Biyoğrafi:Mehmet Emin Darendeli

Mehmet Emin Darendeli

Rilke’nin şu dizeleriyle başlamak gerekiyor uzun soluklu olan bu yazıya; “ yüksek sesle derdin: yaşamak, alçak bir sesle de: ölmek. Ve hep söylerdin yeniden: var olmak.”
Yaşadığımız dünya ile alakamız olduğu pek kesin bir gerçek iken bazen bu durum farklı algılanmaya başlar işte o zaman devreye giren “hikmet” in kendisi olur.
Gâvurlar buna trajedi diyorlar.
Max Scheler”trajik diye adlandırılabilen her şey, değer ve değer ilişkileri alanında olup biter” der. Trajik olan her zaman değerler, ya da değer karşılaşmalarıyla ilgilidir. Mekanik bir dünya da trajik olan ortaya çıkmaz. Yapıp ettikleri, davranışları zıt değerler gerçekleştiren kişilerin yaşadığı bir dünyada, doğru-eğri, soylu-bayağı, saf-kurnaz insanların yaşadığı bir dünyada trajediye rastlanabilir ancak.
Her gün karşılaştığımız olaylar ve durumlar, kausal şekilleriyle bize kapalı bir kutu gibi verilirken, bu olayları ver durumları anlama ve değerlendirmemizde, dolayısıyla bunlara karşı bağımsız bir tavır takınmamız da çok güçlük çekeriz; şaşırıp kalırız çoğu zaman.
Aynı şekilde, geçmişteki olayları ve durumları, insanları ve eserleri tek kelimeyle realiteyi yorumlama ve değerlendirmemiz bizi çok defa düşündürür, çıkmazlara sürükler. Gözlerimizi insafsızca eğitip keskinleştirmemişsek bu realiyete ön yargılara göre bakmak, hazır reçetelere sığınmak daha kolay gelir çoğumuza.
Aynı olayların ve durumların farklı bir şekilde yorumlanması, aynı insanların ve eserlerin başka türlü değerlendirilmesi sık sık rastladığımız bir olgudur. Oysa olaylar aynı olaylar, insanlarda aynı insanlardır; taşıdıkları mana, ifade ettikleri değerde aynı mana ve değerdir. Onların başka başka görülmesi, onlara bakanların yapı bütünlüğünün başkalığından ileri gelir.
Önde gitmek; insanların alışılagelmiş hareketlerine benzemeyen bir hareketi yapmak çoğunluğunun gücünü aşan bir işe girişmekle tabiata karşı işlenen HYBRİS’in ödenmesi, yüksek bir değerin yok olmasıyla ödenmesi gerektiğinden, böyle bir işe girişen kişinin trajik bir duruma düşmesi kaçınılmazdır.
Nietzsche bu durumu çok net bir ifadeyle şöyle anlatıyor:”aksiyon tabiata karşı bir suçtur.”
Kadim dünya değerlerine dönerek yolumuza devam edersek mezmurlara o’nun için kulak vermemiz gerekecek.
“ Ey tanrı, sensin benim tanrım, seni çok özlüyorum, canım sana susamış, kurak yorucu susuz bir diyarda, bütün varlığımla seni arıyorum. Kutsal yerde baktım sana, gücünü görkemini görmek için, senin sevgin yaşamdan iyidir, bu yüzden dudaklarım seni yücaltir, ömrümce sana övgüler sunacağım, senin adınla ellerimi kaldıracağım, zengin yiyeceklere doyarcasına doyacağım sana, şakıyan dudaklarla ağzım sana övgüler sunacak, yatağıma uzanınca seni anarım, gece boyunca derin derin seni düşünürüm, çünkü sen ban yardımcı oldun, kanatlarının gölgesinde sevincimi dile getiririm, canım sana sımsıkı sarılır, sağ elin bana destek olur.”
Hareket koordinatımızı böylece belirttikten sonra Mehmet Emin Darendeli için sözlerimize başlayabiliriz.
O ruhumun diğer parçası.
Dostlukta paylaşılması gereken bütün erdemleri o’nunla yaşadım gün oldu adını hatırıma getirmek bile beni sonsuz mutluluklara gark etti.
Şeyh galip diliyle söyleyecek olursak:
“Zat-ı şerifi âleme bir yadgar idi
Fakru fena vu aşk u hüner ber-karar idi
Her şeb misal-i şem benimle yanar idi
Saye gibi yanımda enis-i Nehar idi
Hakka tamam aşık idi yar-ı gar idi”
( yüce zatı âleme bir yadigârdı. Varlıktan geçiş, yokluğa eriş, aşk, hüner, hepsi de onda vardı. Her gece benimle mum gibi yanardı; gündüzde gölge gibi bana eş dost olurdu. Gerçekten tam bir âşıktı, en sıkıntılı demde, mağarada bile eşti dosttu.)
Sütçü imam lisesinin mezunlarından, okulda zirveyi yakalama başarısını gösterenlerdendi. Tabiatı, sevecenliğiyle öğretmenlerinin ilgisini çekmiş bazı değişik referanslarla hayat mecrasına başlamıştı.
Yol doğalmıydı buna verilecek cevabın bugün için bir anlamı yok!
Rahmetli Esat Çoşan’ın üzerine titrediği insanlardandı Emin. Kutlu Pir Emini sırlı yolda hakikatle bezemek istemiş bunun inceliklerini O’na mahrem vakitlerde anlatmıştı. Mehmet’in evi Esat Çoşan’ın misafir kaldığı mekânlardandı.
Ezelden ebede devam eden bu Kutlu Yol eğer sistemli yapısıyla kurum ve kuruluşlarıyla ortada olmuş olsaydı Emin o yolun insan güzellerinin ta başında gelir O’na büyük teveccühler gösterilirdi.
Maraş’ta bir vakit Vakıf Başkanlığı teklif edildiğinde benimle paylaştıklarını unutmadım.
Konya’nın ikliminin soğuk olması, kapalı havalar, yüzünü göstermeyen güneş bu ayaz bizim gibi Akdeniz çocuklarını yatağa düşürmek için bire birdi Emin bundanda nasibini aldı.
Konya’da çok beraberliğim oldu Emin’le. Hukuk Fakültesinde okuyor bulunduğu topluluklarda bireysel özellikleriyle hep öne çıkartılıyordu.
Amele pazarı yâda Muhacir Pazarı derler bir yerde derme çatma binalardan oluşan Hukuk Fakültesinde umduğunu bulup hayata atıldığında çok ender insanlarda var olan bir özelliğide ortaya çıkmıştı: GİRİŞİMCİLİK. Eminin yapıp ettiklerinde duyguları, aklı, sosyo kültürel birikimleri hep ön plana çıktı.
Hukuk öğrencileri arasında yaşayan bir Lider’di.
Genç yaşına bakmaksızın Konya’da bulunduğu yıllarda hep sorumluluklar aldı ve görevlerin üstesinden de başarıyla çıktı.
Arkadaşları oldu beraber yaşadığı kişiler HAKYOL vakfının güzide insanlarıydı. Konya da KÖŞK adı verilen mekânda içsel zenginliğini artırmak adına bin bir çilelere soyundu.
Mehmet’in yanında kibar arkadaşlar vardı okurken bunu gördüm. Türkiye’de insanların sosyal kategorilere ayrıldığını yaşayarak öğrendim başta hukuk olmak üzere bazı önemli üniversiteye gidenler ülkemizin elit kemsini oluşturuyor sözüm ona öğretmenlik hocalık gibi mesleklere girenlerse genellikle yatılı olmayan bozkır çocukları oluyor, onlarında hayatı ebbek şebbek fingila fos mevzularla gelip geçiyor.
Hukuk tahsili sosyal sınıf göstergesi olarak bu günde önemini koruyor.
Hukuk fakültesinin devam zorunluluğunun olmaması Emin’e Türkiye’nin her karış yerini gezme tanıma fırsatını verdi sıkça İstanbul’a giden Emin oraya gidip geldikçe “ Nasibi”ni biraz daha kavileştirdi ve pusatlandı.
Ah Konya! Ah Meram’ın karlı tepeleri o soğuk kış günlerinde Eminle beraber bata çıka yürüdüğümüz karlı yollar dile gelinde söyleyin hele o konuşmaları o dostlukları!
Mehmet Emin’i olgunlaştıran şeylerin başında reaksiyonlar zinciri ve onun bireysel yetenekleri ön plandadır. Hukuk tahsili ve olaylara yönetici, yönlendirici gözle bakması Emin’i bütün işlerin başında olmaya sevk etmiş o yaptığı işlerin hem motoru hemde direksiyonu olmuştur. Darendeli eğer ABD de yaşamış olsaydı girişimcilik faaliyetleri lisans düzeyinde araştırmalara konu olurdu.
1980 öncesi Türkiye’de ve dünyada olan olaylar son yüzyıllardan beklenmeyen alternatiflerle devreye girmiş, din düşüncesinin toplumsal projelere referans olması kitlelerde heyecanlara yol açmıştı. Ekonomi, sanat, siyaset, ülkü değerleri dinle buluşmuş Türkiye sanki “ can suyu” na kavuşmuşçasına devinime başlamıştı tabiî ki sonuçta binlerce genç anadolunun kara bağrına tül gibi sarılmış geride bıraktıkları eserler üzerinde yeni düşünceler üretilmişti işte Mehmet’i anlamak için bunları bilmek şart.
Mehmet iyi insanlarla yaşamak için hep çevresinde yer alan kişileri de kalkındırmak istedi ama onların vasıfsızlıkları çoğu zaman ayağına engel oldu. Türkiye de kitlesel başarı aslında başarısızlıkla eş manaya gelir çünkü çoğu insan cibilliyeti gereği iyi olmaya sağlıklı huzurlu ve mutlu yaşamaya layık değildir.
Makul hedeflerle bu gün yoluna devam eden Emin’in hayatı zenginleştirme çabaları, gerçek değeri zamanla kendini gösterecek, tecrübeleri bilgi birikimi hikmet ve cesaretiyle başkalarına umut verecektir.
Emin bilgisini artırmaya çalışıyor bunu da potansiyelini geliştirme adına yapıyor çünkü o biliyor ki yaşadığı dem sonsuz zaman aralığının kendisidir dün, bugün ve yarın aynı zamanda kesişmiştir.
Paris i gören bir Maraşlı
Hukuk bilgileri üzerinde yoğunlaştığın da muazzam bir güce sahip olduğunu anlayan Mehmet Emin’i günlük olguların sıradanlığı üzmekte an meselesi olan hakikat bazen ondan çok ötelere gitmektedir.
Merkezde Mehmet Emin olmalıdır bir başkasını diğerini odak noktasına getirmek için harcadığı enerjiyle yorulan Emin bir gün şöyle diyecektir.
Maksadın bey’u şira rıbhuhasret değile
Kerem’in beste –i ser-rişte-i illet değile
Bi-garez lutfun ümid etme kabahat değile
Müstaid kul yoğısa lütfuna istidadım
Sana güçtikmü var ey şah-ı kerem mutadım
(Maksadın alıp satmak , kar,ziyan etmek değil ya. Lütfunu garezsiz , ivasız karşılıksız ummak suç değilya. Lutfuna nail olmaya istidadım yoksa istidad sahibi et beni ; ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlükmü var.)

Milcan

1 yorum:

  1. Gönlünüze sağlık hocam, güzel insanı güzel anlattınız, açılımlarına orta asyada devam eden hocamızın engin fikirlerinden biz de istifade etmeye çalışıyoruz, selametle...

    YanıtlaSil