Poetika


SEZAİ KARAKOÇ
(D. 1933)
Fatih OKUMUŞ

GİRİŞ

“Şair o büyük ağıtçı geldi dünyamıza
Günlerce gecelerce ağlattı bizi
İrili ufaklı ölenlerimizin ardından
Öldü ve kendi ağıtını yazmadan gitti’ (1987, s.35)

Şairi böyle anlıyor Karakoç ve “ağıt yazmaktan değil Mevlüt yazmaktan yana” (1987, s.37) olduğunu belirtiyor. Sezai Karakoç, şiirle ilgili görüşlerini derli toplu halde, Edebiyat Yazıları-ı adlı kitabında yayınlamıştır. Ayrıca. Şiirler VII (Ateş Dansı) adlı kitabında Şair adlı bir şiir ve Şiir ve Şaire Dair Dörtlükler vardır.
Bir şairin şiir anlayışıyla şair anlayışı birbirinden ayrılamaz. Biz poetik bir incelemenin gereği olarak bu ayrımı yaptık Sezai Karakoç’un poetikasını bir bütün halınde okumak isteyenler elbette Edebiyat Yazılarına müracaat edeceklerdir. Bizim yaptığımız, bir tür özetlemedir.

1. ŞAİR ANLAYIŞI

A. Şair Bir “Toplum Önderi”dir:
Sezai Karakoç şairlerin birer toplum önderi oldukları veya olmaları gerektiği üzerinde özellikle durmuştur. Şair toplumda söz sahibi olmalı, gerçek yerini almak için çaba sarfetmelidir. Kendisi de böyle bir misyonu bizzat gerçekleştirmek, şairlerin de mesela politika yapabileceğini göstermek amacıyla Diriliş Partisini kurmuştur.
Karakoç’a göre, insanlar bir şairin şairliğini, şiirini alkışlarlar; ama onun da
diğer insanlar gibi toplum önderi olma hakkını kabullenmekte nazlanırlar.
“Şairliğini, şiirini olanca içtenlikle alkışlayan toplum, nedense, onun da bir insan, bir toplum önderi olma hakkını tanımak istemez O, ancak şairdir ve şair kalmalıdır; bunun dışına çıktı mı, sınırını aşmış olur! Şairlerin kişiliğine toplumların bakışı çok peşin yargılı ve çoğu kez şaşılacak kadar çocukçadır. Onları ya şen şatır, ya da tam gama gömülmüş kabul eder toplum. Bu yüzden onun politik, ya da toplumsal bir girişimini yadırgar. Onun ahlakı, şiir yazma ahlakından ibaret kalmalıdır insanlara göre. Metapoetik alanda onun diyeceği bir şey olamaz!” (1988, s.4 9)

Sezai Karakoç’a göre şairin manevra alanını şiirle sınırlandırmak isteyen ve şairleri daha çok zaaflarıyla gören toplum, şairleri dışlamıştır. Şair bu yüzden kaygılıdır. Şiirin yerini medyanın ve reklamın almasını bir türlü hazmedememekte ve bunu toplum için bir felaket olarak görmektedir.
Eflatunun rüyası mı gerçekleşti nedir? Şairler, koğuldular siteden günümüzde. İsmi var henüz elbet Bir efsane kahramanı gibi. Ama, buna güvenmemeli şair. Efsanesindeki yerini de çalanlar olabilir. Söz yazarları, yönetmen yardımcıları ve benzerleri, nasıl toplumda onun yerini aldılarsa, efsanelerde de onun yerini kapmaya heveslenenler çıkacaktır.” <1988,> s.56)
C. Şairin Anlaşılması Güçtür:
Sezai Karakoç’a göre toplum, şairleri anlayamamakta, tabir caizse şairlerin hakkını yemektedir. Şairi anlamak şiiri anlamaktan daha zordur. Şiir şairden hareketle daha bir anlaşılma şansı elde eder. Nihayet şiir dolaylı veya dolaysız anlaşılmayı amaçlamıştır. Ama şair kimi zaman da farkında olmaksızın kendini anlaşılmaz kılar.
D. Şair Çevresinden Etkilenir:
Sezai Karakoç “şairi yaratan çevredir” fikrine katılmamakla birlikte çevrenin
şair üzerindeki derin tesirini de inkar etmez.
“Nedim, Fuzuli’nin yaşadığı çağda ve yerlerde yaşasaydı, yine de belki bir Fuzuli olamazdı. Ama, onun ne kadar yakınından geçerdi! Ve kim bilir belki, Fuzuli de, Lale Devrinde İstanbul’da yaşayan ve devlet ileri gelenlerince değeri bilinen bir şair olsaydı, kuşkusuz, yine de bir Nedim olmazdı; ama, bugünkü Fuzuli’den çok Nedime yakın bir şair olurdu. Bununla şiirde, şairlikte bütün ağırlığı, çağa, çevreye yaşanan gerçeğe atfetmiş olmuyorum. Anlatmak istediğim, içinde bulunulan uygarlık havası> ve onun metafizik ruhudur.” (1988> s.25-26)
E. Şair ve Gelenek:
Şairin gelenekle ilişkisi merhale merhaledir. Şair önce gelenekle tanışmalı, sonra onunla yarışmalı ve en sonunda da ona katkıda bulunmalıdır. Karakoç’a göre yeteneği ilk uyandıran, bilinçlendiren, kımıldatan, onu harekete geçiren tarihi sosyolojik birikim gelenektir. Sezai Karakoç, şairin kendi zamanındaki şairlerle olduğu gibi kendinden önceki şairlerle de yarışması gerektiğini, başlangıçta kimilerinden etkilense bile bu dönemi kısa sürede aşarak kendini yoklaması ve bulması gerektiğini söyler:
“Bundan sonra, etkiden kurtulma çabasındadır şair. Buna da gelenekle
hesaplaşma dönemi diyebiliriz. Bazen, bu hesaplaşma çok şiddetli ve keskindir.
Şair, geleneğe başkaldırma görünümündedir. Geleneği yıkma, reddetme ve
tanımama biçimlerinde ortaya çıkan bu protesto, gerçekte, şairin, omuzlarında
geleneğin adeta çökertici ağırlığını hissetmesinin ters tarafından itirafından başka
bir şey değildir. “Putları devirme” adı altında genç şairin kopardığı çığlık, gerçekte,
çoğu kez, geçmişin büyük şiir gerçeği önünde, kendisinin yeni bir şey
yapamayacağı inancı, şuuraltı inancını, kapıldığı korku ve paniği kendisinden bile
saklama gayretidir.” (1988, s.96)
Sezai Karakoç, şaire, eskileri topa tutmak yerine, daha pratik ve işlevsel bir yöntem önerir: “Oysa şairin yapacağı iş, basittir ve o da gürültü kopararak
geçmiştekileri yıkmak değil, eser vermektir. Gerçekten, verdiği eser yeni ise,
öncekileri bir parça eskitecektir. Onlar eskimekle elbet bir şey kaybetmezler; ama
şair, bir şey kazanır.” (1988, s.96)
Yenilik ise, biçimde değil ruhta olandır. Yenilik esasta geleneğe karşı olmak
değil, onun bıraktığı noktadan başlamak demektir. “Aslında, yeni olmak, “eski”nin
sırrını bulmaktır. Çünkü: o “eski” bir nevi ölmezlik kazanmıştır. Şair de, zaten o
ölmezlik sırrının peşindedir.” (1988, s.97)
Geleneğe saygı duyulacaktır; ama gelenek tartışılacaktır da... Ama bu parça
yeniden değerlendirme iyi niyetle ve sakince yapılmalıdır. Şair, kendinden önceki
üstad şairlerin eserlerini benimsemeli, yaymalı, onlarla mutlu olmalıdır. Katıldığı
yolun onurunu hissetmeli, sanki onlar kendi eseri imiş gibi onlarla öğünmelidir.
Çünkü kendinden önceki şairler kendisi için bir nevi manevi baba durumundadırlar.
“Gelenek, şair için en çetin sınav dünyasıdır. Korkunç aldatıcı, adeta hilecidir. ilkin, genç şairi çeker; sonra, ona baskı yaparak, adeta onu vazgeçirmeğe çalışır. (...) Direnenler, dayananlar ve diretenlerdir ki, kazanacaklardır. Evet, çetin şairlik yolunda, bu sınav zaruridir. Ve geleneğin en büyük yararı da buradadır. Böylelikledir ki, yeni eser, geçmişle karşılaşmış ve yıkılmamış, sonunda da onun onayını almıştır.” (1988, s.100)

F. Pergünt Üçgeni
Sezai Karakoç, şairin genel çizgilerini, pergünt üçgeni dediği üç ilkeyle anlatır. Perer Gynt, Norveçli yazar Henrik IBSEN (1828-1906)’in en ünlü oyunlarından biridir. Karakoç oyunun kahramanı olan Peer Gynt’ün, hayatında bu ilkeleri yaşadığını belirtir ve bu ilkeleri şiire tatbik eder:
Şair, Kendi Kendisi Olmalı: “Şairin kendi kendisi olabilmesinin biricik
yolu, değişmek, başkalaşmaktır.”
Şair, Kendine Yetmeli: “Eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin
kendi varlığından alması anlamına gelir yeterlilik ilkesi. Yani fildişi kuleyi biz dışına
çeviriyoruz; evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair, bir
ikindide bulabilmeli.” (1988, s.82)
Şair, Kendinden Memnun Olmalı: ‘Eserin şairini sevinçle titretmesi
demek bu. Şair, eserini sevmeli. Onu okşamalı, ama yaramazlıklarına da göz yummamalı. Beğenmediği davranışlarını gücendirmeden ona anlatmalı onu kendini düzeltmeğe kandırmalı ve bunu da inandırmalı ona. “Beni andırıyor, ah, beni o” ve demeli.” (1988, s.83) Memnunluk ilkesinin temeli, sevinçtir. Yaşama sevinci değil da yaşatma sevinci”dir. Devamı gelecek sayıda.
Akademik Çerçeve Dergisi

Fatih OKUMUŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder