İRŞAD : Hasan Basri Tapdık Baba

İRŞAD

Ey talib-i Hak ve mürid-i mutlak, hakikatte ma’rifet-i ilahiyeye talib isen mürid-i mutlak ol. Zira mürid üç türlüdür:
1.Mürid-i mutlak
2.Mürid-i mecziİ
3.Mürd-i mürted’dir.
Mürid-i mutlak oldur ki; her türlü halde, mürşide inkıyad edüp zahiren ve bâtınen itirazdan beri olup ef’âl-i mürşidi ef’âl-i Hak bilmektir.
Mürid-i meczi oldur ki; zühirde mürşid dileğinde
olup, kendi dileğinde olmaktır.
Mürid-i mürted oldur ki; mürşidinde bir fena hal gördükte bu caiz değildir deyip yüz çevire.
Mürid-i mutlak olarak muhabbetullah mertebesine vâsıl olmak talebinde isen bu sıfât-ı mezmümeden teberrâ et ki bunlardır: Hased, kibir, buğz, adâvet, kin, küdüret ve ucub, enâniyet ve efkâr-ı füside. Bu ahlak-ı rediyeden halas olan kimse cemi mevcüdata ibret ve hikmetle nazar edip cümleyi dost ittihz eyleyip herkesle ülfet eylemişdir ve herkesi dost bilmişdir. Yukarda zikr ve tâdâd olunan sıfât-ı rediyeden ne- cât bulmak için meşayih-i selef hazerâtı usül-i esmü, erbain ve halvetle sâliki makam-ı temkine getirirlerdi. Bu da tâlibin kabiliyet ve istidâdına göre kimi üç, kimi yedi ve kimi on beş ve daha ziyade senelerde tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalbe muvaffak olurlardı.
Sonradan gelen meşâyih buyururlar ki:
Abd, devri tamam etti nübüvvetle temaşayı
Velayet devridir zahid, olur müşrik diyen “la”yı
Kesad buldu zühd ü halvet gerekmez çille-i esma
Heman ikrar ile hizmet açar vech-i müsemmayı.

Allah’a giden tarik halâikm nefesleri sayısıncadır. Velâkin her hangi mahalle gitmek murad ettiği takdirde gideceği mahallin en kestirme yolunu intihab ettiği gibi, Hakka giden yolun da en kısasmı intihab etmesi lazımdır ki yorulmasın. Bu böyle olduğu takdirde Hakk’a giden yolun da en kestir mesini sorup anlayıp kestirme yoldan gitmek icâb eder ki yorulmasın. Dolambaçlı yollardan gitmek, kalıbı yorduğu gibi esmâ, halvet ve erbain ile Hakk’a vuslat kalbi ve ruhu yorar. Şuüra halel getirir. Ey talib-i Hak! Hakikatte talib-i Mevlü isen, tarik-i aşkı ihtiyar et ki, yorulmayasm.
Tarik-i aşkı ihtiyar ettiğin takdirde, ehlini bulup ol “Adem-i mâ’nâ”ya intisâb edip ve ba’del- intisab ol zatın talim ve telkinine ez-dil ü cân inkıyad ve her emrine itaat ve tedric ile onun ahlaki ile ahlaklanmak ve onu öyle sevmek gerekdir ki dünya ve müfihâ’yı verseler ondan dönmemek ve nazarını ondan bir an ayırmamak ve sen “ol” oluncaya kadar mücadele etmek ve efendinin hakkında zerre kadar şübhe geldiği takdirde nakz-ı ahd etmiş ve abdest-i batını bozmuş olursun. Şeriatın cunübunu su temizler, hakikatin cünübunu yedi derya temizlemez. Ol vakit makümından düşer ve esfele karışırsın. İşte yukarıda zikri geçen şerâiti yaptınsa Hakkı anlarsın ve illa anlayamazsın. (Hazretin):
Ölmezden evvel öl, dediği mü’na bu ma’nüdır. Yani sen, sen değilsin.
Taayyünde bugün kim kaldı manbüs
Düşüp hâke oluser külli me’yüs.
Ey talib-i Hak! Sözüm mutlak. Gönülden gayrıyı bırak. Olma Hakk’a irak. Yedi cehennemde yanmadıkça ve sekiz cenneti geçmedikçe ve Hızır elinden ab-ı hayatı içmedikçe hayat-ı ebediyye’nin ne olduğunu bilemez ve anlayamazsın. Sahra-yı heyhatda nâlân ve zâr u giryân gezersin.
Hayat-ı cavidanı şeyh-i kamilden sual ettim.
“Ölmeden evvel ölmekdir.” Deyince intikal ettim. Ölmezden evvel ölüp kabre girip Münkir ve Nekirin suallerine ahsen cevab verip İnsan-ı kamil zümresine dahil olmağa sa’yet. İsbât-ı ayniyyet için lazım olan şart: Fikrini zikre ve zikrini kalbe ve kalbini mürşide ayine edip Hakka rabıta etmek lazımdır.
Şuhüd-i kalb, ademi şekden halâs eder. Bir kimse ne kadar ilm-i zhirle mükemmel olsa cehlin giderir, şekkin gideremez, belki ziyade eder. Makam-ı ayniyyete varamayan salike ihtiraz lazımdır.
Nefsini makam-ı aczde tutup yokluğu sermaye edenler, Hakk varlığına vasıl olurlar. Sözde kalanlar özden mahrüm olurlar. Ehl-i söz satırda ve ehl-i öz sadırdadır. İnsan, basiret ve manadan ibaret bir neş’edir. Nazar-ı hayvân, ancak süret görür. Süret ise gölgeden ibarettir, devamı olmaz.
Ey talib! Halk ile Hakk arasmda hicab, zemin ü suman değildir. Senin, senliğin ve benliğin hicabdır. Eğer bunu mürşidin vasıtasiyle ortadan kaldırırsan Hakk’a erersin. Zira Cenab-ı Hakk, zatiyle, sıfatiyle ve ef’al ve âsâriyle bilinmek istedi, ve kendi kendisini görmek diledi. Sıfatmı zatına, yani bu cismi rüha ve yokluğu varlığa ayine edip kendi kendini temaşa eder ki bakan, bakılan, gören ve görünen “Ol”dur.

Hasan Basri Tapdık Baba

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder