Köroğlu Hikayesi

Maraş Ağzı Köroğlu Hikâyesi

Hacı Ali Özturan



1. BÖLÜM
KÖROĞLUNUN ORTAYA ÇIKIŞI



Gelenek öyledir; meddah öyküye başlarken kahvede bir masanın üzerine sandalye atar ve çıkıp oturur. Omuzuna bir havlu atar. Eline kalın bir sopa alır. Bu sopayı kimi zaman saz misâli kullanır, kimi zaman kılıç misâli… Uyuklayan olursa,” Köroğlu hengeyledi, hüngeyledi, kancık katır sidiğinden su verilmiş Kirmânî kılıcıyla hıngeyleyince…” deyip elindeki sopayla masaya vurarak; ya da elindeki çay bardağını “şangırrrr!” diye yere çalarak uyuklayanları uyandırır. Köroğlu hikâyesinin her bölümünün başlangıcında meddah şiirli bir destan okur. Biz iki destan derleyerek 1. ve 2. bölüm başlarına koyduk. Çok ünlü bir destan vardır ki, bir mahkûm elleri kelepçeli olarak Kurtalandan trene bindirilir ve İstanbula dek istasyon istasyon götürülürdü. Çok araştırmamıza karşın bu destanı derleyemedik. Meddahımız çıkıp sandalyesine oturdu. Havlusunu omzuna attı. Gâhi kılıç, gâhi gürz ve gâhi de saz misâli kullandığı sopasını eline aldı. Çıt çıkmayan kahvede turna destanını söylemeye başladı:

Hak, Haaak!
İlkbahar ayında Kudüsten kalkın
Türbeye bir secde kılın turnalar
Şam eline uğran Halepi geçin
Âşığa bergüzar verin turnalar

Şama varın Kırklar Dağında durun
Halepin şöhretin şanını görün
Şol koca Kilise düşürüm verin
Antepin üstünde dönün turnalar

Turnayı kaldırdım Antep elinden
İzin aldım ağasından beyinden
Karabıyıklıdan, Narlı belinden
Ötüşe ötüşe geçin turnalar

Uçun turnam uçun yüksekten uçun
Kapıçam dağların sessizden geçin
Sol Koca Maraşta bir bâde için
Ordan öte Ahır Dağı turnalar


Ceyhan Köprüsü de bağl’olur zâti
Yapalak olur da Gavhırd’ın otu
Gürleyip akıyor koca Suçatı
Derin göllerinde yüzün turnalar

Zeytin Manastırı vardır beride
Toplanıp cem olun kalman geride
Aşın yüce dağı uğran Beruta
Berutun yaylasın görün turnalar

Koca Tokat derler (de) şehirler hası
Kesilmiş bülbülün gülden avazı
Aşın dağları da görün Sivası
Orda ziyaret var konun turnalar

Edin ziyareti dönün sağına
Seyreyleyin bahçesine bağına
Uğrak verin Erciyesin dağına
Nuhun gemisini görün turnalar

Irmaktan, Çataktan Hacına uğra
Kumbuğa konakta tellerin ığra
Göksun Köprüsünü geçti bir turna
Vardı sana Sultan Kiraz belleri

Kirazdan da ırga ırga çekilin
Eleksırttan Bağlamaya dökülün
Oralarda gündören var sakının
Avcıları derin gezer turnalar

Uçun turnam uçun yüksekten uçun
Aşın gidin Saraycıktır yolunuz
Kuruc’ova, Tekir Gölü konalga
Oradan da sessiz geçin turnalar

Yaşa telli turnam sen binler yaşa
Suçatı, Gavhırttan yolların aşa

Aş Cihan Köprüsün uğra Maraşa
Maraştan bergüzar alın turnalar

Çıkın Ahır Dağına da edin temaşa
Payıntaht kurmuşlar koca Maraşa
İçinde oturur Kalender Paşa
Ötüşmeyin sessiz geçin turnalar

Kapıçam ötesi Devrent Dağları
Hub olurmuş (da) şu Antepin bağları
Ava çıkmış derler Kilis Beyleri
Ötüşmeyin sessiz geçin turnalar

Hani bre kardeş şöhreti şanı
Gudeyfe bağlıdır Gutseyin hanı
Gürmeydan derler de Şam’ın sağ yanı
Ötüşe ötüşe gidin turnalar

Kul Eserîm der de çekmişem mihnet
Dünyâ telaşından etmişem feryat
Kudüste yatıyor ulu ziyaret
Pîrinden bir dolu için turnalar
Turna destanını okuyan meddahımız, kahvecinin getirdiği çaydan bir yudum aldıktan sonra, sevdâlısı olduğu Köroğlu Hikâyesinin şiirli girişine başladı:
Dinleyin methedem erlerin başın
Nice kalelere atardı taşın
1/1 Kim kesti ejderhâ gibi koç devin başın?
İsmi kaldı cihâne sır ile sırdır hey!

Tut için ruhsatım vardır
Bâki kalmaz bu devr-i eyyam
1/2 Ne gül vardı, ne bülbül vardı, ne de serencam
Eski çeşmim var iken deryâlarda hey!

Deryâlar deryâlanmasın
Birde vaay, ikide vaay, üçte vay!
1/3 Bir derde müptelâyım ki
Desem vaay, demesem vay!
—Diyelim mi?
(Dinleyiciler hep bir ağızdan):
-Diyeliiim!
—Hay haaay! Gûş-ı makam, el kıssa-i mâcerâ-i destan; belî ağalar, meş-hur Köroğlu Hikâyesi şöyle başlar:

Çakmak taşıyla yandan alışan Karabina tüfeğinin icadından kırk yıl ön-ceydi…
Âli Osman toprağında zulmü ile ünlü bir paşa vardı. Adına Lala Hüse-yin Paşa derlerdi. Dedesi paşaydı, babası paşaydı, kendisi paşaydı. Kardeşi Hasan Bey, Beyşehrinin (sonradan Trabzon) vâlisiydi. Hüseyin Paşanın Osmanlıya hizmeti çoktu ama, halka yaptığı zulümler, bu hizmetlerini bir kalemde silip atıyordu. Devlet idaresinde hizmet Allah için yapılır. Allah için yapılan işin halka zararı olmaz; halka zulümde de Allah rızası olmaz. Zâlimlere ise, Allahın da, kulun da rızası olmaz. Bu nedenle, Osmanlı da bu paşasını oradan oraya sürüp duruyordu. Sürmese, görevden alsa daha iyi…
Lala Hüseyin Paşa bu kez de Erzuruma sürülmüştü.
Hüseyin Paşa Erzurumdaki ilk günlerinde herkese iyi davranıyordu. Hoş geldine gelenleri kabul ediyor, Erzurumun ileri gelenleri ile akşamları helva sohbetleri yapıyordu. Konağın selamlığı, Paşa ile tanışmaya gelenlerle do-lup taşıyordu.
Paşanın Erzuruma gelişinin kırkıncı günüydü. Akşamdan sonra kentin ileri gelenleri birer ikişer konağa gelmişlerdi. Fidan gibi delikanlılar hizmet için pervane gibi dönüyorlardı. Muş tütünleri nargilelere basılmış, üzerlerine meşe közleri konmuştu. Bütün nargilelerin şişeleri billurdandı. Ağalar, beyler nargilelerden nefes çektikçe billur şişelerdeki arı-duru sular Karadeniz gibi çalkalanıyor, tokurtokur sesler çıkarıyordu. Elindeki gümüş maşa ile kapının hemen içinde atmaca gibi duran bir delikanlı, ateşi azalan nargilelere köz yetiştiriyordu.
Hölbeli fincanlarla kahveler geldi. Halı yastıklara iyice yaslanan ağalar, beyler hafiften kımıldandı. Kahvelerini alıp höpürdetmeye başladılar.
Paşa ve kahveden söz açılmışken şu fıkrayı da anlatmak gerekir:
Paşanın birinin bir kahvecisi varmış. Selamlıkta 5- 10 konuk olduğunda Paşa kahvecisini çağırır kahve söylermiş. Konukların kimi sâde, kimi az şekerli, kimi orta, kimi şekerli kahve söylermiş. Kahveci hepsine de başıyla “Peki!” işareti yaptıktan sonra kahveleri hazırlayıp getirirmiş. Paşa bu kahvecinin, bu kadar çeşit kahveyi nasıl aklında tuttuğuna şaşar dururmuş. Bir gün konukların olmadığı bir zaman kahvecisini çağırmış:
—Oğlum, demiş, bu kadar çeşit kahveyi nasıl aklında tutuyorsun?
Kahveci demiş ki:
—Paşam seninki orta şekerli değil mi?
—Evet…
—Gerisini boş ver…
Meğer kahveci herkese orta şekerli getirirmiş de, Paşaya saygı gereği kimsenin sesi çıkmazmış.

Hacı Ali ÖZTURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder