ümitlidir.
“Şiir ve şair ölmeyecektir. Çünkü: insan ölmeyecektir. Çünkü: hakikat ölmeyecektir.” diyen Şair’e göre “şiir, hakikatin, yüzülebilecek bir derisi değil, ;çıkarıldığında, insan hakikatinin hayattan yoksun kalacağı kalbidir, Şiir, hakikatin, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir.

KAYNAKLAR

KARAKOÇ, Sezai. 1985. İslam’ın Şiir Anıtlarından. Diriliş Yayınları. İSTANBUL.
KARAKOÇ, Sezai. 1987. Şiirler VII (Ateş Dansı). Diriliş Yayınları. İSTANBUL.
KARAKOÇ, Sezai. 1988. Edebiyat Yazıları-I. Diriliş Yayınları. İSTANBUL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder