Köroğlu Hikayesi

Hacı Ali ÖZTURAN

Görelim Kırata ne söyledi:

Koç Kıratım huysuzlanma kişneme
Gelen benim oğlum senin ağandır
1/41 Onu tanımadın hatâ işleme
Gelen benim oğlum senin ağandır

Koç Kıratım yaklaş ağanı tanı
Ağan olacaktır dağlar sultanı
1/42 Issızca yerlerde koca kervanı
Bölen benim oğlum senin ağandır.

Bunun üzerine Kırat, Aliye yaklaştı. Burnunu uzatıp kokladı. Deli Yusuf devam etti.

Yusuf der ağanın öp ha elini
İncitme ağanı hoş tut gönlünü
1/43 Beraber olunca intikamımı
Alan benim oğlum senin ağandır

Deyip kesti. Kırat, Aliye yaklaştı. Öper gibi elini yaladı. Ali de Kıratın yanaklarını öptü, bağrına bastı; okşadı, sevdi. Bir anda birbirlerine alıştılar.
Deli Yusuf:
-Oğlum, bu atı sakın elinden çıkarma, dedi. Onu hiçbir şeye, hiç kimse-ye değişme. Ben iki yıldır bu atla konuştum. Derdimi ona açtım. Sevinçli olduğumda sevincimi; üzüntülü olduğumda üzüntümü onunla paylaştım. Kırat çok duyguludur, çok akıllıdır, çok sadıktır. İnsanoğlu arasında bile Kırat gibi sadığı az bulunur. Senin eşin, dostun, yoldaşın, kırk yiğidin bu olsun. Şimdi şu dediklerimi yap: Kurbağalı Arkın altındaki bahçemizi üç gün sula. O denli su tut ki, içine adam giremez olsun. Bahçe bahçelikten çıksın, bataklık olsun. Suyu bahçeye çevirdikten sonra git, saraç Ahmeti buraya getir.
-Peki baba.
Ali gitti. Suyu bahçeye çevirdi. Sonra varıp Ahmet ustayı buldu. Alıp getirdi.
Ahmet Ustanın gözü karanlığa alışınca şaştı kaldı :
-Yusuf Ağa, o tay bu at mı? Diye sordu.
-Evet. O tay bu at.
-Yusuf Ağa, o zaman ben bile seni suçlamıştım. “Koca Paşaya böyle uyuz tay getirilir mi?” demiştim. Meğer sen haklıymışsın. Demek Paşa sana gerçekten zulüm etmiş.
-Ahmet, Ahmet onu dokuzu bırak. Bu ata koşum gerek. Eyer, üzengi, dizgin gerek. Hepsini de en iyisinden yapacaksın. Paradan yana tasalanma. Ölçünü al git. Amma üç gün sonra hepsi de hazır olacak.
-Peki Yusuf Ağa.
Ali Ahmet Ustayı götürdü, dönüşte nalbant Zihni Ustayı getirdi.
Nalbant da Kırata şaştı. Bir ata bir kapıya baktı.
-Yusuf Ağa, dedi, paşa da yanılmış, biz de yanılmışız. Burasını anladık da, bu koca at şu küçük kapıdan nasıl girip çıkıyor, ben buna şaştım.
Kıratın o kapıdan küçük bir tayken girdiğini, bir daha da çıkmadığını ne bilsin? Deli Yusuf açıklama yapmadı:
-Sen atı nalla, paranı al keyfine bak, dedi.
Nalbant Kırata bakmaya doyamıyordu. Kıratı nalladı.
Nalbant Zihni, Deli Yusuftan ayrıldıktan sonra her gördüğüne Kıratı an-lattı. Etti, edemedi, ertesi gün sarayının yolunu tuttu. Paşanın huzuruna çıktı.
-Paşam, Deli Yusuf haklıymış, dedi.
-Kim bu Deli Yusuf?
-İki yıl önce Bey Çayırında gözlerine mil çektirdiğin Yusuf var ya, işte o.
-Haa, şu uyuz tayları getiren seyis...
-Paşam o uyuz tayı bir de şimdi göreceksin.
-Nasıl?
-Nasıl anlatayım ki… Aynen Deli Yusufun anlattığı gibi olmuş. Önden bakarsan geyik gibi, yandan bakarsan kayık gibi, arkadan bakarsan hüyük gibi.
Paşanın gözleri fincan gibi büyümüştü. Nalbant anlatmayı sürdürüyor-du:
-Duruşu şimşir gibi, kulakları makas gibi. İnsan gibi akıllı bir hayvan.
Paşa sayıklar gibi konuştu :
-Deniz aygırı dölü dediydi. Demek doğru söylüyormuş. Neyse… Olmuş işin yanlışı olmaz. Beş on asker göndereyim. Atı alıp getirsinler.
-Şimdi vakit akşam oldu Paşam. Kaçacak değiller ya, yarın varıp atı al-sınlar.
-Haklısın Usta, öyle yapalım.

………………………………………………………………………

Atalar boşuna dememişler “Bugünün işini yarına bırakma!” diye. Paşa yarın ne olacağını ne bilsin… Lala Hüseyin Paşa atın düşüyle sancılana dursun alalım haberi Deli Yusuftan…
Deli Yusuf gözlerine mil çekildikten sonra nesi var nesi yok satıp ye-mişti. Atlarını, tarlalarını, bahçelerini, hepsini satmıştı. Mahallelisi Arif Efendiyi çağırdı. Elinde kalan evi ve Kurbağalı Arkın altındaki bahçeyi de ucuz pahalı demeden Arif Efendiye sattı.
-Anahtarı komşuya bırakırım Arif Efendi, dedi. Yarın evini teslim al. Tuz ekmeğimiz var, hakkını helâl et.
-Helâli hoş olsun.
Ertesi günün sabahı Ali geldi:
-Bahçe hazır baba, dedi.
-İyice sulanmış mı? Bataklık gibi olmuş mu?
-Adam boyundaki sopayı daldırdım, bataklığa girer gibi girdi.
-İyi, istediğim gibi olmuş. Git kılıcını kuşan. Arıstaktaki yılan dili eğri hançeri kuşağının arasına sok. Gürzünü, külüngünü, yayını, sadağını, kalka-nını getir, atın eyerine as. Arif Efendiden aldığımız parayı halı heybeye koy. Kapıyı kilitle, anahtarı bitişik komşuya ver, buraya gel.
Ali çıktı, söyleneni yaptı. Silahlarını getirip, Kıratın eyerine astı.
-Eyere çık, otur.
Ali eyere oturdu. Deli Yusuf, Alinin terkine bindi. Ali:
-Balta getireyim mi baba? diye sordu.
-Balta mı? Ne baltası? N’olacak?
-Baba bu koca at, üzerinde biz de biniliyken, bu ufak kapıdan nasıl sı-ğar? Baltayla kapıyı kıralım, yükseltelim.
Deli Yusuf kızdı:
-Oğlum ben bunun yemini gün oldu yüksekte yedirdim, gün oldu yerin bir arşın altında yedirdim. Niye? Yüksekleri eleğimsağma gibi aşsın diye. En küçük delikten kirpi gibi yumulup geçsin diye. Vur bakalım mahmuzu.
Ali Kıratın bu küçük kapıdan sığacağına inanmadı ama, babasının sözü-nü tuttu. Kıratı hafifçe mahmuzladı. Kırat birden atıldı. Kirpi gibi yumulup kapıdan geçti, gün ışığına çıktı. Yıllardır güneş görmeyen Kıratın gözleri kamaşmıştı. Heyecanla kişnedi. Sevinçle başını iki yana salladı.
Ali bu işe şaşıp kaldı. Deli Yusuf, Alinin gözlerinde bir kez daha büyü-müştü.
Anahtarı komşuya bıraktılar. Bahçenin yolunu tuttular.
Bu sırada Lala Hüseyin Paşanın gönderdiği Reyhan Arap komutasındaki askerler Deli Yusufun evini bulmuştu. Reyhan Arap gürzle kapıya vurdu. Evden ses çıkmadı. Bu kez gürzünü kapıya “güm güm” vurmaya başladı. Evden yine ses çıkmadı. Bitişik evden yaşlı bir kadın kafasını uzatarak dedi ki:
-Anahtarı bana bıraktılar oğlum. Yeni ev sahibi siz misiniz?
-Ne anahtarı Ana? Nerde Deli Yusuf?
-Deli Yusuf evi sattı oğlum. Anahtarı da bana bıraktı.
-Kendisi nereye gitti?
-Bahçeye doğru gittiler. Şu yana…
Reyhan Arap:
-Davranın döller, kaçırmayalım, dedi.
Atlarını bahçeye doğru dolu dizgin sürdüler.
………………………………………………………………………
Alalım bizimkilerden haberi:
Deli Yusuf bahçeye gelince attan indi. Kıratın kulağına eğildi. Kesik makamdan söyledi, bakalım ne söyledi:
Batak eyledik bayırı

Utandırma beni Kırat
1/44 Baban bir deniz aygırı
Utandırma beni Kırat
Şapur şupur yürüyesin

Tozlu yol gibi gidesin
1/45 Dolaşıp geri gelesin
Utandırma beni Kırat
Deli Yusuf seni bekler

Elin açmış dua eder
1/46 Bizde çaba sende hüner
Utandırma beni Kırat

-Haydi oğlum mahmuzla atı.

Babası öyle dedi ama Ali korktu. Bu bataklıktan geçmesi için Kıratın kanatlarının olması gerekirdi. Bir türlü Kırata mahmuz vuramadı. Deli Yusuf, varıp Kıratın sağrısına bir şaplak vurdu:

-Haydi oğlum, haydi Kıratım, dedi.

Kırat kişneyerek bataklığa daldı. Ali korkusundan Koç Kıratın üzerinde küçüldükçe küçülmüş, serçe kadar kalmıştı. Oysa Kırat deniz aygırının dölüydü. Deniz aygırı babasının Nil nehrinin üzerinde koştuğu gibi şapur şupur bataklığa dalmıştı. Tozlu yolda yürür gibiydi. Bahçeyi dolanıp geldiler. Ruşen Ali sevincinden kabına sığmaz olmuştu.

Deli Yusuf heyecanla Kıratın ayaklarına eğildi, tek tek yokladı. Kıratın tırnaklarından yukarısına çamur bile bulaşmamıştı. Yalnız arka ayaklarının birine fındık büyüklüğünde bir çamur yapışmıştı. Deli Yusuf, oğluna:

-Sen korkmuşsun Ali, dedi. Korkmasan bu çamur da bulaşmazdı.
-Yalan iyi değil baba, korktum. Bataklığa saplanır kalırız sandım.

Yusuf nal sesleri duyarak sordu:
-Kimler geliyor?

Ali elini güneşe siper edip baktı:

-Bunlar Paşanın askerleri baba. Bizi yakalamaya gelmesinler?
-Bize değil oğlum, Kırata geliyorlar, Kırata... Bize yol göründü. Bin bakalım.

Ali Kırata bindi. Deli Yusufu terkine aldı. Askerleri beklemeye başladılar. Askerler iyice yaklaşıp da nâraları duyulunca:

-Sür oğlum bataklığa dedi, Deli Yusuf.

Ruşen Ali Kıratı, üç gün boyunca sulayarak bataklık haline getirdiği bahçeye sürdü. Kırat bahçenin bir ucundan girdi öbür ucundan çıktı. Askerler sandılar ki, Kıratın geçtiği çamuru kendileri de geçerler... Onlar da atlarını bahçeye vurdu. Ama o bahçeyi ancak deniz aygırının dölü geçebilirdi. Bataklığa giren saplandı, giren saplandı... Kimi atından vazgeçti, kimi gerisin geriye döndü. Kırat ise çoktaan dağların yolunu tutmuştu.

………………………………………………………………………

Biraz sonra Ali arkasına baktı. Bir atlı diğerlerinden öne çıkmış, hızla yaklaşıyordu.

-Askerlerden biri yaklaşıyor baba, dedi.
-Atının rengi ne?
-Doru
-Göster bana hendeği boru!

Meğer doru at hendekli, borlu arazide hızlı gidemezmiş. Ali Kıratı hendekli, borlu araziye sürdü. Kırat hendeklerden ceylan gibi sıçrayıp geçiyordu. Ama doru at kesilip kaldı.

Biraz sonra Ali arkasına bakınca bir atlının kendilerine yaklaştığını gördü:

-Bir atlı yaklaşıyor baba, dedi.
-Atının rengi ne?
-Al…
-Kıratı çalılığa sal!

Meğer al at çalılık arazide hızlı gidemezmiş. Ali Kıratı çalılığa vurdu. Kırat çalıların üzerinden eleğimsağma gibi aşıyordu. İniş aşağı giderken çalıların üzerinden keklik gibi süzülüyordu. Al at bir iki çalı sıçradı sonra kesildi, kaldı.
Biraz sonra Ali başka bir atlının yaklaştığını gördü.

-Bir atlı daha yaklaşıyor baba, dedi.
-Atının rengi ne?
-Kır…
-Bizi kayalığa vur!

Meğer kır at kayalıkta hızlı gidemezmiş. Ali Kıratı kayalığa vurdu. Kırat kayalıkların üzerinden şahin gibi, aralarından kirpi gibi geçti. Öteki kır at iki kaya aşınca kesildi kaldı.
Biraz sonra Ali bir atlının daha yaklaştığını gördü.
-Bir atlı daha yaklaşıyor baba, dedi.

(Devam Edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder