Amerika Yoktur

AMERİKA YOKTUR

Peter Bıchsel

Hikâyeler anlatan bir adamın hikâyelerini biliyorum. Ona birçok kez hikâyesine inanmadığımı söyledim. Yalan söylüyorsunuz, uyduruyorsunuz, saçmalıyorsunuz, aldatıyorsunuz dedim. Bu sözlerim onu hiç etkilemedi sakin sakin anlatmasına devam etti ve sizi yalancı, sizi sahtekâr, sizi hayalperest, sizi düzenbaz sizi diye bağırdığım zaman, uzun uzun yüzüme baktı, başını salladı, kederli gülümsedi ve sonra beni neredeyse utandıracak kadar yavaş bir sesle «Amerika yoktur» dedi.
Onu teselli etmek için hikâyesini yazacağımı vaat ettim:
Hikâye elli yıl önce bir kralın, İspanya kralının sarayında başlar. İpek ve kadife, altın, gümüş, sakallı adamlar, taçlar, mumlar, uşaklar ve hizmetçilerle dolu bir saray; bir gün evvel düello eldivenini ayaklarının önüne fırlatarak düelloya davet eden ve ertesi gün şafakta birbirlerinin karınlarına kılıçlarını saplayan saray adamları, kulede borazan çalan nöbetçiler, atlarından atlayan haberciler ve eğerlere fırlayan haberciler, kralın dostları ve ikiyüzlü dostları, kadınlar, güzel ve tehlikeli kadınlar ve şarap, nihayet bütün bunların masraflarını ödemekten başka bir şey bilmeyen insanlar.
Fakat kral da bu türlü yaşamaktan başka bir şey bilmiyordu, ister zevk ve safa veya fakirlik içinde olsun, ister Madrid' de, Barcelona'da veya bir başka yerde olsun, nasıl yaşanırsa yaşansın, sonuç olarak her gün aynı şey yaşanır ve bu inşam sıkar. İşte böyle bir yerde yaşayan insanlar Barcelona'yı güzel olarak düşlerler, Barcelona halkı da başka yerlere gitmek ister.

Fakat fakirler kral gibi yaşamanın güzel olduğunu düşlerler ve kralın fakirliğin fakirlere göre bir şey olduğuna inanmasına üzülürler. Kral sabahları uyanır, akşamları uyur ve bütün gün endişelerinden, hizmetçilerinden, altınından, gümüşünden, kadifesinden, ipeğinden, mumlarından cam sıkılır. Yatağı görkemlidir, fakat bunun içinde uyumaktan başka pek bir şey yapılmaz.
Hizmetçiler sabahları, yerlere kadar eğilerek selâmlarlar, her sabah aynı şekilde eğilirler, kral buna alışmıştır, onlara bakmaz bile.
Hizmetkârlardan biri ona çatalı, diğeri bıçağı verir, bir diğeri altına sandalyeyi sürer ve kendisiyle konuşan adamlar «majesteleri» diye hitap ederler ve daha bir sürü güzel sözler söylerler, fakat başka hiçbir şey söylemezler. Hiç kimse ona; «sen kaçık herif, sen aptal herif» demez ve bugün söyledikleri şeyi ona zaten dün söylemişlerdir. İşte böyle.
Ve bundan dolayı kralların saray soytarıları vardır. Ne isterlerse yapabilirler ve kralı güldürmek için ne isterlerde söyleyebilirler ve şayet kral söylediklerine veya yaptıklarına gülemezse, onları öldürtür (veya öyle bir şey yapar). Kralın işte böyle bir soytarısı vardı.
Sözleri ters çeviriyordu, kral bu işi eğlendirici buluyordu. «Majesteleri» yerine «telerimajes», «saray» yerine «raysa», ve «günaydın» yerine «düngaydm» diyordu.
Ben bunu saçma buluyorum, fakat kral eğlendirici buldu. Bütün bir altı ay eğlendirici buldu, ta ki 7 Temmuza kadar ve 8 Temmuzda uyandığı ve soytarı gelip «düngaydm» «telerimajes» dediği zaman, kral «soytarıyı başımdan defedin» diye bağırdı.

Pepe isimli küçük şişman başka bir soytarı ne yazık ki sadece dört gün kralın hoşuna gitti, bu da hanımların ve beylerin, prenslerin, düklerin, baronların ve şövalyelerin sandalyelerine bal sürerek kralı güldürdü. Dördüncü gün kralın sandalyesine bal sürdü. Kralın gülmesine gerek kalmadı, zira Pepe artık kralın soytarısı değildi.
Bu kez kral dünyanın en korkunç soytarımsı satın aldı. Çirkindi, hem zayıf hem şişmandı, hem uzun hem kısaydı ve sol bacağı çengel gibi eğriydi. Konuşabiliyor muydu, kasten mi konuşmuyordu veya dilsiz miydi, bunu hiç kimse bilmiyordu. Bakışları kötü, yüzü asıktı. Onda tek sevimli olan şey «Hanscık» adıydı. Fakat en korkunç yanı gülüşüydü. Önce çok ufaktan başlıyor, ta karnının derinliklerinde çınlıyor, sonra gurulduyor, yavaş yavaş geğirmeye dönüşüyor, Hanscık'm yüzü kıpkırmızı kesiliyor, sanki boğulacakmış gibi oluyor, ta ki çatlayıp, patlayıp, gürleyip, bağırıncaya kadar; bundan sonra tepiniyor, dans ediyor ve gülüyordu ve yalnız kral bundan zevk duyuyordu, ötekiler ise sararıyor titremeye başlıyorlar ve korkuyorlardı.
Sarayın etrafındaki halk ise soytarının gülüşünü işittikleri zaman, kapı ve pencerelerini kilitliyorlar, kepenkleri indiriyorlar, çocuklarını uykuya yatırıyorlar ve kulaklarını mumla tıkıyorlardı.
Dünyada en korkunç şey Hanscık'ın gülüşüydü. Kral istediği her şeyi söyleyebiliyordu,
Hansçık gülüyordu. Kral hiç kimsenin gülmediği şeylerden söz ediyordu, fakat Hanscık gülüyordu.
Ve günün birinde kral: «Hanscık, seni asacağım» dedi. Bunun üzerine Hanscık güldü, kükredi, şimdiye kadar gülmediği bir şekilde güldü.
O zaman Hanscık'ın ertesi gün asılmasına karar verdi. Bir darağacı kurdurdu, kararında çok ciddi idi. Hanscık'ın darağacı karşısında gülmesini işitmek istiyordu. Sonra bütün halka bu kötü sahneyi seyretmelerini emretti. Fakat halk saklandı ve kapılarını kilitledi ve ertesi gün kral cellât, uşaklar ve gülen Hanscık ile yalnız kaldı. Kral, uşaklarına halkı buraya çağırın diye emretti.
Uşaklar bütün şehri arayıp taradılar ve hiç kimseyi bulamadılar. Kral çok kızgındı, Hanscık ise gülüyordu.
Uşaklar nihayet bir oğlan çocuğu buldular, sürükleyerek kralın önüne çıkardılar. Çocuk küçük, solgun ve ürkekti.
Kral darağacını işaret etti ve bakmasını emretti. Çocuk darağacına baktı, gülümsedi, ellerini çırptı hayret etti ve sonra «güvercinler için ufak banklar yaptırdığınıza göre iyi bir kral olmalısınız, bakınız, iki tanesi daha şimdiden üzerine kondular» dedi.
Kral, «sen ahmağın birisin, adın neydi» diye sordu. Çocuk «Ben ahmağın biriyim kral hazretleri (kral efendimiz) adım Colombo ama, annem bana Colombin der» diye cevap verdi.
Kral: «Hey ahmak! Burada biri asılacak» dedi.
Colombin: «Pekiyi adı ne?» diye sordu ve ismini öğrendiğinde, «bu güzel bir isim, demek adı Hanscık, bu kadar güzel ismi olan bir adam nasıl olur da asılır?» diye cevap verdi.
Kral: «O kadar korkunç güler ki» dedi ve Hanscık'a gülmesini emretti Hanscık da bir gün evvel güldüğünden iki misli korkunç güldü. Colombin şaşırdı, sonra «kral hazretleri, (baş kral) siz bunu korkunç mu buluyorsunuz?» diye sordu.
Kral düş kırıklığına uğramıştı ve cevap veremedi. Colombin sözlerine şöyle devam etti: «Gülüşü pek hoşuma gitmiyor ama güvercinler hâlâ darağacının üzerinde oturuyorlar; yani gülüşü onları korkutmadı; güvercinler gülüşünü korkunç bulmuyorlar. Güvercinlerin hassas kulakları vardır. Hanscık'ı serbest 'bırakmak gerek». Kral epey düşündü ve sonra «Hanscık, defol karşımdan» dedi. Ve Hanscık'ın ağzından ilk defa bir kelime çıktı. Colombin'e dönerek «teşekkür ederim» dedi, bu sırada yüzünü insani bir gülümseme kaplamıştı, çıkıp gitti.
Kralın artık soytarısı yoktu. Colombin'e «benimle gel» dedi.
Kralın hizmetçi ve uşakları, kontları ve herkes şimdi Colombin'in yeni saray soytarısı olduğunu sanıyorlardı.
Ne yazık ki Colombin hiç de neşeli değildi. Orada kalakalmıştı ve şaşkındı, ağzından çok seyrek bir kelime çıkıyor ve gülmüyordu, sadece gülümsüyordu ve hiç kimseyi güldürmüyordu. İnsanlar «o soytarı değil, bir ahmak» diyorlar ve Colombin de «soytarı değilim, ahmağım» cevabını veriyordu. Herkes onunla alay ediyordu. Kral bunu bilseydi, kızardı, fakat Colombin krala bundan söz etmedi, çünkü alay edilmek Colombin için hiç önemli değildi.
Sarayda güçlü adamlar ve akıllı adamlar vardı, kral bir kraldı, kadınlar güzeldiler ve erkekler cesurdular. Papaz dindardı ve mutfak hizmetçisi çalışkandı sadece Colombin evet Colombin bir şey değildi. Bir kimse «gel, Colombin, benimle güreş» dediği zaman, Colombin «ben senden daha zayıfım» diye cevap veriyordu. Birisi «iki kere yedi kaç eder?» diye sorduğu zaman, Colombin «ben senden daha aptalım» cevabım veriyordu. Yine bir kimse «dereden atlamaya cesaret eder misin?» diye sorduğunda, Colombin «hayır, cesaret edemem» diye cevaplıyordu. Ve kralın «Colombin, ne olmak istiyorsun?» diye sorusuna Colombin «hiçbir şey olmak istemiyorum, ben zaten bir şeyim, ben Colombin'im» diyordu. O vakit kral «şu sakallı, kahverengi, meşin suratlı adam var ya, işte o bir gemicidir. Gemici olmak istiyordu ve oldu da. Bu adam denizlere yelken açar ve kralı için ülkeler keşfeder». Colombin «kralım, sen istersen ben de gemici olurum» dedi. O vakit bütün saray halkı güldü. Ve Colombin fırladı, salondan çıktı ve şöyle bağırdı: «Bir ülke keşfedeceğim, bir ülke keşfedeceğim». İnsanlar birbirlerine baktılar ve başlarını salladılar ve Colombin saraydan koşarak çıktı, şehirden ve tarlalardan geçti ve tarlalarda çalışan ve onun arkasından bakan köylülere şöyle bağırdı. «Bir ülke keşfedeceğim, bir ülke keşfedeceğim».
Nihayet ormana geldi ve haftalarca fundalıkların altına saklandı ve haftalarca hiç kimse Colombin'den haber alamadı, kral üzülüyordu. Ve kendisini suçluyordu, saray halkı ise Colombin ile alay ettikleri için utanıyorlardı. Fakat haftalar sonra kuledeki nöbetçi borazanını çaldığı ve Colombin tarlalardan geçerek ve şehirden gelip büyük kapıdan kralın karşısına çıktığı ve kral da, «Colombin bir ülke keşfetti» dediği zaman saray halkı çok sevindi.
Colombin ile artık alay etmek istemediklerinden ciddi bir surat takındılar ve «ülkenin ismi ne? Nerede?» diye sordular.
Colombin : «Yeni keşfettiğim için henüz ismi yok, bu ülke çok uzaklarda, deniz aşırı bir yerde» dedi.
O zaman sakallı gemici doğruldu ve «öyleyse Colombin, ben Ameriko Vespucci, bu ülkeyi aramaya gideceğim bana nerede olduğunu söyle» dedi.
Colombin «denize açılınız ve sonra daima dosdoğru gidiniz, ülkeye gelinceye kadar yolunuza devam ediniz ve asla ümitsizliğe düşmemelisiniz» dedi. Fakat yalancı olduğu ve böyle bir ülkenin olmadığını bildiği için çok korkuyordu ve artık uyuyamıyordu.
Ameriko Vespucci ise ülkeyi aramaya başladı. Nereye gittiğini kimse bilmiyordu. Belki o da ormanda gizlenmişti. Sonra bir gün borazanlar yeniden çalmaya başladı ve Ameriko geri döndü. Colombin'in yüzü kıpkırmızı oldu ve büyük gemiciye bakmaya cesaret edemedi. Vespucci kralın huzuruna çıktı, Colombin'e göz kırptı, derin bir nefes aldı, Colombin'e bir kez daha göz kırptı ve herkesin işitebileceği bir açıklıkta ve yüksek sesle: «Kralım, kralım böyle bir ülke var» dedi.
Colombin, Vespucci onu ele vermediği için o kadar mutluydu ki, gemiciye koştu, ona sarıldı ve: «Ameriko sevgili Amerikom» diye bağırdı.
Orada bulunanlar bunun ülkenin ismi olduğunu zannettiler ve var olmayan bu ülkeyi «Amerika» diye adlandırdılar.
, Kral Colombin'e dönerek «sen şimdi bir erkeksin, bundan böyle ismin Kolumbus olsun» dedi.
Böylece Kolumbus meşhur oldu, herkes ona hayranlık duyuyor ve aralarında «işte bu adam Amerika'yı keşfetti» diye fısıldaşıyorlardı. Herkes Amerika'nın var olduğuna inanmıştı, yalnız Kolumbus emin değildi, bütün hayatı boyunca bundan şüphe etti ve gemiciye hakikati sormaya asla cesaret edemedi.
Fakat hemen sonra başka insanlar Amerika'ya gittiler ve hatta pek çokları ve geri dönenler «Amerika ülkesi var» diye iddia ettiler.
Kendisinden hikâyeyi öğrendiğim adam «Amerika'da hiç bulunmadan, Amerika var mı yok mu bilmiyorum, belki de insanlar Colombin'i düş kırıklığına uğratmamak için böyle davranıyorlardı. Ve iki kişi aralarında Amerika'dan söz etseler, bugün hâlâ birbirlerine göz kırparlar ve hemen hemen hiç Amerika demezler, genellikle «devletler» veya «orada» gibi belli belirsiz açık olmayan bir şeyler söylerler.
Belki Amerika'ya gitmek isteyen kimselere uçakta veya gemide Colombin'in hikâyesi anlatılıyordu ve sonra herhangi bir yerde saklanıyorlardı ve geri dönüyorlar ve covboylardan ve gökdelenlerden, Niyagara şelalelerinden ve Misisipi'den, New York'dan ve San Francisco'dan bahsediyorlardı.
Hepsi de her zaman aynı şeyi anlatırlar ve daha yolculuğa çıkmadan evvel bildikleri şeyleri anlatırlar, fakat bu çok şüphe uyandıran bir şeydir. Fakat birçok kişi Kolumbus'un gerçekte kim olduğu hakkında hâlâ münakaşa ediyorlar. Ben bunu biliyorum.


Çocuk Hikayeleri
Peter Bıchsel
KTB Yayınları 1983.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder