Köroğlu Hikayesi

MARAŞ AĞZI KÖROĞLU HİKÂYESİ - 2
Hacı Ali ÖZTURAN

BURADANNNNNNNNNNNN

Yusuf atı inceledi. Hayret… Hiç de övülecek bir at değildi. Eklâvi de değilde seklâvi de… Ne İngilizdi, ne Arap… Tüyleri yıldır yıldır yanan, boylu poslu, iyi bakımlı bir attı. Belki soylu bir atasına rastlanabilirdi ama şu hâliyle hiç de emek edilecek bir at değildi.
Sağ elinin dört parmağını keski gibi yapıp, atın kasığına yandan, hızlıca dörttü. At acı ile kıvrıldı, büküldü, yay gibi oldu. Kafasını iki yana sallayarak çenesini Yusufun elinden kurtardı. Şahlandı. Ön ayaklarıyla Yusufun göğsüne vuruşun, Yusuf ahırın duvarına çarpıp yere düştü. Deli Yusuf bayılmıştı. At şaha kalkıp kişniyor, kinci darbeyi vurmak için Yusufun ayağa kalkmasını bekliyordu. Deli Yusuf kendine geldi. Karşısında şaha kalkıp kalkıp inen; kişneyerek ortalığı birbirine katan atı gördü. Tam bu sırada Lala Hüseyin Paşa, yanında birkaç kişi ile ahıra girdi. Kapı Deli Yusufun arkasında kaldığı için, gelenleri görmedi.Yekinip ayağa kalktı. At kulaklarını makas misâli yapmış, ikinci hamle için atılmıştı. Deli Yusuf davrandı. Yerden kuzu kerpiç misâli bir taş aldı. Sol eliyle atın alt çenesini yeniden kaptı. Hengeyledi, hüngeyledi; elindeki taşla atın alnına hıngeyleyince, taş atın alnına gömüldü. At ne aldı, ne verdi: Devrilip öldü. Deli Yusuf atın başına dikildi:
-Kahpe malı, diye gürledi, az kaldı beni öldürecekti.
Lala Hüseyin Paşa bir anda Deli Yusufun kellesini vurdurmayı düşündü. Sonra “Ya sabır!” çekti. Erzuruma geleli beş on gün olmadan kelle vurdurmak hoş olmazdı. Şimdi bunun kellesini vurdursa, İstanbula duyulur, “Paşa yine zulme başladı.” denirdi. Yutkundu. Başını iki yana sallayarak kızgınlığını ve üzüntüsünü belirtti:
-Ulan seni konağın saçağına örnek olsun diye asardım ama, şükret ki bugün sabrım üzerimde. De bakalım, bu atı niye öldürdün?
-Paşam az kaldı at beni öldürüyordu…
-Peki o hayvan… Sen de mi hayvansın ki ona uydun? Bu at benim ahırımın en has atıydı.
Deli Yusuf şaşırdı:
-Bu mu en iyi at Paşam? diye sordu. Bunun neresi iyi? Eklâvi değil, seklâvi değil. Arap değil, İngiliz değil. Soyu sopu belirsiz bir at. Paşa Paşa: Bu at iyi koşabilir, ama suyu geçemez, çalı atlayamaz, hendek geçemez. Sen bu ata boşuna arpa yedirmişsin. Bu at binek atı olmaz; olsa olsa değirmene buğday götürür. Dur sana bir hikâye anlatayım: Esrarcının biri esrarı içmiş, bir nalbant damındaki gübreliğe yatmış. Hayal kurmaya başlamış. Kendisini hamamda bulmuş. Esrarı çekmiş ya, güyâ kendisi kentin vâlisine benziyormuş. Tellaklar, uşaklar, “Aman Vâli Bey!” diye dört dönerek hizmet ediyorlarmış. Esrarcıyı yıkamışlar. Vâlinin elbiselerini giydirip, vâli konağına götürmüşler. Esrarcı düşü ya… Konakta vâlinin hanımı bile durumu ayrımına varamamış. “Sıhhatler olsun Bey!” demiş. Bir şişe gülsuyu çıkarıp sahte vâliye serpmeye başlamış. Hülyânın burasında esrarcı sıçrayıp uyanmış. Meğer bir köpek gelmiş, karanlıkta esrarcıyı göremeyip, yüzüne gözüne işemeye başlayınca adam ayılmış. Hikâyede olduğu gibi, bu at iyi bir ata benzer ama bu benzeme sahtedir Paşam. Bu sahteliğe aldanma. Sen paşasın, seni aldatmak isteyen çok olur. Paşa kısmı dalkavukları ve sahtekârları tez tanımalı, yoksa doğru karar veremez. Pâdişahın da, Paşanın da; hattâ eşkıyanın da dalkavuğu olur. Bunlara kanmamak gerek. Sen diyeceksin ki iyi at nasıl olur? Ata önden baktın mı, geyik gibi olmalı, yandan baktın mı kayık gibi olmalı, arkadan baktın mı hüyük gibi olmalı. Duruşu şimşir gibi; sağnanışı eleğimsağma gibi, yumuluşu kirpi gibi olmalı. Önden geleni kapmalı, arkadan geleni tepmeli… At öyle olmalı ki; binicisi öne devrilse, at kafasını yastık misâli göğsüne yaslamalı… Arkaya devrilse at kuyruğunu yastık misâli sırtına dayamalı…
Paşa bu güzel benzetmelerle kendinden geçmişti. Ağzı ayrılmış, Yusufu dinliyordu. Deli Yusufun sövmesini bile unutmuştu. Yusuf iyi atı anlatmayı sürdürüyordu:
-At dediğin inişe aşağı keklik gibi süzülürken ön ayaklarını uzatır, arka ayakların kısaltır; binicisine rahat ettirir. At dediğin yokuşa yukarı tavşan gibi atılırken arka ayaklarını uzatır, ön ayaklarını kısaltır; binicisine rahat ettirir.
Hüseyin Paşa Deli Yusufun sözünü kesti.
-Gerçekten böyle at olur mu Yusuf? diye sordu.
-Bulunur Paşam. Elde neler var…
-İti öldürene sürütürler, demişler Yusuf. Bana bu atı bulacaksın. Ne kadar zamanda bulabilirsin?
-Tanrı bilir… Aramak gerek. Urum da mı bulunur, Şamda mı? İranda mı, Turanda mı? Ama arayan bulur. Üç günde mi, üç ayda mı, üç yılda mı bulunur, Tanrı bilir.
-Sana istediğin kadar zaman veriyorum Yusuf, dedi Paşa. Bana bu anlattığın gibi bir at bulacaksın. Bulamazsan sen bilirsin. (Adamlarına dönerek.) Yusufa 1000 altın verin!
Deyip ahırdan çıktı. Paşa, Deli Yusufun anlattığı ata sevdalanmıştı. Aylarca atı ve Deli Yusufu sayıkladı. Paşa o denli at sevdalısıydı ki, yemeden içmeden kesildi. Her gün, “Yusuftan haber var mı?” diye sormaya başladı.
………..………………………………………………………………

Lala Hüseyin Paşa, Deli Yusufun anlattığı olağan üstü atın düşüyle yaşaya dursun; alalım haberi Deli Yusuftan:
Deli Yusuf konaktan ayrıldıktan sonra evine döndü. Deli Yusuf, dağda eşkıya iken evlenmiş, oğlu Ali dünyaya gelince dağdan inip eşkıyalığı bırakmıştı. Daha sonra bir de kızı olmuştu. Oğlu Aliyi (Köroğlu hikâyesinde Deli Yusufun karısı ve kızı hiçbir zaman öne çıkmamaktadır.) karşısına alıp; olanı biteni anlattı. Verdiği sözü yerine getirmesi için, belki çok uzun bir zaman eve dönemeyeceğini söyledi. Kendisinin olmadığı bu zaman içerisinde nasıl geçineceklerini uzun uzun anlattı. Yanlarına yeterince para bıraktı. Sonra bir de telden anlattı:
Bir at övdüm Erzurumun beyine
Paşaya şan olda beye şan oldu
1/10 Bu atı isterim dedi boyuna
Peki Paşam dedim gönlü şad oldu

Atı bulur isem şanım yücelir
Bulamazsam garip ömrüm kocalır
1/11 Yağlı ipten kalın boynum incelir
Âlem ibret aldı cellat can aldı

Şimdi burdan kalkıp yola düşmeli
Diyar diyar gezip çok eğleşmeli
1/12 Ciritte koşuda atı seçmeli
Bundan sonra konalgamız han oldu

Paran biter ise önce atları
Uygun bir fiyata sat tarlaları
1/13 Çerçiye kasaba say paraları
Demesinler Ali perişan oldu

Deli Yusuf ben oğlumu severim
Babalık hakkımı helal eylerim
1/14 Allah izin verir birgün dönerim
Demezler kırklara karışan oldu.
Deyip kesti. Deli Yusuf ailesiyle helalleşti. Al atına bindi. “Al Allah delini, zapteyle kulunu!” deyip yola dizildi.
Deli Yusuf önce kentin güneyini dolaştı. Sonra Anadolunun batısına dek gitti. Kent kent, köy köy dolaştı. İstanbuldan Karadeniz kıyılarına dek uzandı. Hayalindeki atı bir türlü bulamıyordu. Buradan Dağıstana geçti. Gürcistanı dolaştı.Oradan da güneye inerek Kerkükü, Musulu, Bağdatı, Basrayı, Halepi, Şamı gezdi. Yok, yok! Aradığı atı bulamıyordu. Lala Hüseyin Paşanın yanına eli boş dönmek istemiyordu. O denli at sevdalısı birini umutlandırıp, sonra da “Paşam bulamadım, kusura kalma!” demek olmazdı.
Aradan iki yıl geçti…
Hayalindeki atı bulamamış, ama sabırla geziyor, arıyor, soruşturuyor; nerede bir at yarışı varsa, nerede bir cirit oyunu varsa oraya koşuyor, atları titizlikle inceliyor, ama her birine bir kusur buluyordu.




DELİ YUSUF ARADIĞINI BULUYOR

Nil kıyısındaydı…
Tepenin eteğine kurulmuş büyükçe bir köyün içinden geçiyordu. Güneş iyice alçalmış, Nil kıyısını kavuruyordu. Yusuf yorgun, atı yorgun ilerliyorlardı. Atın boynu sünmüş, kulakları el terazisi gibi düşmüştü. Adım atarken tırnaklarını yere sürüyor, gereğinden fazla toz kaldırıyordu. Yine de Yusufun yorgun gözleri köyün atlarındaydı. Gerçi hepsi de yük beygiriydi bunların. Yusuf bunlara dönüp bakmazdı bile, ama yine de “Bir umut.” diyerek göz gezdiriyordu. Köyün gübreliğinin önünden geçerken burnu tıkandı. Pis kokudan bir an önce kurtulmak için atını mahmuzladı. Hayvan gübreleri öbek öbek yığılmıştı. Birkaç tavuk, birkaç kaz eşinip yem arıyorlardı. İki tane de küçük tay vardı. Deli Yusuf tayları görünce, atın üzerinde zangır zangır titredi. Dizlerinin bağı çözüldü. Başı kıçından ağır geldi. Dalında yetmiş Hacı Hamza armudu gibi “Paat!” diye düştü. Deli Yusufun düşmesinden tavuklar ürktü, gıdaklamaya başladı. Kazlar faş faş etti. Taylar yerlerinden bile kımıldamadı.
Yusuf kendine gelince koşup tayları yakaladı:
-Tanrım sana şükürler olsun, beni Hüseyin Paşaya utandırmadın, diye mırıldandı.
Deli Yusuf aradığı tayı bulmuştu. Hem bir ararken iki bulmuştu. “Birini Paşama veririm, birini de ben alırım.” diye düşündü. Düşündü ama, bu taylar nasıldı:
Tayların biri al, biri doru idi. İkizdiler. Gerçi biri al, biri doruydu ama, görenler bunlara ne al derdi, ne doru… Çünkü bu iki tay bakımsızlıktan uyuz olmuş, yaralarına ise katran sürülmüştü. Tayların yüzüne bakılacağı yoktu. Ama Deli Yusuf, engin at bilgisiyle bu iki tayın çok özel hayvanlar olduğunu biliyor, bu nedenle kalbi küt küt atıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder