Gurgum'da Zaman

Gurgum'da Zaman

Eylül 1983’lerden kesintiler

Mistik alemlerin sarhoşu olmuş yaşadığım hayatın olgularını umursamamaya başlamıştım. Kendimi kurtarmalı ruhumu Tanrıya armağan olarak sunmanın erdemini taşımalıydım. Ruhum bedenimle beraberdi ikisi arasında ben vardım ya da benimle birlikte bir bütün vardı aralarında zemberek divanesi olmuştum.

Ne yapmalıydım?

Bilgim yetersiz Şıh Efendi İstanbul’da Maraş’ta gittiğim mekanlarda varoluş sorularıma cevaplar arıyordum. Hakikatin eşiğinde buldum kendimi. Ezelden ebede insanlığı kuşatan içine alıp ötelere daha da bilinmezlere götüren bir paletin içindeyim. Peki günlük hayat ne olacaktı?
İdealize ettiğim ya da bana ettirilen nizamı ben ahret duyarlılığında nasıl yaşayacak dünya denilen süfli alemden kendimi nasıl soyutlayacaktım.

Zikirlere başladım.

Çiçekli Camiinden Kız Enstitüsüne giden ara sokaklarda koşarak Allahın yüzlerce esmasını dilime vird ediyordum. Koşuyor, koşuyor tanrının adlarını adımlarımla birlikte artırıyordum günlerce böyle koşularım oldu. İbadetleri azımsamayacak boyutta yapmaya başladım daha ben bıyıkları bile çıkmamışken dipsiz ibadet kuyularına gark oldum. Seksen ikilerde birden bire “sarık” sarma gibi adetler anlatılmaya başlatıldı, beş vakit namazı camide kılarken Maraş sokaklarında ve caddelerinde sarıklı dolaşmaya başladım.

Nasıl oluyordu bu duyarlılık?

Sakarya da camide imamlık yapan Nedimi görmeye gittik ben ve Mustafa, sohbetler yapan Nedim Hoca vaazıyla insanları bilgilendirdiği için gözümde çok değerli. İhtiyarların grup olarak oturduğu yerden geçtik Mustafa siyah bir sarık sardı bende beyaz sarık sardım öylece namazı eda ettik, namaz bitiminde etrafımızı kuşatan cami cemaatinin tebrikleri bizleri sanki Peygamberler döneminden gelmiş insanlar gibi görmeleri hala aklımda. Çarşıbaşı Camii evimden daha değerli orayı bütün ince teferruatına kadar biliyorum bütün vakitlerim orada geçiyor kendimi Çarşıbaşıyla tamamlıyorum. Ali Hocanın ağzının içine bakıyor her sözü emir telaki ederek günlerimi anlamlı kılıyorum. Arapça okunurdu Çarşıbaşında ama ne Arapça? Kimler ders alırdı kimler ne yapardı bunu anladığım da yıllar beni kendi yalnızlığımın önüne yetirmişti.
İki katlı Müftülük binası doksanlı yıllara kadar geldi benim çileler geçirdiğim bu binada Hafız Ali Efendi Müftülük icra eylermiş o vakitler.
Bir pano edindik siyah, onu alıp camiinin sol tarafına yerleştirdik Mustafa’yla beraber Kur’an-ı Kerim ayetleri yazıyor sonra da insanların o ayetlere kendilerine düzen vereceklerini konuşuyoruz, ama nafile, nafile. Odanın tavanı basık, pencereler var ışığı içeri huzmeler gibi alan bir sistemle yapılmış yerde ise kirli halı, ayakkabılık odanın bir ucunda çelik masa ve rast gele serpiştirilmiş kitaplar.

Dinin umudu umudun filizleriydik

Topluma uygulanan sistemli değişim ve dönüşümün kendi alanında hüküm edemediği anlarda biz vardık, gençler özelliklede lisede okumayan dine susamış gençler. İmam Hatip Lisesinden kimseler yoktu arkadaşlarımızın arasında dindarlık dışından daha bir cazipti. Akif falan, filan vardı ama onlarda arkadaşlık değil de daha üst bir beraberlik yaşardık. Yemeye, içmeye giyinip kuşanmaya vaktim kalmamış çünkü ibadetleri kendime iş edinmiş onların ifası için fır fır dönmeye başlamıştım. Hayat mı umurumda bile olmazdı.

Ali Büyükçapar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder