NECiP FAZIL KISAKÜREK

NECiP FAZIL KISAKÜREK
(1904-1983)

Bir gün anlaşılır şiir
Çoğu gitti, azı kaldı
Ekmek gibi, azizleşir
Çoğu gitti, azı kaldı (1993,s.267)

Usta bir şair olan Necip Fazıl sadece şiirle meşgul olmamış, edebiyatın diğer türlerinde de eserler vermiştir. Çok yönlü bir sanatçıdır. Şiir, piyes, fıkra, roman, hikaye, biyografi, monografi, konferans, hitabe ... şeklindeki eserlerinin sayısı seksenin üzerindedir.

Bela... Bela bende yakıcı şehvet (1993,s.258)

Yol mu aradın kese
Ateşe gir gölgelen
Kaynar suda gülümse (1993,s.255) diyen şair aynı zamanda bir aksiyon adamıdır. Fikirleri yüzünden çileli ve mücadele dolu bir hayat yaşamıştır. Fakat, bu gayreti de sanat ve şiir içindir. Çile’nin Takdim bölümünde “Benim fikir ve politika yoluyla gerçekleşmesi için, savaştığım şey, bizzat şiirimin muhtaç olduğu insan ve cemiyet iklimidir. Ben böyle bir iklimin inşası cehdine bağlıyım. Bizzat şiir anlayışım bunu gerektiriyor. (1993,5.12)” diyen sanatkar elli yıllık meslek hayatında şiirden hiç bir zaman kopmadığını ifade ederken kendini herşeyden evvel bir şair olarak kabul eder.
N.Fazıl, Çile isimli eserinin sonuna aldığı Poetika’sında ondört bölüm halinde, şiir sanatını tam bir bütünlük içerisinde sistemleştirir. Şaire ve şiire çok değişik açılardan bakar. Bunlar arasındaki çeşitli münasebetleri ortaya koyar. Ayrıca diğer bazı eserlerinde de şiir sanatıyla ilgili görüş ve düşüncelere rastlanır.

ŞİİR NEDİR? NE OLMALIDIR?

Ver cüceye onun olsun şairlik
Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta (1993,s.20)

Şairin, poetikasını ortaya koyarken kullandığı şiir sanatıyla ilgili terim ve kavramlar şunlardır: Muhteva, kütük, nakış, iç şekil, dış şekil, iç kalıp, dış kalıp, eda, iç mana, dış mana, iç nefes, iç ahenk, dış ahenk. O, poetikasını adeta bu terimler sözlüğü ile izah eder. Onun bu terimler çerçevesinde şiirin şekil ve muhteva özellikleriyle ilgili fikirleri belirtildikçe “Şiir Nedir? Nasıl Olmalıdır?” anabaşlığında ortaya konan sorunun cevabı da kendiliğinden verilmiş olacaktır.

I. ŞİİRDE GAYE:

Anladım işi, sanat Allahı aramakmış
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış. (1993,s.39)

“Şair, Allah’ın (beni ara) diye ok attığı insandır. Şairin, seste, sözde, renkte, çizgide arayacağı şey, Allah’tır” (1990,s.43)
Şiirin iki gayesi vardır: Ana gaye mutlak hakikati (Allah’ı) sır ve güzellik yolunda (bilerek veya bilmeyerek) aramaktır. Ancak bu aramayı ilmin usulüyle değil, şiirin usulüyle yapmalıdır. İlmin usulü tebliğ, şiirin usulü telkindir.
Şiirin ikinci gayesi, şiirin bütün kalıp ve vasıtalardan uzak iç bünyesi, remzi ve sırrı bünyesidır. Bu remzi ve sırrı bünye de şiirin ana gayesi ile ilgilidir ve ona çıkar. Şiir “Ne söyledi?” değil, “Nasıl söyledi?” kaygısından başka gaye tanımaz. İşte bu kelam tarzının ismi şiirdir.
N.Fazıl, C.Sıtkı’ya şiirin ana gayesini şöyle özetlemektedir: “Benim poetik anlayışımda sanat, Allah’ın sırlarına doğru ebedi bir arayıcılıktır. Allah ki, mücerredin mücerredi, iş onu gayeleştiren şiirde. (1994,5.162)

II. ŞİİRİN TEMEL UNSURLARI:

Şiirde başlıca iki büyük unsur (ana madde) vardır: His, fikir,.. Şiir, düşüncenin duygulaşması, duygunun da düşünceleşmesi şeklindeki mesut med ve cezirden doğar. His, fikir olmaya, fikir de his olmaya başlayıncadır ki kıvrımlar arasındaki halkaların içinde sanat, karargahını kurar. Duygu ve düşünce tek başlarına şiiri oluşturamaz. Şiir için ikiside de beraber gereklidir. Ancak, fikir histe fani olmalıdır. Şair, C.Sıtkı’ya şöyle demektedir: “His kumaşı ne kadar nadide olursa olsun, kolay anlaşılan ve sevilenden nefret ediyorum. (1994,s.162)’ Şiirde temel unsur (ana madde) tahassüs edası şekline bürünebilnıiş gizli fikirdir. Şiir üstün idraktir ve idrak yolunda fikir ve duygunun ikisi de gereklidir.

III.ŞİİRDE MUHTEVA (KÜTÜK-İÇ UNSUR) ve ŞEKİL (NAKIŞ-DIŞ UNSUR):

Duvara bir titiz örümcek gibi
İnce dertlerimle işledim bir ağ (1993,s.304)

Şiiri oluşturan iç ve dış unsurlar onda iki ayrı vücudu ortaya koyar: Kütük ve nakış. Kütük şiirin muhtevasıdır ve his ve fikir denen iki ana maddeden ibarettir. Nakış ise bu muhtevanın (ambalaj) zerafeti, estetik ve (fonetik) havası, giyim kuşam oyunudur, onun şekil özellikleridir. N.Fazıl’a göre kütük ve nakiş meselesi şiirin en girift ve esrarlı problemidir. Kütük ve nakış arasında karşılıklı ve daimi bir etkilenme vardır.
Kütük ve nakışın ahenkli birleşmesinden saf şiir doğar. Şairlikte ve şiirde en önemli husus, püf noktası işte bu mesut ahengi sezebilmek ve pişirebilmektir.
Kütük ve nakış münasebeti açısından şairleri değerlendiren N.Fazıl onları dört gurupta toplar: Madde 1: ‘Hem kütüğü var hem nakışı. .Madde 2: “Kütüğü var, nakışı yok..’ Madde 3: ‘Nakışı var kütüğü yok...’ Madde 4.’Ne kütüğü var ne nakışı...” Şair bu dört sınıftan birine girmeye mahkumdur. Birinci sınıf, (Omeros)’dan (Rembo)’ya ve İmreulkays’dan Şeyh Galib’e kadar mektep, devir ve sanat telakkilerinin üstüne çıkmış büyük sanatkarlara aittir. İkinci sınıf, şiiri fikre alet diye kullanan tebliğci mizaçlar... Üçüncü sınıf muhtevası olmayan köpükçüler, şekilciler, dördüncü sınıf da taklitçiler kadrosudur.
Şaire göre şairin hası ve şiirin safı birinci guruptakilerdir. Bunlar şiir devleridir. Diğerleri ise sırmalı ve şatafatlı cüceler, gözbağcı ve sahteciler ve yalancı zümrüdüankalardır.

IV.ŞİİRDE ŞEKİL ve KALIP (DIŞ UNSURLAR):

“Dış dekor kaygısı bende o kadar köklü ve derindir ki, tek kuruşum olmasa ve imzaladığını maddi ve manevi senetler yüz bini aşsa, derdimin çaresini ipekli bir halı veya şahane bir bir koltuk üzerinde düşünmek isterim. Çareyi ancak böyle bulacağımı sanırım. İlle de dış dekor...”(1994, 5.187) diyerek dış unsurlara sıkı bağlılığını belirten N.Fazıl’a göre şekil ve kalıptan yaz geçmek aczin en adisidir.
Şekil ve kalıbın ana unsurları dış ahnenk, vezin ve kafiyedir. Bunlar, şiirde gaye değil zaruri ve vazgeçilmez birer vasıtadırlar. Şiirde şekil ve kalıp, görünen ev sahibi değil hamarat bir hizmetçidir. Ama öylesine bir hizmetçi ki, o giderse efendi kalmaz. Şekil ve kalıp mananın iskeletidir. Şairin hüneri, bu iskelete surat ve vücut geçirebilmektir. Şiire baktığımız zaman iskeleti görmemeli, iskeleti örtmüş olan vücut organlarının tenasübünü görmeli, onların toplu endamına hayran olabilmeliyiz.

V.ŞİİRDE İÇ ŞEKİL:

Şiirde dış şekle bağlı bir de iç şekil mevcuttur. Dış ahengi kurmadan iç ahengi kurmak muhaldir. İç şekli dokuyan malzeme dış ahengin ötesindeki iç ahenk, kelimelerin dış manası altındaki iç mana, kelime münasebetlerinde lezzetleşen mizaç tavrı ve duygu halidir. Şair, içindeki manayı bu malzemeleri kullanarak iç şekilde canlandırır. İç şekil şiirin dış kalıbı ve şekli üzerine inmiş ruhudur. Üstün sanatkar, daima dış şekil ve kalıba bağlı kalan, içle dışı
denge halinde tutmayı bilendir.

VI.ŞİİRDE DİL VE İFADE:

Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan(1993,s.407)

Bülbül koyuldu mu dil bahçesinden
Gak gak karga, yak vak kurbağa gelir(1993,s.408)

“Yazı dilinden maksat sanatkarın kullanacağı dil ise bu halkın konuştuğu dil olmalıdır. Sanata mahsus halkın konuştuğu dilden ayrı bir dil tasavvur edemem, fakat halkın konuştuğu dille konuşmak mutlaka halkın anlaması lazım gelen bir şeyi söylemeye mecbur olmak değildir.’ (1990,s.14)

VII. ŞAİR-ŞİİRİ ve MUHİTİ:

Büyük meydana düştüm uçtu fildişi kulem
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem
Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden.Tos.
Sen, cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos.(1993,s,403)

Obür poetikacı ve şairlerle N.Fazıl’ı şairlikte ve şiirin tarifinde farklı kılan husus “şiiri merkezileştiren haysiyetli bir muhit ile, şiir muhitini kuran ulvi merkezin” göz önüne alınıp alınmamasıdır. Şiiri bu yönüyle de düşünen Necip Fazıl Poetika’sında “Şiir ve Cemiyet, Şiir ve Hayat, Şiir ve Din, Şiir ve Müsbet İlimler, Şiir ve Devlet” bölümlerine de yer verir ve bunlar arasındaki münasebetleri inceler. Bu durum aynı zamanda, niçin fildişi kulesinden inerek topluma karıştığı, insanlarla kaynaştığı, niçin aksiyon adamı olduğu sorusuna onun cevabı ve şiirinde niçin sosyal dava ve temaların yer aldığının izahıdır, N.Fazıl’da şiir, şair ve toplum birbirinden ayrılamayacak biçimde kaynaşmıştır. Bunun için, ona göre en iyi şiiri (umumi kanaatin aksine) Kaldırımlar değil, Çiledir. (1990,5.99)

Ben şairim gaibi kurcalayan çilingir
Canlı cenazelerin başında Münker ve Nekir (1993,s.88)

Poetika’nın yukarıda adı geçen son bölümlerindeki görüş ve düşünceler kısaca şöyledir: Şiir cemiyetin rüyasıdır. Onun rüyasını, sayıklamalarını şair görür. Şiir, cemiyetin topyekün his ve fikir hayatını gözlemleyen rasat merkezi (gözlemevi)dir. Şiir ve şair cemiyetin en mahrem ve en sadık, en gerçek ve en emin münadileridir. Şair tam ve üstün şairliğe erişince mesleklerin en saygılısına kavuşur, toplum ve hayat nizamına karşı büyük bir mesuliyet yüklenir, bu konuda söz sahibi olur.

Ben o kutsi nefesin üflediği kamışım
Ses onun, ben imzamı atmışım, atmamışım (1993,s.97) diyen N.Fazıl’a göre dinin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur, yokluk bile yok.
Şair, Allah’ın mahrem ülkesi, meçhuller aleminin derbeder seyyahıdır. Şair, mana halinde cami kapılarının önünü dolduran Allah dilencilerinin en güzelidir.
Allaha iman ve din olmayan yerde ne göz, ne ışık, ne de görülecek şey...
Ne de şiir ve sanat....
N.Fazıl bir soruya verdiği cevapta “Ben, dindar olmayan, Allahı her yerde hissetmeyen sanatkara sanatkar gözüyle bakmam... Muhakkak ki, maveradan, büyük “Niçin?” ve “Nasıl? dan bir raşe, bir titreyiş sahibi olmalı.(1990,s.159)” der.
Teknolojik gelişmeler karşısında gerileyen günümüzün abuk-sabuk şiiri bir intihardır. Şiir ve şiirle beraber saf fikir, makinalaşan dünyada maverai (metafizik) düşüncelere muhafızlık etmelidir. Cemiyetteki ve insandaki dengesizilik ancak bu şekilde önlenir. İnsanın teknoloji ve madde yenilip robotlaşmaması için günümüzde şiire ve şaire büyük görev düşmektedir.

VIII.SANAT NE İÇİNDİR?

Yukarıdan beri özet olarak açıklamaya çalıştığımız poetikasının dayandığı esasları N.Fazıl değişik zamanlarda şu şekilde izah eder: Ona (N.Hikmet’e) ve Batıdan gelen ruhi muvazenesizliğe karşı şiirde formu, nizamı, iç ahengi, ruhçu görüşü ve mistik edayı müdafaa etmek, sanat telakkimizin temeliydi.(1990,s.62) Şiirde ben doğrudan doğruya cevheri arıyorum. Keyfiyeti arıyorum, seviyeyi arıyorum. (1990,5.223) Hangi bahiste olursa olsun, kolaydan nefret ederim. Latinler “Felixe Culpa” derler) mesut cinayet... (1990,s.96)
Sanatçı, niçin ferdiyetçilikten vaz geçerek fildişi kulesinden inip cemiyetle kaynaştığını ise şu şekilde açıklamaktadır: “Peygamberlerin öncülük ettiği insan akınlarında bir fener taşıyıcı olarak kabul ettiğim şair topyekün memuriyeti ile o zaman nazarımda tecelli etti... Şiir de Peygamberlik hikmetinden bir zerre olarak aynı kanuna bağlıdır. Bu yakıcı hakikati anladığım gün şiiri, peygamber alayının en hakir tenerciliği işi kabul ettim ve sağır ferdiyetçiliğimden fırlayıp şamatalı cemiyetçiliğe döküldüm.” (1990,s.74)
Bütün yukarıdan beri anlatılanlara bağlı olarak N.Fazıl’a göre sanatın yapılış gayesi şudur: Benim kanun kadar muhkem sanat ölçüm şudur ki, sanat ne sadece sanat, ne de cemiyet içindir. Sanat kendi için olduğu kadar, mutlaka başka birşey içindir ve o da, dünyanın ötesine köprü atmaktan başka hiçbir şey değildir. (1990,s.75)
N.Fazıl, öz olarak sunmaya çalıştığımız poetikasını bir sistem olarak net bir şekilde ortaya koymak için gösterdiği aşırı gayret ve titizliğine rağmen genellikle her büyük sanatkarda görülen anlaşılamamak, yanlış anlaşılmak tasasını içinden atabilmiş değildir. Tezat sanatçının kaderi gibidir. Gerek özel hayatı, gerekse sanatı tezatlarla doludur. Aynı durum şairliği değerlendirilirken de görülür. Çıkış noktaları aynı olan sanat çevrelerinden bir kısmı “büyük şair”likten önce “mistik şair’”liğe sonra da “sabık şair”liğe indirirken bir kısmı da “büyük şair”likten ‘üstad”lığa oradan da sultanü’ş-şuara”lığa yükseltir. Bu tezatlarla dolu kaderin farkında olan şair adeta, doğru anlaşılamama endişesiyle

Halim açık denizde düdük çalan bir gemi
Kim duyar, ötelerden haber veren bestemi (1993,s.367) mısralarını terennüm etmektedir.

KAYNAKLAR
KISAKÜREK, Necip Fazıl, 1990 Konuşmalar. Büyük Doğu Yayınları. İSTANBUL.
KISAKÜREK, Necip Fazıl, 1993, Çile. Büyük Doğu Yayınları. İSTANBUL.
KİSAKÜREK, Necip Fazıl, 1994. Babıali. Büyük Doğu Yayınları. ISTANBUL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder