Köroğlu Hikayesi

MARAŞ AĞZI KÖROĞLU HİKÂYESİ - 1
Hacı Ali ÖZTURAN

Lala Hüseyin Paşanın kahvecisi de böyle miydi, değil miydi bilinmez; ama o akşamın sohbet konusu “güzel at”tı. Paşa:
-Ahırımdaki atların benzeri dünyada yoktur, diye övündü. Ben atı çok severim ağalar. Ne demişler? At, avrat, silah… Kaçarsak atla kaçarız; kovalarsak atla tutarız. Yorulsak bineğimizdir; yalnız kalsak yoldaşımızdır. At adama dosttur. Ne demişler? At yedi günde, it yediği günde sahibine alışırmış. Benim atlarım da öyle dosttur bana. Hele içlerinde biri var ki… Yüzüne baksanız karnınız doyar. Buranın havası mı yaramadı, ne olduysa üç beş günden beri çok huysuzlaştı. Herhalde eski seyisini arıyor. Bunun dilinden anlayan, iyi bir seyis tanıyor musunuz?
Ağalar, Beyler ellerini şakaklarına koyup düşünmeye başladı. Seyisten çok ne vardı? Gel gelelim paşa beğenecek miydi? Ya beğenmezse? Paşa bu… Paşa kısmının ne yapacağı hiçbir zaman belli olmaz. Askerlik ters ocak derler ya… Ağalar, beyler düşündü, taşındı; şu mu olsun, bu mu olsun derken, sonunda Rüstem Ağa ortaya bir isim attı:
-Bu atın dilinden anlasa anlasa Deli Yusuf anlar, dedi.
-Oooo, gerçekten Deli Yusuf at dilinden iyi anlar, dediler.
Paşa sordu:
-Kim bu Deli Yusuf?
Rüstem Ağa doğruldu. Bağdaş kurdu. Elindeki fincanı Maraş işi oyma ceviz sehpanın üzerine bıraktıktan sonra:
-Paşam, diye söze başladı. Bu Deli Yusuf bir zamanlar dağda gezmiş bir eşkıyadır. Namuslu adamdır. Mert adamdır. Özü-sözü doğru adamdır. Bizim ulusumuz adamın iyisine “deli”, atın iyisine “doru” der. Bu da öyle delilerden. At dilinden bu çevrede ondan daha iyi anlayan bulunmaz. Bir söyleyelim, razı olursa…
Lala Hüseyin Paşanın kaşları çatıldı:
-Ne demek razı olursa?
Rüstem Ağa iki taşın arasında kalmıştı. Bir yanda Lala Hüseyin Paşa, öte yanda Deli Yusuf. Adı üstünde Deli Yusuf…Gelmez mi, gelmez. Bugün eşkıyalığı bıraktıysa da yıllarca dağda gezmiş bir adam; nerde ne söyleyeceği belli olmaz.
-Paşam, dedi, Deli Yusuf nalbantlıkla geçim sağlar. Kendi başına buyruktur.
-Canım ben de buranın Paşasıyım. Ben çağırırım da nasıl gelmez? İki asker göndereyim, hemen alıp getirsinler.
Deli Yusufu iyi tanıyan Rüstem Ağa, bir terslik olmasın diye hemen araya girdi.
-Paşam bu saatte ahır karanlık olur, at iyi görünmez, uygun görürseniz Deli Yusufu yarın çağıralım. Askerleri benim dükkânıma yollayın, Deli Yusufa götüreyim.
-Haklısın. Akşamın hayrından, sabahın şerri iyi olur demişler.




DELİ YUSUF

Ertesi gün kuşluk vakti iki asker Rüstem Ağanın dükkânına geldi. Birlikte Deli Yusufun nalbant dükkânına doğru yola çıktılar. Rüstem Ağa askerlere dedi ki:
-Bu adama adıyla, sanıyla Deli Yusuf derler. “Paşa istiyor!” diye tepeden inme emir verirsek belki gelmez, belki bir laf söyler. Onun için bırakın ben onun anlayacağı dilden konuşayım.
Askerlerden biri dik kafalılık etti:
-Ne demek gelmez. Bugüne bugün bu kentin paşası çağırıyor kendisini. Nasıl gelmez; sürür götürürüm onu.
-Aman Ağa, sen ne diyorsun? Deli Yusuf bu…
-Kim olursa olsun. O deliyse, ben zırdeliyim. Ne deliler gördük biz…
Deli Yusufun nalbant dükkânının önüne gelmişlerdi. Deli Yusuf dükkânın önüne bir iskemle atmış, oturuyordu. Dükkânın iç tarafında Deli Yusufun 13-14 yaşlarındaki oğlu Ali bir şeylerle uğraşıyordu. Rüstem Ağa biraz arkalarda kaldı. ”Bırak sarhoşu, yıkılana kadar gitsin…” derler, olacakları seyre başladı.
Dikine giden asker, Deli Yusufu görünce görelim ne söyledi:
Paşam emir verdi geldim buraya
Yusuf tez hazırlan işim acele
1/4 Lala Paşa seni ister saraya
Yusuf tez hazırlan işim acele
Rüstem Ağanın da beklediği gibi, Deli Yusuf üst perdeden alınan bu dörtlüğe sinirlendi. Oturduğu yerden doğruldu. Deli Yusufun kafası kümbet gibiydi. Alnının çatı bir karıştı. Kaşları dört parmak enindeydi. Gözleri bakır tas gibi kıpkırmızıydı. Koç boynuzu gibi bıyığını kıvırıp al yanağına oturtmuştu. Göğsü taraba tahtası gibiydi; nefes olup verdikçe kalaycı körüğü gibi “Harr! Harr!” ediyordu. Elindeki sopayı saz misâli tutup kesik makamdan söyledi. Görelim Deli Yusuf ne söyledi:
Sarayın önünde beyaz gül biter
Ağana paşana başlarım şimdi
1/5 Kapının önünde dırlanma yeter
Ağana paşana başlarım şimdi
Deyince asker utancından kıpkırmızı kesildi. Dükkânın önünde duran bir semeri öfkeyle tekmeledi. Deli Yusufu alıp götürmek için bir kez daha aldı:

Deli Yusuf bırak artık inadın
Yollarım ha şimdi kolun kanadın
1/6 İçiririm sana kılıç şarabın
Yusuf tez hazırlan işim acele
Kapının önündeki semerin tekmelenmesine Deli Yusuf iyice kızdı. Bir daha söyledi. Bakalım ne söyledi:
Borçlu muyum sana, yokmu sende ar
Yediririm sana arpayla zavar
1/7 Gelirsem yanına eylerim tımar
Ağana paşana başlarım şimdi.
Aldı asker:
Varırsam yanına kolun bağlarım
Bağlarım da bıyığını yollarım
1/8 Nalbant dükkânında seni döverim
Yusuf tez hazırlan işim acele
Aldı Deli Yusuf:
Deli Yusuf der ki, kaçma ha köpek
İşte geliyorum öpme ha etek
1/9 Senin istediğin iyi bir kötek
Ağana paşana başlarım şimdi
Âşık atışmalarında, âşıklardan biri adını söylerse, sözlü atışma orada biter. Deli Yusuf da, bu işin dille değil elle sonuçlanacağını anlayınca, türküyü kesti. Elindeki sopayı kılıç misâli tutarak dükkândan dışarıya fırladı:
-Seni bana sayıyla mı verdiler ulan!
Diyerek askere birkaç tane indirdi. Bir ara toparlanan asker, kılıcını sıyırdıysa da daha elini havaya kaldırmadan Deli Yusuf sopayla bileğine vuruşun kılıcı elinden düştü. Deli Yusuf iki tane de kıçına vurunca, asker kurtuluşu kaçmakta buldu.
Deli Yusuf, ikinci askerin karşısına dikildi:
-Sen ne diyorsun ulan!
Askerin ödü kopmuştu:
-Bir şey dediğim yok Ağa…
Diyerek oradan sıvıştı.
Deli Yusuf söylenerek dükkâna girdi.
Rüstem Ağa işin buraya geleceğini biliyordu. Olan olmuştu bir kez… Yapılacak şey, Deli Yusufu anladığı dilden kandırıp saraya götürmekti. İçinden “Bismillah” deyip dükkâna daldı:
-Selamünaleyküm!
Deli Yusuf oturduğu yerden ayağa kalkarak selâm aldı:
-Aleykümselâm Ağa! Buyur, otur.
Rüstem Ağa hasır iskemleye oturdu. Karşılıklı hâl-hatır sorduktan sonra Rüstem Ağa konuya girdi:
-Yusuf Ağa, az önce askerlerle kavganı gördüm. Bir şey dikkatimi çekti…
-Buyur sor Ağa!
-Sana değil, şu delikanlıya soracağım. (Aliye dönerek) Delikanlı, baban kavga ederken sen niye yardıma gelmedin?
-Babama üç beş askerin gücü yetmez de ondan…
Rüstem Ağa kafasını yere eğerek gülümsedi. Deli Yusufun oğluna da böyle düşünmek, böyle davranmak yaraşırdı. Deli Yusufa dönerek:
-Yusuf Ağa, dedi, ben seni çoktandır tanırım, severim…
-Eksik olma…
-Dün akşam Paşanın konağındaydık. Paşanın çok iyi bir atı varmış…
Deli Yusuf at tutkunuydu. “At” dendiğinde yemeyi içmeyi unutur mu, unuturdu. Sandalyesinde biraz daha öne eğilerek Rüstem Ağayı dinlemeye başladı:
-Eeee…
-Atın cinsini bir türlü bilemedik. Ben dedim ki; bilse bilse bunu Yusuf Ağa bilir.
Deli Yusuf paşanın atını görmek için yay gibi fırlayıp ayağa kalktı:
-Ağa hemen gidip bir bakalım…
Rüstem Ağa ile Deli Yusuf yola dizildi.
Konağın selamlığına vardıklarında soluk soluğa kalmışlardı. Rüstem Ağa selam verip paşanın gösterdiği yere oturdu. Deli Yusuf da tek dizi üstüne yeleli aslan misâli oturmuş bir an önce ahıra gitmeyi bekliyordu. Rüstem Ağa, Deli Yusufu tanıttı:
-Paşam, akşam sözünü ettiğim Yusuf Ağa bu arkadaş. Erzurumda at dilinden en iyi Yusuf Ağa anlar. Dilerseniz atınızı bir de Yusuf Ağa görsün.
-Hay hay!
Paşa, ”Hay hay!” der demez Deli Yusuf yay gibi fırlayıp ayağa kalktı. Hemen ahıra gidip ata bakmak istiyordu. Paşa:
-Acele etme Yusuf Ağa, hele kahveni iç… dedi.
Fidan gibi bir genç hölbeli fincanlarla kahve getirdi. Deli Yusuf atı görmenin heyecanı ile, bir dikişte fincanın dibini gördü:
-Ben kahvemi içtim Paşam! dedi.
Paşa baktı ki, Yusuf aceleci:
-Peki, dedi, sen ahıra var, biz de geliyoruz.
Tek dizi üstüne yeleli aslan misali oturan Deli Yusuf yekinip kalktı. Merdivenleri gepir güpür inerek ahırın yolunu tuttu.
Ahırın kapısını açtı. İçeriye girdi. At yalnızdı. Boy bucak yetmeyecek, yüksek bir attı. Rengi al ile yağız arasıydı. Bacakları uzun, bilekleri inceydi. Sağrısı ve kafası iriydi. At, merakla Yusufa bakıyordu. Kulaklarını makas gibi dikmişti. Ön ayağı ile hafiften eşinmeye başlamıştı.
Yusuf birden atıldı. Sol eliyle hayvanın alt çenesini kaptı, dişlerine baktı. Altı yaşındaydı. Paşanın atı çırpınıyor, alt çenesini kurtarmaya çalışıyordu. At huysuzlaştıkça Yusufun parmakları biraz daha kasılıyor, atı kıpırdayamaz ediyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder