Varidât

Şeyh Bedreddin

Yüce Tanrı, “Allah’ın insanlara verdiği rahmeti önleyebilecek yoktur. O’nun önlediğini de ardından salıverecek yoktur.’ buyurmuştur. Bu ayetin anlamlarından birisi de şöyledir: Allah, insanları bir peygamber veya veli yardımıyla hidayete (doğru yola) götürmeyi isterse, O’nu önleyecek hiç kimse yoktur ve istediği şüphesiz gerçekleştirilecektir. “Allah kafirler istemeseler dahi, nurunu muhakkak tamamlar.”
Ruh, araçlar yoluyla ortaya çıkan bedene mahsus fili ve hareketlere verilen addır. Bazı bilgin ve mütekellimlerin de söylediği gibi, bu olay bedenden sonra ortaya çıkar. Misal alemi aracılığıyla ortaya çıkan nesneye de, ruh adı verilir. Ruh bedenin meydana gelmesinden iki- aşama öncedir; çünkü misal alemi bedenden bir aşama öncedir ve görüntüsüdür. Ruhlar alemi de, misal aleminden bir aşama öncedir ve böylece ruh bedenden iki aşama öncedir. Belki de Hazret-i Peygamber (S.A.V.); “ruhlar bedenlerden iki bin yıl önce yaratıldı” hadisiyle bunu belirtmiştir. Burada iki bin yılla iki aşama kastedilmiştir. Bununla ruhların belli bir zaman süreci içerisinde ortaya çıkması gerekliliği yoktur. Allah’ in selamı ona olsun Peygamber, her aşamayı bin yıl olarak düşünmüş ve gönlüne nasıl gelmişse, öyle bildirmiştir, Bu durumun izahı belirttiğimiz gibidir; bunu ihmal etme, çünkü birçok olay bu şekilde ortaya çıkar. Peygamber’in bu düşüncesine göre tahakkuk eden halleri, cahiller izah etmekten aciz kalmışlar ve onları olduğu gibi bırakmışlar. En uygunu budur ve onları Allah’ın ehli ve kmil1er bilirler. Hazret-i Peygamber’e görünen hallerin çoğu, duyular şekliyle kimsenin bulunmadığı durumlarda gerçekleşmiştir. Bu durumlarda ortaya çıkan haller, genellikle izah edilmesi gereken görüntü içinde olurlar, tıpkı Allah eh- Unlu katında olduğu gibi. Şayet, “Neden Peygamber bunları açıklamadı ve olduğu gibi bıraktı?” denirse, cevabı şöyledir: İzah etme yetkisi yoktu ve o zaman gerekli olan şimdi gereksizdir.

Şu gafillere ne denebilir. Çalışıp hakikatleri öğrenme yolunda bir çabaları olmadığı gibi, olgun kişilerin söylediklerini anlamak kabiliyetine de sahip değiller. Bu cahillerin yüzünden sıkıntıya düşen olgunlara acımak gereklidir. Zira bunları bu dalaletten kurtarmak için ellerinden hiç bir iş gelmez. Buradan kurtulanlar olsa dahi, başka bir dalalet vadisine yönelirler. Ey kör ve mutsuz kişiler! Niçin öğüt verenlere inanmıyorsunuz?

Hazret-i Peygamber (S.A.V.), “Kur’an’ın dış ve iç anlamları bulunduğunu ve iç anlamlarının da kendi içinde yedi iç anlamı daha içerdiğini” belirtmiştir. Dış anlamla çelişkiye düşen bir izah yaparsak, dış anlamı inkar ettiğimiz anlamına gelmez. Biz dış ve iç anlamın da içten yediye ayrıldığını söylüyoruz. Biz sekiz anlamı da bir araya toplamışız. Kur’an ve hadis dış ve iç anlamlarıyla haktır. Ancak mecazi (gerçek olmayan) bir anlam çıkarılırsa, uygun olmayabilir. Tıpkı dünya gibi, ben uyurken veya uyku ile uyanıklık arasında iken, bana hitaben bir şeyler söyledi ve bu söyledikleri arasında, beni Allah’tan uzaklaştır sözleri de vardı. Sanki bu sözleri, ona söylemek istiyordu. Yine bir an uyku ile uyanıklık arasında iken, ruhumun bana göründüğünü ve bir ışık ve güneş parıltısı gibi vücudumu sardığını hissettim. Bu ışığın bir amacı yoktu. Sevinçten içimi heyecan ve ağlama kapladı ve sanki birisi bana ahiretle dünya arasındaki farkın, yaşlılıkla gençlik arasındaki farka benzediğini söylüyor gibiydi, veya benim gönlüme öyle geliyordu. Diğer bir deyişle genç olan bir kişiye belli bir durumdayken genç deniyor, belli bir süre sonra değişip, ona yaşlı dendiği gibi, dünyaya da bir zaman gelir üiret adı verilir. Fakat diğer bir zamanda yine değişir. Bir gün sırtı- mı dayamış, hafif bir uykuya dalmıştım, bütün varlığı Allah olarak görüyordum. Allahu teala benim dilimle “Ya Allah” diye seslendi, bütün dünya sanki oydu ve dilim diliydi. 0 dille “Ya Allah” derken heyecandan kendimden geçtim.

Seven sevilene doğru gitmekte ve yaklaşmaktadır. Görmüyor musun, gündüz yaklaşınca, (an vakti gündüzden, gece yaklaşınca da şafak kaderin yerini alır. Biri diğerini tamamladığından dolayı ikisi kardeştir. Böylece sabreden kişi, nesneyi olduğu gibi yansıtmamıştır. Bu vakit sabahtan gündüze kadar sabr ile geçer ve şu hükmü alır “Akşamdan geceye kadar sabredip, hikmetler elde eder.” Hazret-i Peygamber, şöyle buyurmuştur: “Kim ki sabah edip bütün derdi dünya işleri ise, Allah’la hiç bir ilgisi yoktur ve Allah onun gönlü- ne dört özellik verir: Sonsuza kadar peşini bırakmayacak üzüntü, ebediyen bitiremeyeceği bir iş, keza sonsuza dek zenginliğe kavuşmayacağı yoksulluk ve hiç sonu gelmeyecek bir beklenti.”

Sofi vaktin oğludur; o, vaktini tasalanmayla ve geçmişi düşünmekle boşa harcamadığı gibi geleceği de fazla düşünmez. Çünkü uzun bir ümitle vaktini Allah’a yönelmekle, kendini arındırmakla ve o zaman içerisinde Allah için gerekli olanları düşünmekle geçirir. Sofinin tanımları şöyle yapılabilir: O, sadece bir yolu ve bir geleneği seçmemiştir. Her zaman ve ne şekilde olursa olsun Allah’la birliktedir. 0, Allah’tan başkasına bakmaz. Bazen insanlarla alakadar olup, gönüllerinin Allah’a bağlanması için çaba harcar; bazen da kendisi Allah’la alakadar olur ve bu iki alakadarlık arasındaki farkın önemli olmadığını görür. Her ne kadar iki durum arasında fark yasa da, ikisi de Hak’tır. İşler niyetlere bağlıdır ve sofi kişi de vaktin oğludur.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder