Köroğlu Hikayesi

Hacı Ali ÖZTURAN

-Kim yaptı baba!
Diye haykırdı.
Deli Yusuf o denli ağır, o denli soğuk kanlı bir cevap verdi ki, Ali de şaşırdı, ötekiler de:
-Sonra anlatırım oğlum. Acele etme.
Ali, babasının başına gelenlerden dolayı çılgına dönmüş, kabına sığmaz olmuştu. Onbeş yaşın deliliğiyle yeniden kükredi:
-Kim yaptı baba, söyle bana! Eğer bunun acısını almazsam, yediğim ekmek haram olsun!
Deli Yusuf tâne tâne konuştu:
-Acele işe şeytan karışır. Her işin vakti saati var. Şimdi beni eve götür.
Ali babasının bu kararlı tutumu karşısında direnemedi. Babasını avludan içeriye aldı.
Deli Yusuf üstündeki tozları bile silkelemeden:
-Bir mahsere kazanı su kaynat! dedi.
Ali, babasının yıkanacağını, temizleneceğini sandı. Avluya mahsere kazanını çatıp içini suyla doldurdu. Altını yaktı. Yusuf ise atı ve tayları ahıra çekti. El yordamıyla onlara yem hazırladı, su verdi. Görmeyen gözleriyle dolaşırken kolunu, bacağını, kafasını duvara direğe çarpıyor; her çarpışında Lala Hüseyin Paşaya lânet okuyor ve sabırla dişlerini sıkıyordu.
-Su hazır baba. İyice kaynadı.
-İyi. İki kalıp sabun getir.
-Suyu hamamlığa taşıyayım mı?
-Niye?
-Orada yıkanmayacak mısın?
-Yok oğlum, yok. Ben yıkanmayacağım. Tayları yıkayacağım. Haydi, sabunları getir. Bir de kulplu tas getir.
Ali sabunları getirdi. Deli Yusuf kollarını sıvadı. Tayın birini tuttu.
-Dök bakalım.
Ali kulplu tasla su döküyor, Yusuf ise sıcak su taya zarar vermesin diye, elini suyun altına tutuyor, bir yandan da sabunla tayı yıkıyordu. Koca bir kalıp sabun erirken tay da üzerindeki katran, gübre, toprak, saman ne varsa hepsinden arınmıştı. Sonra bir havlu ile iyice kuruladı. Daha sonra öteki tayı alıp onu da bir kalıp sabun eriyinceye dek yıkadı.
-Tayların rengi belli oldu baba, dedi Ali. Biri al, biri doruymuş.
-Bu renklere aldanma oğlum, dedi Yusuf. Bir bebek doğduğunda gözünün rengi nasıl değişebilirse, bu tayların rengi de öyle değişebilir. Bu tayların anası süt beyazı. Babası da deniz aygırı. Bizim varımız yoğumuz bu taylar. Bu tayların üzerine bindiğimiz zaman öcümüzü alabiliriz. Şimdi duvarın şurasına yan yana iki sıra oyuk aç.
Ali, Deli Yusufun istediği gibi oyukları açtı. Sonra Aliyi çarşıya gönderdi:
-Git bana keçe al. Duvarda iğne ucu kadar bir delik kalmayıncaya dek her tarafı keçe ile kapatacaksın. Ahır kapısının iki yanına da keçeden birer kapı daha yapacaksın. Bu ahıra gün ışığı girmeyecek.
Ali babasının söylediklerini yaptı.
Deli Yusuf iyice yorulmuştu:
-Şimdi bana da iki tas su ısıt, ben de yıkanayım.
-Peki baba. Hamamlığa hazırlarım.
-Yok oğlum, yok. Bundan böyle benim yerim bu tayların yanıdır. Yatağımı yemeğimi buraya getir. Benim işim bu tayları yetiştirmek. Onun için sıcak suyu buraya getir. Şurada yıkanırım.
Deli Yusuf yıkandı. Yattı. Ertesi gün erkenden kalktı. Aliyi uyandırdı. Tayların bağlı olduğu duvarın dibini diz boyu eştirdi. Eşilen yere iki direk diktirdi. Direklerin ön yüzüne dörder parmak ara ile çiviler çaktırdı. Ali sordu:
-N’olacak baba bu çiviler?
-Oğlum, bu direklerdeki çivilere tayların yem torbalarını asacağım. Taylar o yüksekliğe alıştığında torbayı bir üstteki çiviye; ona alıştığında bir üstteki çiviye asacağım. Birkaç ay sonra bu taylar şaha kalkmış durumda yem yiyecekler. Sonra yem torbalarını birer çivi birer çivi aşağıya asacağım. Öyle bir zaman gelecek ki, torba yer seviyesinde olacak; daha sonra yemlerini şu açtığın hendeğin içine koyacağım, bu kez de taylar yemlerini ön ayaklarını bükerek yiyecekler. Bu şekilde birkaç kez yemlerini yukarıya aşağıya yer değiştirirsem bu taylar büyüdüklerinde en yüksek engellerden şahin gibi aşar, en küçük deliklerden kirpi gibi yumulup geçer. İşte bunun için yapıyorum bunları. Anladın mı?
-Anladım baba.
-Bizim varımız yoğumuz bu taylar. Umudumuz bu taylar. Sen doğmadan önce ben bu dağlarda çok gezdim. Dağları bilirim. Yiğit atın yoksa, hiç dağa çıkma. Otur nalbantlık yap. Yok günün birinde dağa çıkar da babamın öcünü alırım dersen, sana kırk yiğitten önce bu taylar gerek. Ben bu tayları yetiştireceğim, sen kendini yetiştireceksin. Benim anlattığım gibi eğitim yapacaksın. Senin işin yiğit olmak. Bileği kuvvetli olmayan, yanaşma olur, buyruk dinler. Senin işin yiğit olmak. Yiğitlik yürekle olur, bilekle olur, düzenle olur. Yalnız yürekli olan, gerçek yiğit olamaz. Yalnız bileği güçlü olan da gerçek yiğit olamaz. Yiğitlik için hem bilek, hem yürek gerek. Bir de düzen gerek. Düzen için akıl gerek, kurnazlık gerek. Yürekli olmayan kılıç çekemez. Çekse de kelle kesemez. Kılıcı elinde titrer durur. Yiğidin bileği pazusu sağlam olmazsa kavga edemez. Bir adamda yürek varsa; pazusu bileği sağlamsa, o yiğit olur. Ama akılsız yiğit baş olmaz, ayak olur. Bu dediğimin üçü de sende olmalı. Git benim kılıcımı al. O kılıç Kirman ustalarının yaptığı bir kılıçtır. Ona kancık katır sidiğinden su verilmiştir. (*) Sağlamdır, ne kırılır ne körelir. Bu Kirmânî kılıcı al. Ucuna elma büyüklüğünde bir demir bağla. Eğitimini onunla yap. Önce çok ağır gelecektir, aldırma. Kolların buna alıştığında, ucundaki demiri çıkardığın zaman, kılıç sana tüy gibi gelecektir. Külünge, gürze de böyle ağırlıklar bağla, öyle çalış. Haydi bakalım. Yılmak yok. Çocukluk yok. Öcümü almak istiyorsan, sabırlı olacaksın, çalışkan olacaksın, akıllı olacaksın, güçlü olacaksın.
Ali eğitimlere başladı. Zaman zaman yine de babasının sözlerinin dışına çıkıyor, sokaktaki çocuklarla oynuyor, güçlü kuvvetli bir çocuk olduğu için, öteki çocukları dövüyordu. Yine bir komşusu Aliyi şikâyete gelmişti. Deli Yusuf komşusundan özür diledi. Oğluna kızacağını, darılacağını, gerekirse döveceğini söyleyerek komşusunu gönderdi. Sonra Aliyi çağırıp kızdı. Ali kendini savundu:
-Baba onlar da benim kafamı yardılar…
Deli Yusuf yine tane tane konuştu.
-Yarmazsan yarmazlar…
……………………………………………………………………….
(*)Kancık katır sidiğinden su vermek: Bıçak, kılıç, hançer gibi kesici aletlere kancık katır sidiğinden su verildiğinde aletler keskinliklerini daha uzun zaman koruyabilmektedir. Bu kültürün metallürjik açılımı, nitrürasyon (azotlandırma) işlemidir. Metallere azotlu sıvılarla su verildiğinde birkaç mikron derinliğe dek yüzey kısmı aşırı bir sertlik kazanır. Eskiden dişi katırların arka ayaklarındaki nallar eskidiğinde bunlardan kılıç, kama, bıçak yapılırmış.

Ali giderek büyüyor, ele avuca sığmaz bir delikanlı oluyordu. Birgün babası helaya gittiğinde ahıra girdi. Sevmek için al tayı tutmaya çalışırken tay arkasını dönüp Aliye çifteyle vurunca devirdi. Ali delikanlılığın verdiği kızgınlıkla yerden bir taş alıp al taya vurunca öldürdü. Az sonra babası gelince sordu:
-Oğlum tayın biri hiç kımıldamıyor, niye? diye sordu.
-Beni tekmeledi, taşla vurup öldürdüm.
Deli Yusuf:
-Eyvah! dedi. Ne yaptın oğlum? Bizim umudumuz bu taylar demedim mi sana? Hiç olmazsa doru tayı elde tutalım. Bundan sonra ahıra girmeyeceksin. Bu ahıra benden başka hiç kimse girmeyecek.

KIRAT

Aradan iki yıldan fazla bir zaman geçti. Ali büyüdü, onsekizine bastı, yiğit oldu. Tay büyüdü, üç yaşına bastı, at oldu.
Günlerden birgün Deli Yusuf ahırdan seslendi:
-Aliii!
-Buyur baba.
-Şunun rengi ne?
Deli Yusuf kapıyı araladı. Taylardan ilk kopardığı tüylerden, son kopardığı tüylere doğru sırayla getirmeye başladı. Kolunu avluya uzattı. Elindeki bir tutam tüyü Aliye uzattı. Ali baktı:
-Doru ama çok kirli, dedi.
-Uzun mu?
-Uzun …
Deli Yusuf bir başka tutam tüy getirdi:
-Bu nasıl?
-Rengi biraz açılmış. Tüylerin boyu biraz kısalmış.
Deli Yusuf bir başka tutam tüy getirip sordu. Ali:
-Dorudan beyaza dönmüş, dedi. Tüylerin boyu daha da kısalmış.
Deli Yusuf bir tutam tüy daha getirip sordu:
-Bunlar nasıl?
-Daha da beyaz olmuş. Arada tekten tükten siyah tüyler de var. Tüyler iyice kısalmış.
Deli Yusuf bir avuç tüy daha getirdi:
-Bunlar nasıl?
-Süt gibi bembeyaz olmuş. Aralarında çok az siyah tüyler var. Tüyler de iyice kısalmış.
-Tüyleri parlıyor mu?
-Yıldır yıldır yanıyor baba.
Atımız şimdi bu renkte oğlum. Böyle ata beyaz at demezler, kırat derler. Bundan sonra bunun adı Kırat olsun. Bakımlı atın tüyleri kısa olur, parlak olur. Oğlum demek ki bizim atımız hazır. Şimdi sıra bizde. Gel bakalım.
Ali ahıra girdi. Gözleri karanlığa alışıp Kıratı görünce sevinçten iki basıp bir sıçramaya başladı. Üzerine binmek için sabırsızlanıyordu.
Kırat Aliyi hiç görmediği için, huysuzlanmış, kişnemeye başlamıştı. Durumu anlayan Deli Yusuf, elindeki bastonunu saz misâli aldı.
Görelim Kırata ne söyledi:

(Devam Edecek)

1 yorum: