Nedim

Nedim (1681-1730)

Birgül Büyükçapar

2.25. Micer: Bir çeşit kadın başörtüsü (Devellioğlu, 1970; 769).

Erte meydan- ı recûliyetde bayrak- bend olur
Nize- i Behrana nâhid- i sipihrin mîceri (K 24- 5/22).

2.26. Muze: Çizmenin Farsça adı: Dilimizde kullanılmış, edebi metinlerde geçmiştir (Koçu, 1967; 177).

Ayağı bacak ile beraber örten, koruyan ayakkabı, koncu baldıra, hatta diz kapağına kadar çıkan uzun konçlu ayakkabı; ki bazı çizmelerin koncu, lağımcı amele çizmeleri gibi diz kapağını da aşar. Bazı eski Türk metinlerinde çizme karşılığı çizmenin Farsça adı olan “mûze” kelimesi kullanılmıştır; çizmeye “çekme” de denilmiştir.

Yüzyıllar boyunca, muhakkak ki şekli tekâmül ederek, ameleden ırgattan padişaha kadar her tabaka halk ve asker tarafından kullanılmıştır. Beton ve asfalt yollar yapılmadan, kışın yağışlı havalarda, memleket yollarının şehir ve kasaba sokaklarının çamur yatağı olduğunda bilhassa makbul bir ayakkabıdır. Baldırı çıplak gürûhu müstesna, eskiden kışın çocuklara bile çizme giydirilirdi.

XVIII. yüzyıl sonlarına kadar padişahlar ve vezirler tarafından en güzel sahtiyanlardan yapılmış çizme- mestler kullanılmıştır; yani yumuşak mest’in koncu diz kapağı üstüne kadar uzatılarak çizme şekline konmuştur; ki bu çizme- mestlerle sokağa çıkarken ayağa ayrıca sokaklık bir pabuç, kundura giyilirdi.

İstanbul’un eski bıçkın delikanlıları arasında çizme giymek, ayakkabıların en pahalısı olduğu için bir lüks sayılmıştır (Koçu; 1967; 77).

Bak heman cümbüş- i dûnbâline tâvûs gibi
Etme nezzâre siyeh mûzelere pâyında (G 343- 133/3).

Na’l- i zerdir mûze- i peykinde mâhın gurresi
Gûydur çevgân- ı pây- ı rahşına çarhın seri (K 23- 5/6).

Ayrıca divanın: (K 9- 2/26) beytinde de geçmektedir.

2.27. Nikab: Yüz örtüsü, peçe, yaşmak. Bilhassa siyah ve beyaz, yarı şeffaf kumaşlardan yapılırdı; nikabın hemen ardındaki gözler önüne ve etrafını gereği gibi görür; uzaktan bakan gözler ise nikabın arkasındaki yüzü seçemez ve tanıyamazdı. Yüzün tümünü örttüğü için nikab karşılığı olarak yaşmağı da kaydetmek doğru olmaz, zira yaşmak gözleri açıkta bırakırdı, nikabın tam Türkçe karşılığı peçedir.

Eski toplum hayatımızda nikabı kadınlardan başka erkekler de tutunmuşlardır; yeniçeri civeleklerinin peçeleri en güzel örneğidir. Ailelerinin ve resmî görevlerinin şeref ve haysiyeti ile uygun görülmeyen yerlere giderek, meyhanelerde ve mesirelerde avam arasına karışarak eğlenmek isteyen erkekler yüzlerine nikab tutunurlar ve asla yadırganmazlardı; bunu da bilhassa kibar ve güzel gençler yaparlardı. Kibar ve güzel olmadıkları halde yüzü nikablı dolaşır maceraperest gençlerde olurdu (Koçu, 1967; 181- 182).


Nice nişanlayabilsin gözüm o mekkârı
Nikâbını açıcak akldan nişan mı kadı (G 351- 148/3).

Zülf- i adl- i şer’i rûy- ı fitneye müşgin- nikâb
Taht- ı hilm ü şefkate Dârâ habîb- i kibriya (K 6- 1/4).

Divanda; (G 281- 16/4), (G 308- 67/2), (G 324- 99/2)bu beyitlerde yer almıştır.

2.28. Pabuç: Mestle giyilen ökçesiz ayakkabı nevilerinden birinin adıdır. Farsça ayak örten manasına gelen (papuş)tan bozma olup halk arasında “papuç” da denilen bu ayakkabı azalmış olmakla beraber şimdi de kullanılan ökçesiz mercan terliklerine hemen hemen benzerdi. Pabucun mest gibi siyah, sarı ve diğer renkleri de vardı. Halk en ziyade siyah ve sarı renklerini kullanırdı. Sarı mest pabuç safiyenin kullandıkları bir ayakkabı sayılırdı. Resmî kıyafette mest gibi pabucun da rengi muayyendi. Resmî pabuçlar da en ziyade kırmızı ve sarı renkli idi.

“XVI. asırda kadınların giydiği başmak denilen pabuçlar ekseriya kırmızı atlastan ve işlemeli olup topuklu idiler.

XVII. asırda altın telle işlenmiş kumaş pabuçlar ve kırmızı derilerden, altın kaplamalı demir topukları olan pabuçlar giyilirdi. Pabuçların cariyelere mahsus daha basit olanlarına cevari mesti denilirdi.

Kadınların pabuç altına giydiklerine edik denirdi. Erkekler umumiyetle pabuç içine iç edik olarak mest, lâpçin giyerlerdi ki bu ayakkabıların ikisine çekik pabuç denirdi. Tanzimat’tan sonra fotin kundura giyildi (Pakalın, 1993; 748 II. cilt).

Topukların göricek mest olup safâsından
Pabuç gibi açılup kaldı ağzı haffâfın (G 308- 65/3).

2.29. Pirâhen: Gömlek (Türkçe olan gömlek isminin dilimizde kullanılmış Farsça karşılığı), çıplak tane giyilen çamaşır

Kız veya delikanlı güzel gençlerin aşık gözü kamaştıran tenlerini örten gömlek aşıkâne, rindâne şiirlerde önemli bir yer almıştır. Fakat yakın geçmişe kadar bu çamaşır Türkçe adı olan gömlek yerine, şair dilinde ve kaleminde Farsça karşılığı olan pirahen veya pirehen diye anılmıştır (Koçu, 1967; 192- 193).

Saba ki dest ura ol zülfe müşk- i nâb kokar
Açarsa ukde- i pirâhenin gül- âb kokar (G 281- 16/1).

İşitdim dür sadet pîrâhenin çâk eyleyüp çıkmış
Meğer ol dilber- i sîmin- beden deryaya girmişdir (G 288- 30/2).

Ben kimseye açılmaz idim dâmenin olsam
Kim görür idi sîneni pirâhenin olsam (G 317- 81/1).

Can- fezâ geldi çü bûy- ı pirehen hâtırlara
Uğramış var ise râh- ı şevk Ken’an üstüne (K 13- 3/6).

Divanın: (G 308 - 65/2), (G 314 - 77/2), (G 353 - 151/3), (K 8- 2/14), (Mus 238- 1/2), (Mus 238- 1/4), (Mus 238- 11/4), (Mus 239- 111/4), (Mus 239- IV/4)(Mus 239- V/4), (Mtl 375- 18/2) bu beyitlerinde zikredilir.

2.30. Puşide: Örtü (Devellioğlu, 1970; 1042).

Nice mesned ki bâlâ- yı şafakda mihr anı daim
Edüp puşîde ol sadr- ı mualla- nam içün saklar (G 283- 19/9).

Alâyık- bestelik âlemde mahz- ı resm- i matemdir
Değildir kâbil- i puşiş kabâ çak- ı giribansız (G 299- 50/3).

2.31. Rida: Belden yukarı örtülen örtü, hırka, dervişlerin omuzlarına aldıkları post (Devellioğlu, 1970; 1071).


Şevk ile vaiz- i şehr atdı ridâsın çarha
Böyle şâl oynuna çıkmadı dahı şeyh olalı (G 359- 162/3).

2.32. Sarık: Kovuk, börk, külah, fes ve emsali başlıklar üzerine sarılan tülbent, ağbani veya şala verilen addır. Bunun yerine Arapçası olan ‘amame’ de kullanılırdı. Sarılış şekline göre dardoğan sarık, silme sarık, burma sarık adını alırlardı. Ulema; beyaz, tarikat mensupları; beyaz, kırmızı siyah, yeşil, halk; ağbani sarik sararlardı. Sarığın sarkık olarak bırakılan ucuna “taylesan” denilirdi. Ulemadan rütbesi olanlar resmi, Halveti şeyhleri ise âdi günlerde taylesan bırakırlardı. Sarık cumhuriyet devrinde çıkarılan kanunla tahdit edilmiştir (Pakalın. 1993; 129 III. cilt).

Başında kar saçağı sarık arkada sâde
Nice gezer bu soğuklarda bilmezem ar’ar (K 54- 13/2).

Bir cüvan kâşî sarık sarmış efendim başına
Sürme çekmiş ıtr- ı şâhîler sürünmüş kaşına
Şimdi girmiş dahı tahmînimde on beş yaşına
Gül yanaklı gülgili kerrakeli mor hâreli (Mus 266- 2/1).

2.33. Semmur: Zerdava ve Sancar cinsinden Sibirya’da yaşar bir hayvanın postudur, pek makbuldür; kürkün adı samurdur. Kara samur vesarı samur olarak iki cinsi vardır, karası sarısından makbuldür.

Yüzyıllar boyunca Türk toplum hayatında samur, kürklük postların en kıymetlisi bilinmiştir. Serâser denilen çok kıymetli bir ipekli kumaş kaplı samur kürkler ise kürkün şâhı, şâhânesi olagelmiştir. Hem bir kürk olarak hem de güzellerini kaşlarının, nev civanların taze bıyıklarının, yeni salınmış sakallarının samura benzetilmesi dolayısıyla ile edebî metinlerimizde çok rastlanır bir isimdir (Koçu, 1967; 201- 202).

Mû- be- mû dikkatler etdim kıl kadar fark etmedim
Kaşların billah begim dûşundaki semmurdan (G 329- 107/5).

Gelmiş hat- ı siyah ruhuna âh ey gönül
Semmur hoş yakışmış o gül- penbe atlase (G 342- 131/2).

Sal hatt- ı siyâhkârın o ruhsâre- i âle
Semmûrunu kaplat bu sene kırmızı şâle
Al deste eğer lâle bulunmazsa piyâle
Ver hükmünü ey serv- i revan köhne bâharın (Mus 254- 111/2).

Divanın muhtelif yerlerinde geçmektedir: (G 344- 135/2), (G 352- 150/1), (Kıta 173- 42/10), (Mus 251- IV/1), (Mus 254- 1/3), (R 370- 10/4) .

Birgül Büyükçapar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder